Müzik düş kurmaktır

Genç yaşına karşın piyanodaki becerisi, müziğe olan tutkusu ve düş gücüyle klasik müzik dünyasında ismini duyuran Cem Babacan’la hem kendi öyküsünü hem de klasik müzik dünyasını konuştuk.

Mert Cengiz

Cem Babacan, klasik müzik severlerin yakından tanıdığı bir isim. İngiliz şef Howard Griffiths, piyanist Babacan’ı “Genç yaşına karşın, enstrümanında ustalık düzeyine erişmiş ve şaşırtıcı yorum gücüne sahip bir müzisyen” olarak tanımlıyor. 

Hacettepe Üniverisitesi Ankara Devlet Konservatuarı’nda eğitim gören Babacan, sanatında derinleşme tutkusunu saygın müzik okullarından Moskova Çaykovski Konservatuarı’nda Alexander Mndoyants ve asistanı Ekaterina Mechetina ile sürdürdü. Ankara’daki eğitimini fakülte birinciliği ile tamamlayan Babacan, Moskova’daki başarısıyla da “kırmızı diploma”yla mezun oldu. Avrupa’nın en önemli sahnelerinde onlarca kez konser veren başarılı müzisyen, İstanbul Maltepe Üniversitesi Konservatuarı’nda da doktor öğretim üyesi. Klasik müzik alanında dünya çapında adını duyuran piyanist Cem Babacan’ın sanat yaşamını, Türkiye ve Avrupa’daki konser deneyimlerini konuştuk. 

- Biraz alışılageldik olacak ancak müziğe nasıl başladınız? Bu alanda ilerlemek istediğinize nasıl karar verdiniz?

Babamın profesyonel olarak müzikle hiçbir bağlantısı olmamasına karşın çok seçici ve kaliteli bir müzik zevki vardır. Küçük yaştan itibaren bana çok önemli bestecilerin güzel yorumlarını dinletti. Pek çok plağımız vardı. Henüz 5 yaşındayken Alman piyanist Alfred Brendel’in yorumladığı Beethoven’ın 5 numaralı Piyano Konçertosu kaydıyla uyurdum. Piyano sesi ve yapısı ile beni çok etkilemişti. Bunun dışında aynı yaşlarda popüler müziğin de kalitelisini dinletti bana. Beatles, Edith Piaf, Queen, Bülent Ortaçgil vs. Televizyonda estetik yoksunu bir müzik gördüğünde hem kendi tahammül edemediği hem de benim dinlememem için kapatırdı. Belki de bu aşinalıktan ötürü ilkokulda müzik derslerinde başarılıydım ve müzik öğretmenim beni bir enstrüman öğrenmem için teşvik etti. Buna en uygun enstrüman piyanoydu. Babam da o dönem bu isteğime sonuna kadar destek oldu. Sonrasında Ankara Devlet Konservatuvarı’nın giriş sınavlarına girdim ve piyano bölümüne kabul edildim.

- Eğitim ve sanatınıza yaklaşımdaki farklardan söz edebilir misiniz? Ekol farkları var mıydı? Bu durum sanatsal üretiminizi nasıl etkiledi?

10 yaşımdan itibaren hayatımın en ateşli, bilgiye aç ve meraklı olduğum dönemini Ankara Devlet Konservatuvarı’nda geçirdim. Fikir olarak müzikal karakterimin çok büyük bir parçasının orada oluştuğunu söyleyebilirim. Bunun belirli nedenleri var. Birincisi, gerçek anlamda okulun tarihinin verdiği ruh. Müzik ile ilgili teorik bilgilerimin neredeyse tamamını orada aldım. Sınıfım, inanılmaz bir sınıftı. Çoğundan öğrendiklerimi hâlâ uyguluyorum. Birbirimize çalar, öğrendiğimiz çalışmaları gösterir, konserlere gider, kayıtlar dinler, ardından tüm bunları paylaşır, tartışırdık. Ancak fikirlerin uygulamaya geçmesi ve altyapıdaki noksanlık önemli bir sıkıntıydı benim için. Hep bir şeyler eksik kalıyordu çalışımda ve çalışmamda. Moskova Çaykovski Konservatuvarı ve oradaki eğitmenlerim tam bu noktada çok önemli oldu. Müzikal ve teorik bakış açıma çok şey kattıkları gibi, fikirlerimi disiplin ve kontrol altına almayı, yaptığım müziğe yansıtmayı öğrettiler.

- Başarı ve övgüler ile dolu bir kariyeriniz var. Nasıl bir gelecek düşlüyorsunuz?

Hayatımın son on yılında kariyer düşlerinden çok müzikal ve sanatsal düşlerim oldu. Konserlerde seslendireceğim yeni eserleri seçmek, o eserleri nasıl icra edeceğimi düşünmek, hayal kurmak gibi… Bu düşünce yapısı halen devam ediyor. Sadece yaptığım ve yapacak olduğum repertuvarı daha fazla kayıt altına almak istiyorum. Konser yapmak en büyük keyif benim için çünkü her performans yeni bir heyecan. Ancak konser anı uçup gidebiliyor. O yüzden gelecekte kayıt projelerine de daha fazla önem vermek istiyorum.

SALONLARIN AKUSTİĞİ TATMİN ETMİYOR

- Avrupa’da birçok tanınmış sahnede çaldınız, Türkiye’de çeşitli senfoni orkestraları ile konserleriniz oldu… Dinleyicilerin ilgisini nasıl değerlendiriyorsunuz? Salonların kapasiteleri ilgiyi karşılayabiliyor mu? Bir de klasik müzik sanatçılarına ve sanata yeterince kamusal destek sağlandığını düşünüyor musunuz?

Yaptığımız müziğin elektronik bir destek almadan yapılan bir müzik olması konser salonlarının yapısının ve akustik koşullarının önemini öne çıkarıyor. Dünyanın pek çok noktasında bu müziğin icrasına uygun tasarlanmış büyük kapasiteli salonlar var. Türkiye’de bu sayı az. Büyük salonlarımız var ancak bu salonlar genelde kongre gibi etkinliklere yönelik tasarlandığı için çalanı ve dinleyiciyi öngörülenden daha az tatmin edebiliyor. Bu anlamda ülkemizde bu konuya verilen önemin yeterli olmadığını düşünüyorum.  Ancak ne Avrupa’da ne de ülkemizde dinleyicinin katılımı anlamında bir fark hissettim. Ülkemizde hâlâ bu müziği dinlemeyi seven her konseri takip eden bir zümre var. Bir taraftan daha da önem verdiğim merak edenler var. Periyodik klasik müzik konseri, opera temsili yapan çoğu kurumun biletleri çok önceden tükeniyor. Bu şekilde bakarsak kamusal desteğin ülkemizde yetersiz olduğunu düşünmüyorum.