Montessori mi, Waldorf mu, geleneksel mi?

Uzay beş aylık oldu. Biz şimdiden eğitim yaşamını planlamaya başladık. Çocuğun okul öncesi eğitimine yönelik birbirinden farklı yaklaşımları araştırdım. Fakat asıl olanın izleyerek değil, kendi uygulayarak bir şey öğrenmesi olduğuna karar verdim.

Dilşad Çelebi

Oğlum beş aylık olup hafiften bilinçlenmeye başladıkça biz de bebek bakımında bir aşama öteye geçip zihinsel gelişimi için hangi yol izlenmeli sorunsalı seviyesine geldik. Tabii ki öncesinde de ay ay bilişsel gelişimini izliyorduk. Henüz bir aylık bile olmadan gözleriyle bizi takip etmeye başlayınca çoğu annenin aymazlığına düşüp “Bir dahi doğurdum” dedim.

- Çocuğunuz dahi mi? Ne güzel… Ne yapıyor?”

- Efendim, gözleriyle bizi takip ediyor.”

- Anlıyorum…”

O da bir şey mi! Daha doğduğu gün başını havada tutabiliyordu. O zaman da “Aha! Bekle bizi olimpiyatlar” demiştim.

Elbette çocuğumun büyük ihtimalle sıradan olduğunu ve onu başka çocuklarla asla yarıştırmamam gerektiğini biliyorum. Hatta sıradanlığın huzur kapısının anahtarlarından biri olduğunun da farkındayım. Bu yüzden her ne kadar içten içe kimi konularda çok yetenekli olmasını dilesem de asıl mutluluğu, ortalama yetilere sahip olarak bulma ihtimali daha yüksek olduğundan bu isteğimi bastırıyorum. Ancak insan ufak bir parıltı gördüğünde bile kendi kendine heyecanlanıyor işte. Daniel Wegner’in, Dostoyevski’nin “bir kutup ayısını düşünmemeye çalışın. Göreceksiniz ki, o lânetli şey her an aklınıza gelecek” sözünden yola çıkarak yaptığı deney gibi. Ama dert değil… Kutup ayısını kafamın içinde tuttuğum sürece kimseye bir zararı yok.

Şimdiye kadar elimizden gelenin en iyisini yapmaya çabalayarak Uzay’ı yedirmiş, içirmiş… Pardon sadece içirmiş… Oynatmış, uyutmuştuk iyi de… Artık fiziksel ihtiyaçları gereğince karşılamak yetmiyor, işin daha da zor kısmı geliyordu.

Son dönemin popüler akımlarından Montessori geldi tabii ilk olarak aklıma. Her çocuğun farklı bir öğrenme hızı ve yetisi olduğunu göz önüne alarak çocukların kendi becerilerine ve ilgi alanlarına göre esnek ve özgürlükçü bir eğitim süreci tasarlayan bir yaklaşım Montessori [1]. Hele bir de Amazon’un kurucusu Jeff Bezos, Google’ın kurucu ortakları Larry Page ve Sergey Brin gibi etkileyici örnekleri olunca neden böylesine popüler olduğunu kestirebilmek hiç de güç değil. Genellikle anaokulu seviyesinde karşımıza çıkıyor bu kelime. Henüz beş aylık bebeğin okulunu seçtiğimiz filan yok tabii ki. Ona karşı, evdeki tutumumuz için ilgileniyorum bu konuyla. Çünkü sıfır yaşından itibaren başlıyor Montessori eğitimi. Örneğin beş duyusuna hitap eden oyuncaklar ve oyunlar gibi…

Ben, Montessori mi, geleneksel mi ikilemindeyken aydınlanma ablamdan geldi: “Ohoo Montessori’nin modası çoktan geçti. Yeni akımlar var!”  Tarihçesine çalışmamıştım elbette. Biraz araştırınca gerçekten de hiç de yeni olmadığını gördüm. 1870’de İtalya’da doğmuş Maria Montessori’nin bulduğu bir eğitim metodu. 1800'lerin sonu! Eh Türkiye'de ana akımı yaklaşımlarda biraz geriden geliyorduk.

Peki başka akımlar neymiş diye bakınca Waldorf dikkatimi çekti. O da pek yeni sayılmaz ya, 1919’da Almanya’da bulunmuş bir eğitim yaklaşımı. Klasik eğitim anlayışlarından farklı olarak, çocuğu merkeze koyan ve öğretmenin otorite değil yol gösterici rehber olacağı bir eğitimi öngören bu sistemde çocukları birbirleriyle yarıştırmamak, doğayla iç içe olmak gibi öğeler vurgulanıyor [2].  Ben zaten farkına bile varmadan uygulamışım bu yaklaşımı. Bir zamanlar çocuklara verdiğim yaratıcı yazarlık eğitimlerinden birinde sınıfa “bana öğretmenim demeyin, burada hepimiz eşitiz.” diye giriyordum söze. Hepimiz birer lakap buluyorduk kendimize. Benimki malum: Şatşat... Herkes yeni isimlerini bir kâğıda yazıp göğsüne yapıştırıyordu. Sonra başlıyorduk yazmaya.

Montessori, Waldorf, Reggio Emilia ve niceleri… Farklı eğitim metotları izleyen pek çok okul mevcut. Hepsinin çıkış noktasını yapıcı ve özgürlükçü bulsam da ne yazık ki günümüzde ve toplumumuzda çoğu ebeveyn sömürü yöntemine dönüşmüş durumda. Ezbercilikten kaçan ve pratiğe dayanan uygulamacı eğitimin kırsala gidildikçe arttığı kolayca tahmin edilebilir. Hatta annesi babası köyde büyümüş biri olarak, köydeki çocukluğun, izlemekten ziyade yaparak geçtiğini biliyorum. Ben de ne zaman köye gitsem bir yapma silsilesinin içinde buluyorum kendimi.

Neticede ben de yapmamız gerekenin biraz geleneksele dönmek olduğuna karar verdim. Zaten içgüdülerle, çocukla yaşanan etkileşimle ve biraz da zekayla bulunuyor eğitimde en doğru akım. Fikir almak için araştırmakta elbette fayda var, ama en güzeli tüm bu süreci bir çocuk gibi oyun olarak görmek, anı yaşayıp, o sırada oyunun bir parçası olmak bence. Uzay’ın da kendi istekleri olan bir birey olduğunu daima göz önünde bulundurarak, eğitmeden oynayarak ve birlikte bir şeyler yaparak geçireceğimiz günler hayal ediyorum.

KAYNAKÇA

[1] Montessori, M., Hunt, J.M., & Valsiner, J. (2014). The Montessori Method (1st ed.). Routledge. https://doi.org/10.4324/9781315133225

[2] Kotaman, H. (2009). Rudolf Steiner ve Waldorf Okulu. Yu¨zu¨ncu¨ Yıl U¨niversitesi, Egˆitim Faku¨ltesi Dergisi. Haziran 2009. Cilt:V1, Sayı:I, 174-194