#Olduğungibisin ve her halinle güzelsin

Bir kadının saçlarını kaybetmesi ne demek hiç düşündünüz mü? Peki kaybından sonra tekrar nasıl ayağa kalkabileceğini… Aslıhan Begüm Gökçınar “alopesi” hastalığı öncesinde ve sonrasında yaşadıklarını, herkese umut verecek öyküsünü paylaştı.

Deniz Ülkütekin

Toplum bir kadından ne bekler? “Kadın dediğin, güzel, bakımlı olacak, sırma saçları olacak, psikolojisi bozulduğunda kuaföre gidecek.” Aslıhan Begüm Gökçınar’ın öyküsünün güzelliği bu sözlerde gizli.

Toplumun dayattığı çerçevenin dışında hisseden bir kadının kendi benliğini yeniden oluşturmaıs, gücünü yeniden fark etmesi ve kendisi gibi endişeleri yaşayanlara esin olma yolculuğu. Buyurun kendisinden dinleyin.

- Müzik ve dansla iç içe bir çocukluk geçirmişsiniz. Biraz o günlerden ve sonrasında yaşamınızı ve kariyerinizi nasıl şekillendirdiğinizden söz eder misiniz?

Ankaralıyım. Annem öğretmen, babam bürokrat. Bir ablam var. Ben küçükken, ablam Hacettepe Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda yarı zamanlı şan bölümünde okuyordu. O ne zaman konservatuvara gitse, ağlıyordum “Beni de alsınlar, ben de şarkı söylemek istiyorum” diye. Ablamın bir öğretmeni gördü ve hevesim kırılmasın diye son derse girmeme izin verdi. Hatta, final konserine bile çıkardılar. Düşünün, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası’nda dönem konseri veriliyor. Herkes konservatuvarlı. Arada şarkı söyleyen bir bızdık var, o da ben! Azmin zaferi diyebilirim.

Çok hareketli bir çocuktum, öğretmenlerim aileme “Bu çocuğu dansa falan yollayın, enerjisini atması lazım” demiş. Ailem de öğretmenlerimi dinlemiş. Böylece, 16 yıllık dans maceram başladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı Gençlik Halk Dansları Topluluğu’na girdim. Hani bir şarkı vardır ya “Acılarım oldu, herkes gibi ve kimseye kısmet olmayan sevinçlerim” diye… Gerçekten de kimseye nasip olmayan sevinçlerim oldu. İlk temsilimi, Barış Manço’nun Japonya’da Kara Sevda’yı söylediği salonda Japon Prensi’nin huzurunda verdim. Paris’te Eyfel Kulesi’nin karşısında dans ettim. İnanılmaz anılar biriktirdim. Üniversiteden sonra Anadolu Ateşi’ne davet ettiler. Böylece, İstanbul maceram başlamış oldu.

- İstanbul'a nasıl hedeflerle geldiniz?

Anadolu Ateşi’nde bir süre dans ettikten sonra kariyerime farklı bir yol çizmeye karar verdim ve bir etkinlik ajansında işe girdim. Babamın bir lafı vardır: “Hayatta neyi yapmak istiyorsan, mutlaka en iyisini yapmaya çalış.” Ben de bu nedenle işi mutfağında öğrenmeye karar verdim. En ince detayına kadar öğrenmeye çalıştım. Tam, hayalim olan kurumsal bir firmaya geçeceğim dönemde, bir sabah kalktım ve saçlarımın bir bölümü yoktu!

- O günü ve sonrasını anlatır mısınız biraz?

O sabah aklımdan gitmiyor. Sabah kalktım. Saçlarımı topladığımda, önce enseme dokunuyorum sandım, çünkü kafamın alt bölümünde büyük bir parça yoktu. Başta önemsemedim; çünkü, yoğun bir dönemden geçiyorduk, stresten olabileceğini düşündüm. Hemen sonra biraz daha saçımı kaybettim. Sonra da vücudumdaki bütün tüyleri… Kaş, kirpik, her şeyi... O çok beklediğim iş görüşmesine giderken, kafa derimdeki boşlukları boyamak durumunda kaldım.

