Ölme becerisi ve aşk
İnsan bir proje olduğu, ölümle arasına mesafe koyup yaşamı da yok ettiği bir dünyada aşkın yeri yoktur.
Ayşe AcarÇağdaş insan kendini gerçekleştirilmesi gereken bir proje olarak kavrar. Startup (yeni girişim) olarak bu yeni insan, -meli/-malı uygulamalarıyla iş yapan disiplin toplumunun değil neoliberal “Becerebilirsin” söyleminin bir girişimidir. İnsan bir projedir ve bu proje “sürdürülebilir” olmalıdır. Becerememek, normlara uyamamak, anormal olmak projenin yaşama geçmesine engel teşkil eder.
Byung-Chul Han, yaşadığımız zamana “aynılık cehennemi” diyor. (*) Herkesin herkese benzediği bu cehennemde insanlar ölme becerisinden yoksun bırakılmış ve Hegel’in efendi-köle diyalektiği bu nedenle açığa alınmıştır. Diyalektikte köle ölümü göze aldığı için özgürlüğün muhatabıdır ve köle olmaktan ancak bu biçimde kurtulacaktır. Chul Han’ın aynılık cehennemindeyse ne yazık ki ölüme yer yoktur.
Henüz dile getirilmiş olmasa da ölüm günümüzde bir başarısızlık olarak sezilmektedir. İnsanın beden varlığını olabildiğince geleceğe doğru uzatması, yaşadıkça yaşaması alkışlanan bir gösteriye dönüşmüştür. Sağlığın tek başına mutlak bir değer gibi algılanıp hürmet edilecek şey olmasına dikkat çeken Han’ın şu tespiti dikkate değerdir:
“Çıplak yaşamın kutsandığı yerde, teoloji terapiye boyun eğecektir. Ya da terapi teolojikleşecektir… Oysa tin canlılığını ölme becerisine borçludur.”
Neden ölme becerisi gösteremiyoruz? Ölme çekimserliğinin arkasında yatan şey yaşamın “yaşıyormuş gibi” yapmaya dönüşmesi olabilir. Yaşamdan anlaşılan şey ve onun mekânı olan dünya canlılığı elinden alınmış bir müzedir artık. Agamben’i hatırlayalım. Müze olarak dünya, mabetlerin sekülerleştirilmiş bir formuna dönüşürken hac seyahati yerini turizm etkinliğine bırakmıştır. (**) Gizemi elinden alınan şeylerin apaçık sergilendiği dünyanın müzeleştirilmesi Eros’un (aşk) bizi terk etmesine neden olan şeydir. Aşkla ilişkisi kopan insan, ölme becerisini yitirmiş insandır.
“Aşk” kelimesinin bolca kullanıyor olmamız bizi yanıltmamalı. Aşk ötekinde ölme becerisi gösterme cesaretidir. Aşk, kişinin “ben” dediği öznel deneyimi yitirip kendiliğin bir başkası tarafından ele geçirilmesidir. Ölümü göze alamayan, bu aşk ülkesinden içeri alınmamaktadır.
Ama zaten kim bu ülkeden içeri girmek ister ki? Biri neden benden daha önemli olsun? Neden öleyim? Ölüm tedavi edilmesi gereken bir hastalık, aşk bir zaaftır. Oysa ben bana yeterim.
Tekrar Chul-Han’a dönelim; “Aşk bir ‘iki kişilik’ sahnedir. Bir’in perspektifini kesintiye uğratır ve dünyanın Başka’nın ya da farkın bakış açısından yeniden ortaya çıkmasını sağlar.”
KENDİNİ SEVME PORNOGRAFİSİ
Chul-Han’a göre aşkın olmadığı bir yaşam alışkanlıkları, aynılıkları pekiştirir ve insanı kendi kendini sevme pornografisine iter. Pornografi başkalığı iptal ederek tek kişilik sahnede otoerotik bir etkinlik olarak benliğin narsistleştirilmesine neden olur.
Ölüm becerisini yitirmiş, sağ kalma ekonomisinin pençesinde olmayı aşka tercih edenlerin gasp ettiği ve aşıkların olmadığı bir dünya “yaşayamayacak kadar ölü” olanlarla doludur. Onlar her gün aynı sabaha uyanırlar; müzede sergilenen o eserleri yine ziyaret edip birbirlerine aynı cümleleri tekrar ederek aynılık cehenneminde gezinip dururlar.
Oysa aşıklar bilirler ki ancak ölme cesareti gösterenler yaşayanlardır. Âşık olmak, dirilip yaşamaktır. Sözü Yunus Emre ile bağlayalım;
“Ölen hayvan durur, âşıklar ölmez.”
Not: Yunus’un hayvandan kastettiği şey insan bedenidir.
* Byung-Chul Han: Eros’un Istırabı, Metis Yayınları.
** Giorgio Agamben: Profanations, Zone Books.