Özgürlük ya da Ölüm: Kürtaj
Bir kadın, geleceği, kariyeri, hayalleri için ölümü göze alır mı? Veya tümüyle kendi bedenine dair bir meselede karar alma hürriyetinin bedeli ölüm olabilir mi?
Başak BıçakKürtaj (L'événement), iki saate yakın süresi içerisinde zihninizde durmadan bu soruların yankılanmasına neden olan ve bir dönem filminden, güncelliğini koruyan bir konuya uzanmayı başaran bir film. Annie Ernaux’nun otobiyografik romanından uyarlanan eser, Vichy hükümetinin yıkıntıları arasına gizlenen bir sorunu kürtaj koltuğuna bırakıyor.
Fransa, 1963... Fransız Üçüncü Cumhuriyeti’nin ‘yumuşattığı’ kürtajı yeniden bir suç haline getiren Nazi zihniyetinin kalıntıları hala Fransız kadınlarının hayatını cehenneme çevirmeye devam ediyor. Cinsel devrim henüz gerçekleşmemiş ve cinsellik kavramı, toplum ve bireyler için tümüyle tabu... Bırakın, bir kadının en tabii hakkı olan kürtajdan bahsetmeyi cinsel içerikli sohbetler dahi utanç kaynağı... Tam da bu sebeple adıyla müsemma bir hadiseden hareket eden Kürtaj, genç bir kadının başına gelen felaketten sonra verdiği savaşı ve bu uğurda ölümü dahi göze alışını alabildiğine cesur ve sert bir portreyle tasvir ediyor.
Fransız taşrasında bir bar işleten ailesinin -aslında daha çok annesinin- kaderinden kurtulmanın tek şansının eğitim görmek olduğuna inanan Anne (Anamaria Vartolomei) başarılı, hırslı bir edebiyat öğrencisi olarak sakin bir yaşam sürdürüyor. 20’lerinin başındaki hemen her genç kadın gibi hayalleri var ve bir kariyer inşa etmek istiyor. Ancak filmin açılışına konu olan ve trajedinin kökenini oluşturan bir dans gecesi, yaz kaçamağıyla kalması gereken bir olayın Anne’in tüm hayatını ve planlarını değiştirmesine yol açacak kadar büyüyor. Kadının bedenine ait bir kararın tümüyle kendi inisiyatifinde olması gerektiği bir dünyada, kürtajın yasak olması ve hatta yaptıranların, ortak olanların suçlu sayılması nedeniyle Anne tamamen yalnız kalıyor ve sessizlik, gizlilik içinde ‘sorununu’ çözmeye uğraşıyor.
Anne, doktordan doktora koşarken ve çaresizce kıvranırken film, onun gebeliğinin haftalarını sessizce ara başlıklar halinde ekrana yansıtıyor ve gerilim ateşine her başlıkla bir odun daha atıyor. Anne dışındaki diğer karakterlere mesafeli duran ve doğrudan protagonistinin dünyasına ortak eden anlatının şeffaf biçemi, filmin seyirci üzerindeki etkisini arttırırken; doğrunun, salt Anne’in kararı olduğuna bizi inandırma kabiliyetini de güçlendiriyor.
Filmin ilk anından itibaren katı, kendinden emin ve korkusuz duruşuyla bizi yolculuğuna dahil eden Anne, haftalar geçtikçe bedeniyle birlikte dönüşüyor; aynada gördükleriyle özgüvenini kaybediyor, gelecek korkusuyla huzursuzlaşıyor. Tanıştığı adama, arkadaşlarına, ailesine, kendisine inanan hocasına rağmen yalnızlaşıyor, yalnızlaştıkça kaygılanıyor, kaygılandıkça öfkeleniyor. ‘Prangalarından’ kurtulmak uğruna bir yeraltı kürtajını kabul ederek geleneklere tek başına savaş açıyor fakat bağnaz bir dünyada kapana kısılmaktan kurtulamıyor.
Kürtaj’ın, ana karakterinin cesareti ve acımasızlığıyla paralel yükselen ama grafik olmayan şiddeti, tam da burada devreye giriyor ve Anne’in kendi kürtaj girişimleri filmi sertleştirmeye başlıyor. Bir doktorun verdiği iğneden, şiş sekansına ve gerçek kürtaja değin bir dizi başarısız teşebbüs, açık bir şekilde resmediliyor. Ancak kamera daha ziyade Anne’in yüzüne odaklandığı için karakterin yaşadığı ıstırabı bütünüyle yüzünden okuyoruz. Bu sahneler ‘doğası gereği’ seyirci için zorlayıcı zira Anne’in çektiği çile, Vartolomei’nin doğal ve gerçekçi performansıyla bedeninden ve ekrandan taşarak seyirciye ulaşacak kadar keskin... Bilhassa finale yakın kürtaj sahnelerinde yer alan ve kürtajı yapan kadının soğuk ve acımasız tavrı, yaz sıcaklığına tezat buz gibi bir odada, sesi duyulmasın diye ‘sessizleşen’ bir kadını da sembolleştiriyor. Cehaletin hüküm sürdüğü bu dünyada, kadın kendi bedeniyle ilgili bir kararı dahi sessizce almak zorunda ve bu kürtaj odası, söz konusu imgenin bir izdüşümü...
Kürtaj’ın iliklerimize kadar işlemesinin sebebi ise burada: dönem filmi olmasına rağmen hala güncel ve dünyada her sekiz dakikada bir kadının ölümüne yol açan bu tabii hak, henüz ikinci uzun metrajını çeken Audrey Diwan’ın ellerinde bir manifestoya dönüşüyor. Diwan, yazar Ernaux’nun kelimelerini beyaz perdede kristalize ederken, bu denli hassas bir meseleyi, olması gerektiği gibi didaktik ve radikal bir üslupla bütünlüyor. Kürtaj, bu haliyle bazı seyirciler için rahatsız edici olabilir ki korku sinemasına aşina olmayanların etkilendiği aşikâr... Ancak bana göre içinde yaşadığımız ve kadınlar için kürtaj hakkını ‘tartışan’ bir dünya daha ürkütücü ve bu film, ondan daha korkunç değil...
Puanım: 8/10