Doktorlar, dökülmenin durması için hastaneye yatmam gerektiğini söyledi. Ama işe kabul aldığımı öğrendim. İyi bir haber gibi, değil mi? Ama hayır, öyle düşünmüyordum. Kel bir kadını neden işe alsınlardı ki? Kovulacağımı düşünüyordum. Bir önceki işimden ayrılırken aldığım maaşımın neredeyse yarısı fiyatına bir peruk aldım. Fakat, o peruktan nefret ediyordum. İşe giderken peruğu takıyordum, ama iş çıkışında, Levent metrosunda bankamatiklerin orada bir kapı vardır, kimse bilmez ama ben çok iyi bilirim, her gün oraya geçip peruğumu çıkarıyordum.

- Peki yeniden ayağa kalkmayı nasıl başardınız?

Bu toplumda kadın olmak ne demek... Hep bunu düşündüm. Kadın dediğin, güzel, bakımlı olacak, sırma saçları olacak, psikolojisi bozulduğunda kuaföre gidecek. Rimeller, şampuanlar, boyalar, ağdalar, lazer seansları, epilasyon ürünleri… Hiçbirini kullanamıyorum. Toplum kadından ne istiyorsa, onu topluma veremiyorum. Çarkın dışında kaldım! Bir yandan işimden kovulur muyum korkusu yaşıyordum, bir yandan da kendimle yüzleşiyordum. Aynalar parçalandı benim evimde. “Bu hale nasıl geldim” krizleri yaşandı. Nihayet, teşhis koyuldu. Hastalığımın adı “alopesi”ydi.

Bağışıklık sistemim, saçlarımı virüs zannediyor ve döküyor. Onlarca doktora gittim. Çok sayıda deneysel tedavi yöntemine başvurdum. Bir örnek vereyim. Saç hücrelerimi canlandırdıklarına inandıkları bir yöntemle kafa derimi 3 günde bir tuz ruhu gibi bir solüsyonla yakıp bulaşık süngerinin yeşil bölümüyle zımparaladılar. Yaptırdım bunu! Sonunda elimde tek bir atışım kalmıştı; kabul. Kabullenmekle başladı her şey. “Eski halime nasıl geri dönebilirim” diye düşündüm. Dönemiyorsun. Eski fotoğraflara bakıyorsun, dönemiyorsun. Kendini paralıyorsun, dönemiyorsun. O zaman kabul edip yoluna devam etmen lazım.

- Peruk takmayı bıraktığınız ilk gün yaşamınızda bir dönüm noktası olsa gerek. O günü biraz anlatır mısınız?

O tuz ruhunu kafama sürdürdüğüm dönemde bir gün 6 -7 yaşlarında, saçları çıksın diye bu acıya maruz kalan ve çok ağlayan bir kız çocuğuyla karşılaştım. Göz göze geldik ve daha fazla devam edemeyeceğimi anladım. O akşam sponsor olduğumuz bir konser düzenliyorduk ve sahneye çıkacak müzisyenler arasında eski arkadaşlarım vardı. Henüz hiçbir arkadaşım bu halimi bilmiyordu. Ömrüm boyunca dik durdum, herkes beni böyle bilirdi ve peruğun altındaki güçsüz “ben”i görmelerini istemiyordum. Ama o gece kendimle ve herkesle yüzleşmeye karar verdim. Tanıdığım birçok kişi konsere geliyordu ve insanlar kapıdan girmeye başladıklarında ben kapıda peruksuz duruyordum. Hiç beklemediğim kadar güzel tepkiler aldım. Rahatlamaya başlamıştım.

WILL SMITH’İN TOKADI

- Alopesiyle ilgili farkındalık yaratmak için #Olduğungibisin başlığıyla oluşturduğunuz bir farkındalık hareketi var. Bu çalışmadan da bahseder misiniz?

Sosyal medya paylaşımımdan sonra bir anne bana mesaj attı. 8 yaşındaki oğlu benimle aynı hastalığa sahipmiş ve annesi beni gösterip onu motive ediyormuş. Hatta bu güzel çocuk, bazı akşamlar fotoğraflarıma bakarak uykuya dalıyormuş. Mesajdan sonra, başıma gelen bir şeyi kabul ederek her şeyin nasıl daha da güzelleşeceğini herkese anlatmak istedim. Çünkü benim gibi kendini toplumdan soyutlamış insanlar olduğunu görüyordum. Kimi peruk takıyor, kimi durumunu gizliyor ya da evden çıkmıyor. Önce bir dergiye röportaj verdim, sonra çeşitli konuşmalar yaptım. Kendini “öteki” hisseden herkes adına söylemek istediklerimi anlattım. “Aslında hiçbirimiz birbirimizden farklı değiliz. Sonuçta bu bir insan hikayesidir ve belki de tahmin ettiğiniz kadar uzak değildir, tahmin ettiğiniz kadar büyük bir felaket de değildir”, diyordum sürekli.

