Sahtekâr mıyım acaba?
İş yaşamında sık görülen sahtekârlık sendromu, alanında efsaneleşmiş bireylerde bile görülüyor.
Ömür TanyelÜnlü sanatçı Van Gogh kardeşi Theo’ya yazdığı mektuplarda resimlerinden söz ederken şöyle der: “Çalışmalarım iyi gidiyor. Yıllar yılı boşuna aradığım birçok şeyi buluyorum. Bunu fark ettiğimde de Delacroix’nun senin de bildiğin o sözü geliyor aklıma. Hani artık soluğu da, dişleri de kalmadığı zaman resmi keşfettiğini söylemiş ya…”
Van Gogh’un sözünü ettiği Eugene Delacroix, henüz 24 yaşındayken yaptığı bir tablosu başyapıt olarak kabul edilen bir ressamdı. Buna karşın sanat hayatının ileri bir döneminde böyle bir ifade kullanması, tanımı 1978 yılında yapılan bir durumu akla getiriyor; “Imposter” ya da Türkçesiyle “sahtekârlık fenomeni”ni.
İleride bir doktor olacak Rose Clance, ABD’de doğmuştu ve altı kardeşin en küçüğüydü. İstikrarlı devam eden akademik başarılarına karşın her sınavdan sonra başarısız olduğuna inanıyordu. Bir süre sonra kendi kız öğrencilerinde de benzer kaygıların olduğunu gördü. Bunun üzerine arkadaşı Dr. Suzanne Imes ile bu durumu gözlemeye karar verdiler. Bulgularını 1978’de bilimsel bir makale olarak yayımladılar ve sahtekârlık fenomenini de tanımlamış oldular. Onlara göre başarılı olan kadınlar bu başarılarını kendi yeteneklerine ve performanslarına göre değil tesadüf ve şans gibi dışsal koşullara göre açıklamakta ve elde ettikleri pozisyonlara hak ederek gelmediklerini düşündüklerini ifade etmekteydi. Yani kendilerinin sahtekâr olduğuna inanıyorlardı.
Hipotezlerine göre iki ailesel neden bunda etkiliydi. İlkinde ailenin "zeki" üyeleri olarak kabul edilen kardeşlerinin gölgesinde “hassas”, “kibar” gibi tanımlamalarla yetiştirilmeleri sonucu ilerleyen yıllarda oturmuş olan bu algıyı çürütmek veya kabullenmek ikilemi odaklı iç mücadele yaşıyorlardı. İkinci durumda ise evin kızının prenses olarak görüldüğü ve her yaptığının mükemmel kabul edildiği bir yetiştirme tarzı vardı. Ancak yaşamın getirdiği sınırlamalarla karşılaştıkça bu yanılsama parçalanıyor ve sahtekârlık duyguları ortaya çıkıyordu. Ancak aynı araştırmada bu feonomenin sadece kadınlarda değil, erkeklerde de görüldüğü anlaşıldı.
AY’DA BİLE GÖRÜLDÜ
İngiliz yazar Neil Gaiman bilim insanları, sanatçılar ve kâşiflerin davet edildiği bir toplantının açılış yemeğinde yanında oturan kişinin topluluğa bakarak “Tüm bu insanlara bakıyorum ve düşünüyorum, burada ne işim var? Harika şeyler yaptılar. Bense yalnızca denileni yaptım." İşin ironik yanı bu sözleri söyleyenin Ay’a ilk ayak basan insan olan Neil Armstrong olmasıydı.
Durumun sırf okul yıllarında kalmayıp tüm iş yaşamında sürdüğü ortadadır. Fenomenden ne derece muzdarip olduğu bilinmese de Albert Einstein bile kendisi hakkında şu ifadeyi kullanmıştı:
“Çalışmalarıma gösterilen abartılı saygı beni çok rahatsız ediyor. Kendimi, istemsiz bir dolandırıcı olarak düşünmek zorunda hissediyorum.”
Sahtekârlık sendromunun pençesindeki kişiler sıklıkla "foyalarının ortaya çıkacağı" gibi bir duyguya kapılırlar. Patronunu, ortağını ya da iş arkadaşını gerçekten yetenekli olduklarına inandırmayı başardılarsa da günün birinde birileri onlar hakkındaki gerçeği keşfedecektir. Bu, kişinin içini kemiren ve engel olamadığı bir inançtır.
ÜÇ OLASILIK
İş dünyasında üç merkezi davranış, bu fenomeni beslemektedir. Sözde “yetersizliklerinin” ortaya çıkabileceği korkusu "sahtekârın" daha da fazla çalışmasına yol açar. Uzun saatler boyunca fazla çalışmak veya işin kalitesine takıntılı olmak çabaları ile beslenen kaygı yetkililerden (patron, öğretmen veya ebeveyn) takdir alınması ile sonuçlanır. Daha sık rastlanılan diğer durumda sahtekârlık hissinden kaçınmak amacıyla sistemi kandırmaya çalışırlar. Örneğin çalışan patronunun beğendiği fikirleri anlar, öğrenir ve daha sonra onaylanmak için bu fikirleri iş toplantılarında dile getirebilirler. Bazıları buna “yağcılık” dese de bu da masum “sahtekârın” kaygısını azaltmasının yollarından biridir. Üçüncü strateji ise otorite figürlerinin onayını ve iyi niyetini kazanmak için karizma ve anlayışlılığı kullanmaya odaklanır. Bu durum, kişinin iş dışında da patronunun kişisel sevgisini veya sadakatini kazanmanın ya da bir şekilde kendini özel olarak tanıtmasına dayalı bir içsel stratejidir.
Oyun döneminde, okul çağında ve iş hayatında hep yüksek performans beklenen ve “Sen herkesten iyisin” mottosuyla büyütülen kişilerin cinsiyet farketmeksizin bu fenomeni yaşadığı ortada. İstatistiklere göre bu durum nüfusun yüzde 70’ine dek dayanıyor. Zararsız gözükse yaşanan kaygının boyutunun artması ve depresyon gibi farklı sonuçların da ortaya çıkması olasıdır. Sorunu kabul etmekle başlayacak başa çıkma stratejileri için ise son perdeye gelmeden önce profesyonel bir destek alınması gerekir.
Kaynakça;
- Clance PR, Imes SA. PSYCHOTHERAPY: THEORY, RESEARCH AND PRACTICE V15, # 3, 1978.
- Feigofsky S. HeartRhythm Case Rep. 2022 Dec; 8(12): 861–862.