Oğula oğul, tahta kan: House of the Dragon
İlk sezonunda “Game Of Thrones”un mirasına sığınan dizi ikinci sezonuyla kendi anlatı dilini oluşturmuş görünüyor.
Başak Bıçak*Dikkat, sürpriz bozan (spoiler) içerir.
“Tanrıların, akrabaların savaşından daha fazla nefret ettiği hiçbir şey yoktur. Ve hiçbir savaş, ejderhalar arasındaki kadar kanlı değildir.”
Taht kavgaları, aile içi savaşlar, entrikalar, ihanet, veraset oyunları, trajedi, şiddet ve kan... Evet, herkesin birbirine düşman olduğu düğün dernek, çoluk çocuk demeden kimsenin gözünün yaşına bile bakılmadığı diyara, Westeros’a yeniden hoş geldiniz...
George R. R. Martin’in, “Game Of Thrones” evreninin ilk yan ürünü (spin-off), “Buz ve Ateşin Şarkısı” serisinden uyarlanan “House of the Dragon” dizisi geçtiğimiz haftalarda ikinci sezonuyla hafızalara kazınacak bir geri dönüş yaptı. “Game of Thrones”tan aşina olduğumuz ve her an her şeyin “mümkün olduğu” bu vahşi topraklarda yaşayan, Demir Taht’ın sahibi Targaryen hanedanının taht kavgasını ele alan hikâye, ilk sezonunda nispeten sakin ve uzun yıllara yayıldığı için sıçramalarla ve farklı oyuncularla anlatısına giriş yapmıştı. Öykünün başlangıcında yakın arkadaş olan tahtın varisi Rhaenyra Targaryen (Emma D’Arcy) ve Kral Eli Otto Hightower’ın (Rhys Ifans) kızı Alicent (Olivia Cooke) arasındaki dostluk önce Alicent’ın, Kral Viserys’le (Paddy Considine) evlenip Rhaenyra’ya rakip yeni varisler doğurmasıyla zayıflamış ardından da Kral Viserys’in ölümü sonucu tahtı oğlu Aegon’la (Tom Glynn-Carney) birlikte gasp etmesiyle düşmanlığa dönüşmüştü. Ancak bu düşmanlığın ufuktaki savaşa işaret etmesi için çok beklememize gerek kalmadı. Çünkü ilk sezonun sonunda, George R. R. Martin’in şanına yaraşır bir biçimde şok edici bir finalle oğullarından birini kaybeden Rhaenyra’nın hiddeti, savaşı iple çeken Daemon Targaryen entrikalarıyla ikinci sezonun girizgâhında adeta bir “kızıl düğün” halini aldı ve sezona oldukça “kanlı” bir giriş yaptık.
Dizinin “Oğula Oğul” isimli ilk bölümü, kitapta “kan ve peynir” denilen bir olaydan epeyce serbest bir biçimde uyarlandığı için daha ilk andan hayranların eleştirisine maruz kalsa da öykülemeden çok ikinci bölümün başlangıcındaki karanlığı, kaosu ve bilinmezliği tarif biçimi, ilk andan görkemli bir sezon olacağının sinyallerini verdi. Dahası ilk sezonunda büyük oranda “Game of Thrones” popülaritesiyle sürükleyen ancak finale kadar görece yalpalayan bir üsluba sahip “House of the Dragon”ın, hak ettiği ve arzuladığı anlatı diline kavuştuğunu düşünmeme yol açtı. Gerçekten de gerilim dolu ve sahnenin barındırdığı kargaşanın ruhuyla paralel tonda bir müzikle açılan “Canavar Rhaenyra”, ilk bölümün sonunda yaşanan dehşet verici katliamın peşi sıra kanla kaplanmış bir çarşaf, ortalıkta koşuşturan insanlar, bağıranlar, sürüklenenler ve her şeyi yok etmeye yemin eden, “savaş ilan eden” bir Kral Aegon’la göz kamaştırıcı bir açılışa imza attı. Bu nefis sinematografi ve kederle yüklenmiş sekans, üçüncü bölümde yukarıda alıntıladığım sözlerle vücut bulan ve aile içi kanlı bir iç savaşın artık ufukta değil Westeros’un tam üzerinde olduğunun bir kanıtı haline de geliyor. Oğula oğul, tahta kan derken büyüyen ve Yeşiller ile Siyahlar arasında büyük bir gerilime yol açan sorun, gerçekten de “prensler öfkelendiğinde acı çekenlerin başkaları olduğunu” fare avcılarıyla diyara hatırlatıyor.
“House of the Dragon”ın heyecan verici ve umut veren ikinci sezonunun açılışında, “Game of Thrones” severlere nostalji yaşatacak bir de kısa plan var. Stark’ların bağlılığını sorgulamak üzere Kuzey’e, Kışyarı’na giden Jacaerys Velaryon’ın haşmetli Duvar’ı gördüğü an hatıralarımızı kısa süreliğine de olsa canlandırmaya ve öncül dizinin finaline yeniden öfkelenmemize yetti de arttı bile. Şaka bir yana finali nasıl olur bilinmez ancak “House of the Dragon”ın ikinci sezonuyla, selefi “Game of Thrones”un tahtı için güçlü bir varis olacağı şimdiden söyleyebiliriz.
*İlk 3 Bölüm incelemesi.