Robotlar da sever

Alman sinemacı Maria Schrader’in şu sıralar vizyonda olan yeni filmi “Tam Sana Göreyim” belki sinema adına çok yenilikçi bir bakış açısı sunmuyor ama aşk, önyargılar, mutluluk ve ayrımcılık gibi kavramlar etrafında dönen şaşırtıcı bir romantik komedi olarak ilgiyi hak ediyor.

Emrah Kolukısa

Yapay zeka artık hayatımızın bir parçası, eyvallah. Bilgisayarların gündelik hayatımızın neredeyse her anına sızdığı, elimizden düşürmediğimiz cep telefonlarının haber almaktan sevgili bulmaya kadar birçok konuda bizi yönlendirdiği yadsınamaz bir olgu ve Alman sinemacı Maria Schrader’in “Tam Sana Göreyim” (ya da İngilizce adıyla “I’m Your Man”, orijinal adıyla “Ich bin dein Mensch”) adlı filmi de büyük ölçüde bu gerçekten yola çıkıyor ve büyük meseleleri sorgulamaya soyunuyor; üstelik bir romantik komedi formunda.

MÜKEMMEL İLİŞKİ MÜMKÜN MÜ?

Bu yıl Almanya’nın En İyi Uluslararası Oscar ödülü için aday gösterdiği “Tam Sana Göreyim” herkes için mükemmel bir eş (sevgili ya da koca, karı, her ne arıyorsanız, sonuçta romantik bir ilişki söz konusu) olduğu varsayımından hareketle yola çıkan ve tam da kişinin zevkine uygun bir robot yaratan bir teknoloji firmasının deneği olarak gönüllü olan Alma ile onun için tasarlanmış Tom adlı robotun yaklaşık 3 haftalık test sürecini konu ediniyor. Son derece yakışıklı (Dan Stevens oynuyor bu rolü, hemen belirtelim), kibar, düşünceli, ‘sahibini' mutlu etmeye programlanmış bir robot olan Tom ile aslında hayatında bu tarz ‘hafifliklere' pek yer vermeyen, disiplinli, başına buyruk, yaşlı babası dışında bir yakını ya da samimi bir ilişkisi dahi olmayan (ama bir süre önce boşanmış olduğunu anlıyoruz film ilerledikçe) Alma’nın yer yer komik, yer yer acıklı ama çoğu zaman izleyeni felsefi meselelerle haşır neşir etmeye zorlayan hikayesi muhtemelen sizin de aşk ve hayata dair fikirlerinizde kimi gedikler açılmasına sebep olacak.

Her şeyden önce Tom’u gerçekten bir robot olarak izleyebilir ve yakın geleceğimize dair hiç de uzak düşmeyecek bir tahayyülün yansıması olarak görebilirsiniz. Öyle ya, sonu mutsuz biten ilişkilerin gitgide modern hayatın kaçınılmaz bir aşaması olarak önümüze çıktığı düşünülürse birilerinin bu filmdeki gibi bir algoritma tasarlayarak ısmarlama eşler için girişimde bulunması çok da gerçek dışı olamayacaktır. Zaten Tinder benzeri uygulamalar bunun bir provası değil mi sizce de? Öte yandan Tom’u tamamen bir ‘öteki’ gibi de yorumlayabilir ve her ne kadar mükemmel görünse de sırf öteki olduğu için bir arada yaşamanın olanaksızlığı da “Tam Sana Göreyim”i izlerken aklınıza düşebilir. Bir robot nasıl olur da bir insanı anlayabilir, onun seviyesine nasıl çıkabilir, onun hissettiği acıları nasıl hissedebilir, ya da en azından bir orgazmın ne olduğunu nereden bilebilir? Bu soruları çeşitli versiyonlarıyla sorabilirsiniz, örneğin bir trans birey nasıl olur da bir kadının/erkeğin aldığı cinsel hazzı alabilir, bir Hristiyan nasıl olur da bir Müslümanın inancını anlayabilir, bir Kürt nasıl olur da bir Türk ile evlenebilir?… Aşk hiçbir formunda ayrımcılıktan azade değil ne yazık ki ve burada da kafanızı kurcalayacak meseleler çoğunlukla benzer önyargıların uzantıları aslında. 

İNSAN ÜSTÜN VARLIK MI?

İnsan kendini, kendi suretinden yarattığı bir robottan üstün gördüğü müddetçe başka insanlardan veya diğer canlılardan da üstün görecektir. Ya da tam tersi, yani insan kendini diğer canlılardan ve başka insanlardan üstün gördüğü için robottan da üstün görecektir. Mesele biraz da insanın bu üstünlük takıntısında galiba. Yapay zekaya, klonlara ve robotlara dair gerek edebiyatta gerekse sinemada çok fazla eser var bu konuları işleyen. “Tam Sana Göreyim”i izlerken örneğin aklıma “Never Let Me Go” (Kazuo Ishiguro’nun romanı ve romandan hareketle Mark Romanek’in çektiği müthiş film) ve şu sıralar Türkçesini de okuyabileceğiniz Jeanette Winterson imzalı “Fran-kiss-tein” (Kafka Kitap, Türkçesi: Pınar Kür) geldi. Her ikisi de benzer zihin alıştırmalarına kapı açan güçlü eserler, tavsiye ederim. Ayrıca yakın tarihli bir başka örnek olan Spike Jonze imzalı “Her”den tutun da bilim-kurmaca sinemasının klasiklerinden “Metropolis”e kadar sayısız örnek çıkarmak mümkün elbette. 

Dan Stevens’ın yanı sıra Alma rolünde Maren Eggert’i ve yan rollerde ise Sandra Hüller, Hans Löw ve Wolfgang Hübsch gibi oyuncuları izlediğimiz “Tam Sana Göreyim” Emma Braslavsky’nin bir öyküsünden uyarlanmış. Maria Schrader’i dikkatli izleyiciler geçen yıl Netflix’te çok ses getiren “Unorthodox” adlı diziden de anımsayacaktır, ki orada da koyu bir musevi gelenkle yetişen bir genç kadının Almanya’da yaşadığı kültürel çatışmalar konu ediliyordu. Özellikle son 15 dakikası bir hayli güçlü olan “Tam Sana Göreyim” bu hafta vizyona giren yeni yapımlar arasında bize göre dikkat çeken ve ilgiyi hak eden filmlerden biri.

FİLMİN NOTU: 7/10

PERGAMON’UN KLONU

Filmin baş kadın karakteri Alma Berlin’deki Pergamon Müzesi’nde çalışıyor ve bildiğiniz gibi bu müzede aslında Anadolu’dan parça parça taşınarak yeniden inşa edilen Pergamon Tapınağı bulunuyor. Bu tapınağın bir nevi klonu da denebilir aslında ve Tom’un sonlara doğru bu tapınağın içinde gezindiği sahne çok çarpıcı gerçekten de. Elbette bizim topraklarımızda bizden yüzyıllar önce inşa edilmiş bir tapınağın bir Alman filminde karşımıza çıkması farklı bir duygu yoğunluğu yaratıyor ama kendisi de yapay bir insansı olan Tom’un bu yapay ortamda bulunması da çok manidar, değil mi?