Will Smith’in Oscar gecesi attığı tokatla hepimiz tokat yemiş gibi olduk. Benim gibi “alopesi” hastası kızı olan arkadaşım Ela Başak Atakan’ı aradım. Hislerimiz karşılıklıydı. “Bir şeyler yapmalıyız” dedik ve hızla harekete geçmeye karar verdik. Yönetmenimiz Cihangir Ateşağaoğlu, ben, Ela, Ayşe Bali ve Selim Kemahlı video çekerek bir hareket başlatmaya, “alopesi” konusunda farkındalık yaratmaya karar verdik. Hiçbir ticari kaygı, maddi beklentimiz olmadan, “alopesi”yi kendi dilimizden anlatmaya çalıştık. Hareketin adını “Olduğun Gibisin” koyduk ve kendini “öteki” hisseden herkesi kapsamasını istedik. Ummadığımız hızda ve yoğunlukta paylaşım oldu. En son aldığımız raporda 41 milyon izlemeye ulaştığımızı öğrendik.

YELKEN BİR TUTKUYA DÖNÜŞTÜ

- Lisanslı yelken sporcususunuz. Deniz tutkunuz ve yelken sporuna ilginiz nasıl başladı?

Bir gün, Avrupa yakasından Anadolu yakasına geçerken aşağıdaki Boğaz yarışını gördüm ve büyülendim. “Yelkenle mutlu olur muyum” diye düşünmeye başladım. Hemen o zamanki çalıştığım kurumun spor kulübü ile başlangıç seviyesi yelken eğitimi aldım. Geçmişinde yelkende birçok başarıya imza atmış olmasına karşın, eğitim aldığım dönemde kurumumuzda aktif bir yelken takımımız yoktu.

Yıllarca profesyonel spor yapmış birinin hobi olarak sporla ilgilenmesi zor oluyor. Bitmek tükenmek bilmeyen zorlamalarımla yelken takımını aktifleştirdik. 8 yıldır Türkiye’nin tüm denizlerinde yarışıyorum. Bu yıl ise Kadın Yelkenciler Spor Kulübü Derneği İstanbul Şube Başkanı oldum. Kadınların ve erkeklerin bir arada yarışabildiği sayılı spor dallarından biri olmasına karşın erkek sporu ve hobisi olarak görünen yelkenin pahalı ve çok güç gerektirdiği algısını yıkmak ve yat hayatına daha fazla kadını dahil etmek temel amacımız.

TEK BAVULLA TEKNE YAŞAMI

- Bir süre önce tekne kiralayıp teknede yaşamaya başladığınızı okumuştum. Hala bu yaşantınız devam ediyor mu? Sizde neleri değiştirdi bu yaşantı?

Tüketim toplumundan çok, kolektif bilincin ve paylaşım ekonomisinin sürdürülebilir bir gelecek için topluma katkısını çok önemsiyorum. Bununla birlikte, şu an kendi imkânlarımla “Teknede nasıl yaşayabilirim” diye düşünürken bir arkadaşımın da önerisiyle tekne kiralamaya karar verdim. Güneyde, “charter” tekne ücretleri tek kişi için imkansızdı. İşim gereği de İstanbul’da olmalıydım. Yönümü İstanbul marinalarında sahiplerinin ilgilenmediği teknelerine çevirdim. Birçok tekne sahibiyle görüştüm ve marina kiralarının aylık bölümünü ödeyerek teknede yaşam deneyimi kazanmak istediğimi belirttim.

Ayrıca teknelerine onlar kadar iyi bakacağım konusunda bana güvenebileceklerinin teminatını da verdim. İlk teknem Elan 340. İlk göz ağrım. Onunla deneyimim inanılmazdı çünkü İstanbul’un en soğuk günlerini vebastosu olmayan ve minimum konfora sahip bu teknede geçirdim. Teknede kaldığım sürede kıymetli deniz insanlarıyla tanıştım. Benimle deneyimlerini paylaşıp destek verdiler. Yaklaşık 2 ay önce evlendim ve iş değiştirdim o günden beri bazen karada bazen teknede kalıyoruz. Tekne hayatı, eskiden dolaplara sığmayan kıyafetlerim varken tek bir bavulla minimal bir hayata geçiş yapmama izin verdi. Bu deneyimin bana berrak bir zihinle daha sade bir yaşamın kapılarını açtığını söyleyebilirim.