Seçme hakkı mı, dayatması mı?

Organik beslenme hassasiyetinin artmasıyla ortaya çıkan farklı seçenekler, anne-babalara ürün seçimi konusunda büyük sorunlar çıkarıyor.

Dilşad Çelebi

Hamilelikle gelen ve çocuk doğduktan sonra her şeyin en safını, en doğalını, en organiğini almaya iten bir güdü ve de moda var. İnsan doğal olarak alım gücü elverdiğince o ufacık beden için en iyisini sağlamak, onu en kaliteli besinlerle beslemek, organik yumuşacık pamuklara sarmak istiyor. Bu isteği bir de diğer ebeveynlerin de benzer davranışlarıyla, “Benim çocuğum onlardan daha kötü şeyler yemesin, öyle şeyler giymesin” endişesiyle birleşiyor. İnsan kendisi için çok önemsemiyor öyle şeyleri ama çocuğu olunca işler değişiyor. 

Biz nispeten şanslıyız çünkü annem, çocukları ve torunları doğal ürünler yiyebilsin diye elini taşın altına koydu. Hatta yeğenimin doğmasıyla yazlarını köyde geçirmeye, bizim için meyve-sebze üretmeye başladı. Biz de bu sayede hem toprakla vakit geçirmiş oluyoruz hem de gerçekten kaynağını bildiğimiz ilaçsız ve organik ürünleri yiyebiliyoruz. Yumurtalarımızı yan bahçedeki dayımın özgür ve şaşkın tavuklarından, sütümüzü de yine köydeki özgür ineklerden temin ediyoruz. Özgür derken bir tavuğun ya da ineğin olabileceği kadar özgürlükten söz ediyorum tabii ki. Yoksa evcilleşmezlerdi zaten. Ama kışın kente dönme zamanı gelince işler değişiyor ne yazık ki. Biz de o çağdaş kapitalist dünyanın sunduğu seçeneklerde kaybolup gidiyoruz...

Her şeyde olduğu gibi anne-bebek ürünlerinde de alternatifler gırla. Hele sosyal medya platformları küçük işletmeler ve üreticiler için yeni bir pazar haline dönüşünce işler daha da karmaşıklaştı. Zaten markete girince bile kafası allak bullak olan ben, seçenekler daha da arttığında ne yapacağımı şaşırıyorum. Bu seçenek çokluğu durmaksızın “Acaba daha kalitelisini, daha iyisini daha uygun fiyata alabilir miyim” diye ayartıyor ve sonuçta inanılmaz bir zaman kaybına dönüşüyor. Uzay doğduktan sonra kalan kısıtlı boş vakitlerim üretmek veya kitap okumak yerine yumurta arayarak geçiyor. Yumurta işin simgesi. Tavuktu, kuzuydu; mevsimine göre avokadoydu, kabaktı vb. Tabii diğer ihtiyaçlar da işin içine girince… “Alacağım ürün gerçekten de organik mi, daha iyisi var mı, daha uyguna aynı kalitede bulabilir miyim?” Sonsuzmuşçasına raflarla kaplı mega marketler yetmedi; şimdi de internet deniz, biz zavallı tüketiciler kepçe… Süregelen sistemin tedarik zinciri üzerindeki emek sömürüsü, asıl üreticinin emeğinin gerçek karşılığını alamaması, büyük şirketlerin süreçten haksız pay kopartmaları hep süregelen tartışma… Evet internet bu sömürü sistemini kırmak için iyi bir araç. O açıdan elbette destekliyorum her ortam üzerinden satış yapılabilmesini. Ama raflarda da bu kadar çok marka olmamalı. Bu kadar çok seçenek… Bu sistemde tüketiciler de üretici kadar mağdur bana sorarsanız.

TÜKETİCİYE DE ACIYIN

Aslında bu konudaki süregelen rahatsızlığımın ayırdına varmam tatil için gittiğimiz bir yerdeki küçük bakkaldan yumurta almamla gerçekleşti. Bakkalda yumurta için iki seçenek vardı: Aynı markanın 10’lu paketi ve 15’li paketi. Bu kadar… Küba gezimiz geldi aklıma. Reklamsız ve sade vitrinler, tek, hadi bilemedin tek-tük seçenekler… Ve son derdi hangi ürünün hangi markasını alacağı olan mutlu insanlar… “Tüketiciye de acıyın” meselem Marie Antoinette yaklaşımında gibi geldiyse madalyonun bir de diğer yüzü var: Neden kimi çocuklar daha pahalı ve organik ürünler yerken kimileri beslenmeden ziyade açlıkları bastırılarak büyüyor? Eğer kötü yumurta diye bir şey varsa ve birileri bunu yiyecekse hepimiz kötü yumurta yemeliyiz. Madem ki herkes iyi yumurta yiyemiyor… Ama o kötü yumurtayı bile bulamamak söz konusu artık. Ekonomik krizle artan karbonhidrat ağırlıklı beslenme, çocuklarda gelişim geriliğine neden oluyor. Türkiye İstatistik Kurumu tarafından 2013’de yayımlanan TNSA (Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması) verilerine göre, Türkiye genelinde her 10 çocuktan birinde beslenme yetersizliği ve buna bağlı büyüme geriliği var. Çocuklarda gelişim geriliği, annenin eğitimi ve hane halkı refah düzeyi arttıkça düşüyor. Örneğin, aynı araştırmanın 2018 raporunda eğitimi olmayan annelerin çocuklarında bodurluk yaygınlığı yüzde 9 iken lise veya üzeri eğitimi olan annelerin çocuklarında bu oran yüzde 4. Uzay hem boy hem de kilo olarak 99 persentilde seyrettiği, yani oldukça ileriden gittiği için huzurluyum ama bir yandan da içim allak bullak. Uzay doğduktan sonra kendimi herkesin annesi gibi hissetmeye başladığıma daha önce değinmiştim. İşte bu nedenle, yaşanan beslenme kaynaklı gelişim geriliği karnıma ağrılar girmesine sebep oluyor. Sanki dünya üzerindeki tüm bebekleri emzirebilirim, kaynakları seferber edip hepsini besleyebilirim, pışpışlayıp huzurlu bir yuvada uyutabilirim gibi. Oysa Uzay’a bile kıt kanaat yetiyorum. 

Türkiye Nüfus ve Sağlık Araştırması 2018 raporu