Modern Bir Binbir Gece Masalı: Üç Bin Yıllık Bekleyiş
Tilda Swinton eşliğinde fantastik bir Doğu seyahati.
Başak BıçakMacar film kuramcısı Bela Balazs, eski filmlere ilişkin şöyle yazar: “Özellikle en derin trajedilere kahkahalarla güleriz ve böyle antikalıkların yalnızca 20-30 yıl önce ciddiye alındığına pek inanmayız. Peki ama neden? Nedeni, filmde gördüğümüz şeyleri kendimizle ilişkilendirmemizdir, o henüz ‘tarih’ olmamıştır. Yakın geçmişteki kendimize güleriz. Henüz güzel ve değerli bir eski kostüm değildir, ne kadar tuhaf olursa olsun, o bize komik gelen şey, geçen yılın modasıdır.”
Balazs’ın eski moda olana “hâlâ” gülmek olarak betimlediği durumu, George Miller’ın yeni filmi Üç Bin Yıllık Bekleyiş’i izlediğimde yeniden anımsadım. Bu yıl ilki düzenlenen Evrensel Bilim Kurgu ve Fantastik Film Festivali’nin açılışında gösterilen film, kelimenin tam anlamıyla Alaaddin’in sihirli lambasından İstanbul’da çıkan bir cin hikayesi. Mad Max Fury Road ile tüm zamanların en iyi kıyamet sonrası aksiyonlarından birine imza atan Miller’ın kendisinden beklenmeyecek ve olasılıkla onun kulvarında başka bir yönetmenin çekmeyeceği (ya da çekemeyeceği) bir Doğu destanıyla ortaya çıkmasıysa bu filmi kendisi için çektiğine yönelik inancımı güçlendirdi. Eski moda olmanın yanında, politik eksende “sıkıntılı” hatta oryantalist görülebilecek yorumlara sahip olmakla birlikte, perdeye düşen görüntünün, sinemanın ilkel dönemlerindeki gibi “büyülü” olduğu bir eser var önümüzde ve cezbediciliği de yüksek.
Anlatıbilim uzmanı Alithea (Tilda Swinton) isimli bir akademisyenin İstanbul’a bir konferans için gelişiyle açılan eser, uçakta kitap okurken izlediğimiz ana karakterinin öyküsünün, birazdan anlatacağı masallarla ilk bileşimini ilan ediyor. Bu küçük fakat “bilgiye duyulan aşkla ilgili” an hem filmin kalbinde hem de Alithea’nın The Djinn’le yaşayacağı aşkın kökeninde yer alan özün açıklandığı başka bir sekansla (Zefir) doğrulanıyor. Öyle ki Pera Palas’taki odasında, Kapalıçarşı’dan aldığı bir şişenin içinden çıkan The Djinn’in (Idris Elba) anlattığı öykülere duyduğu merak da benzer bir güdünün ürünü. Çünkü duygularını anlatmakta zayıf bir kadının hisleri tasvir etmeye yönelmesi gibi The Djinn’in kendisinden üç dilek tutmasını istediğinde, arzuladığı bir hayalinin olmaması da yine anlatının çekirdeğindeki bilgi ve aşk gibi konularla ilişkili.
ORYANTALİZM VE ÖTEKİ SORUNU
Üç bin yıldır sıkışıp kaldığı şişeden çıkıp cinler diyarına dönebilmek için “kurtarıcısı” Alithea’dan üç dilek tutmasını bekleyen The Djinn’in anlattığı masallarla açılan ve birbirine zincirlenen hikayeler Binbir Gece Masalları’na dönüşürken duyguyu öğrenen Alithea Şehriyar’a, masallarıyla onu eğiten The Djinn ise Şehrazat’a evriliyor. Dini metinlerdeki Süleyman ve Belkıs’ın öyküsünden, Kanuni devrindeki Gülfem’in Mustafa’ya beslediği aşka, Yeniçeri isyanlarıyla kavrulan Kösem Sultan ve 4. Murat döneminden, imparatorluğun son yıllarında Zefir’in bilgiye duyduğu sevgiye değin çağlar boyu süren bir serüvene ortak oluyoruz. Özellikle Osmanlı anlatılarında resmettiği Doğu fantezisiyle oryantalizmin cazibesine kapılsa da bu durumun rahatsız edici boyutta olmadığını ve bu dünyaya, eski usul egzotik bir drama olarak bakılması gerektiğine inanıyorum. Sonuçta beyaz efendisi Alietha’nın tutsağı olan siyahi köle The Djinn, söylemi de dahil olmak üzere pek çok bölüm “öteki”yle ilişkide problemli görülebilir ancak Miller’ın niyeti yalnız geçmişin siluetleriyle bezeli fantastik bir aşk antolojisi anlatmak... Ve bu hayalini gerçekleştirirken de Zerrin Tekindor’dan, Erdil Yaşaroğlu’na, Ece Yüksel’e, Burcu Gölgedar’a değin pek çok Türk’ü de kadrosuna dahil eden yönetmen, antik çağlara ihtişamlı, ıstıraplı ve romantik bir yolculuğa da ev sahipliği yapıyor.
*Bela Balazs, Sinema Kuramı, Doruk Yayıncılık, 2019.
Puanım: 7/10