Nomofobi ve iki darbımesel

Nomofobi yani durup dururken telefonunu kaybetme korkusu yaşayan insanlar bana cepteki, defterdeki, sırttaki bilginin yetersizliğini anlattı. İçselleştirilmemiş bilgi sizi âlim yapmaz!

Üstün Dökmen

23 Temmuz 2023 tarihli Cumhuriyet Gazetesi Pazar Eki’nde Deniz Ülkütekin’in Nomofobi adlı yazısını okudum. Yazı, daha önce üzerinde düşünmediğim bir konuyla tanıştırdı beni. Ülkütekin nomofobinin 21. yüzyılda ortaya çıkan hastalık türlerinden birisi olduğunu söylüyordu, psikolog Sim Korçan konuyla ilgili görüşlerini paylaşmıştı. Nomofobi kavramı, çocukluğumda duyduğum, ders çıkarılması için anlatılan iki eski hikâyeyi, yani darbımeseli anımsattı bana. Önce kısaca nomofobiye değinelim. 

NOMOFOBİ

İngilizce “no mobile phobia” sözcüklerinin kısaltılmış şekli olan nomofobi, kişinin durup dururken cep telefonunu kaybetme korkusuna kapılması anlamına geliyor. “Ya çalınırsa, ya ırmağa düşürürsem ben ne yaparım?” Fiziksel bir tehdit karşısında “korku” yaşarız. Örneğin sokakta bir köpek havlayarak üzerinize gelirse korkarsınız. Fakat bazen fiziksel bir tehdit olmadan da korku duygusu yaşarız, örneğin bir köpek fotoğrafı gördüğünüzde veya sadece köpekleri düşündüğünüzde de korku hissedebilirsiniz. Artık bu durumda korktuğunuzu değil kaygılandığınızı söylemek gerekir. Kaygılar giderek belli fobilere dönüşebilir. Adalar vapurunda cep telefonunuzu denize düşürürseniz paniğe kapılmanız doğaldır. Ancak evinizde otururken “Ya telefonumun başına bir iş gelirse” diye düşünüyorsanız kaygılandığınızı, nomofobiye kapıldığınızı söyleyebiliriz. Bu durum günlük yaşamınızı olumsuz yönde etkiliyorsa diğer fobi türlerinde olduğu gibi, bir psikoloğun, psikolojik danışmanın veya bir psikiyatristin desteğine ihtiyaç duyabilirsiniz. Şimdilik Dünya Sağlık Örgütü nomofobiyi bir hastalık olarak tanımlamıyor. Gelecekte bu durum değişebilir.

İKİ DARBIMESEL 

İlkokul öğretmenlerimden Kadir Oğuz şu hikâyeyi anlatmıştı: 

“Çölde bir kervanı durduran haramiler tüm kıymetli eşyaları almaya başlamışlar. Kervanda bulunan bir âlim, elindeki kalınca defteri gösterip, ‘Ben bir âlimim, param, altınlarım sizin olsun, ama lütfen bu deftere dokunmayın, benim bütün bilgim bu defterde’ demiş. Haramibaşı, ‘Ben cahil bir adamım, sen âlimsin; seni kıskandım. Şimdi ben bu defteri yakacağım, sen de benim gibi cahil olacaksın’ demiş ve defteri yakmış.” 

Bu meseldeki kıssadan hisse, “İçselleştirmediğin bilgiler seni âlim yapmaz” şeklindedir. Bu mesele benzeyen bir başka mesel var: Mevlana’nın, “Bir kitabı anlamadan okuyan, ezberleyen kişi, sırtına çuvalla kitap yüklenmiş eşeğe benzer” dediği rivayet edilir. İşte cep telefonunu kaybetme korkusu bana bu iki meseli hatırlattı. Cepteki, defterdeki, sırttaki bilgi yeterince işlevsel değildir. 

DÜŞÜNME BECERİSİ 

Bilginin nasıl işlenmesi gerektiği konusunda Bloom’a ait altı basamaklı bir taksonomi var. Bu basamaklar bilgi, kavrama, uygulama, analiz, sentez ve değerlendirme basamaklarıdır. Cep telefonunuzdaki bilgiler, bu basamaklardan birincisine girer. Bu bilgiler gereklidir ancak yeterli değildir. Sizin bu bilgilerden yola çıkarak düşünme, akıl yürütme becerinizi geliştirmeniz, örneğin analiz, sentez, değerlendirme yapabilmeniz gereklidir. Kaybettiğimiz bir bilgiyi telafi edebiliriz ancak eğer düşünme becerimiz gelişmemişse, kaybolmamış bile olsa cebimizdeki, defterimizdeki bilgiler yeterince işimize yaramaz. 

Galiba pek çoğumuzda cep telefonumuzu kaybetme korkusu var, fakat aslında hepimizde düşünme becerimizi geliştirememek, sorunlar karşısında akıl yürütememek endişesi bulunmalıdır. Kişilerdeki düşünme becerisi eksikliği tüm ülkeler için, özellikle demokratik oylamaların yapıldığı ülkeler için önemli bir tehlikedir. 

Ayrıca bir tehlike daha var, bu da kişinin zihninde yeterli bilgi olmadan fikir beyan etmesi, değerlendirme yaptığını sanmasıdır. Uğur Mumcu bu durumu “Bilgisi yok ama fikri var” şeklinde tanımlamıştı. Böyle olması durumunda kişi, sadece kendisine ezberletileni tekrarlar, sağlıklı akıl yürütemez, bir cep telefonuna bile ihtiyaç duymaz.