Meltem Cumbul: 10 yıl kadar işsiz bırakılmam nedeniyle beni ekranlarda göremediniz
Yeteneği ve enerjisiyle 90’lı yıllardan bugüne izleyicisine iyi ve güzel günleri hatırlatan bir isim Meltem Cumbul. Ancak o artık çok farklı bir kulvarda mesleğini sürdürüyor. Oyunculuğu, toplumsal ve siyasi bağlamıyla ele alan ve bunu sahne üstündeki çözümlemeleriyle anlatan Cumbul, Bent Oyununda Fütursuz Oyunculuk” isimli ilk kitabıyla 2013 yılında sahneye koyduğu “Bent” oyununa beden ve mekân hafızasının izini sürerek geri dönüyor.
Deniz ÜlkütekinMeltem Cumbul’u unutulmaz oyunculuk performansları ve bitmek bilmeyen enerjisi ile tanıyor olabilirsiniz.
Ancak o uzun süredir mesleğini hem akademik hem de kuramsal bir yoldan sürdürüyor.
Bu yolda ilk kitabı ise çok özel bir çalışmanın ürünü. Habitus Kitap etiketiyle çıkan “Bent Oyununda Fütursuz Oyunculuk”, Cumbul’un D22 tiyatrosu için 2013’te sahenye koyduğu Martin Sherman’ın “Bent” adlı oyununun Eric Morris’in “Sistem” isimli oyunculuk tekniği üzerinden çözümlemesini anlatıyor ve eş zamnalı olarak oyunun sahnelendiği Hamursuz Fırını’ın mekânsal dönüşüm hafızasına okuyucuyu götürüyor.
Sözü Cumbul’a bırakalım...
- “Bent Oyununda Fütursuz Oyunculuk” ilk kitabınız, aslında bir tez çalışması olarak başlamış, sonradan kitap diline çevrilmiş ve oyunda sizin yönetmenliğinizde sahnede yer alan oyunculardan birinin hafızası bize kitap boyunca eşlik ediyor. Hem oyuna ev sahipliği yapan Hamursuz Fırını’nı hem de oyundaki karakterlerin inşa sürecini eş zamanlı olarak takip ediyoruz. Böylece oyunu ortaya çıkaran içsel ve dışsal deneyimler örüntülü bir yol izliyor.
Tarifiniz için teşekkür ederim. Bent oyununda yer alan aktörlerden biriyle ve ‘Sistem’ kurucularından Eric Morris ve yönetmen olarak bendeniz üzerinden hafızalarımız kitap boyunca okuyucuya eşlik ediyor. Aktörlerden biri ve Eric Morris’le yapılan mülakatlar sonucunda “sistem” üzerinden sorulan sorular cevaplanıyor. Günümüz sahnelerinde kullanılan oyunculuk biçimlerinin çoğu oyuncunun yansıtmayı arzu ettiği karaktere hangi araçları kullanarak ulaşacağını (işçilik) gösterip oyuncunun enstrümanı yani kendisiyle “oluş hali” ile ilgilenmeyi ses-nefes-beden üzerinden çalışan tekniklerle irdeler.
1960lı yıllarda kendi enstrümanı üzerinde yaptığı çalışmalarla ilk adımları atmaya başlayan Eric Morris ise “Sistem” adını verdiği oyunculuk kuramını geliştirdi ve Konstantin Sergeyeviç Stanislavski “Sistem” kökenli bu kuramı geliştirmeye devam ediyor. Bu çalışma, İstanbul’da 2012 yılında provalarına başlanan ve 2013 mart ayında sahnelenen Martin Sherman’ın yazdığı “Bent” isimli oyunun “Sistem” üzerinden çözümlemesidir. Aktörler, zaman ve mekân bu kuramın içeriği üzerinden şekillendirilmiş, sistematik bir biçimde öncelikle adına “enstrüman” denilen, oyuncunun ruh, beden, zihin bütünlüğüne odaklanılmış, oyuncuyu “an”ı “olma” hali ile deneyimlemekten alıkoyan toplumsal zorunluluklardan kendi tercihiyle soyunmaya teşvik ederek “felsefi fütursuzluk, prova fütursuzluğu ve gösteri fütursuzluğu” üzerinden çalışması sağlanmıştır.
Eric Morris “Sistem”inde oyuncunun “enstrüman”ı için 700 egzersizden 60'ı kullanılmıştır yine oyuncunun seçimini yaratmak için kullanabileceği 31 farklı araçtan 22’si kullanılarak işçilik çalışması gerçekleştirildi. Tez yazım sürecinde de ‘Sistem’ kullanılmıştır. Duyu ve duygusal hafıza üzerinden anlatılan bölümler için enstrümanımda yaptığım çalışmalar, “logi egzersizi”, “kişisel envanter”, “duyarlılaştırma” “benlik envanteri”, “öz saygı günlüğü tutmak”, “kinestetik duyum”, “olay yerinde duyu ezberlemesi” ve “terk etme”. Kullandığım işçilik sürecinde ise yazımda çokça imgeleme, imgelerin parçalanması ve parçalanan imgelerin görselleştirilmesi var.
Mekân anlatımımda bunu görebilirsiniz. Kitabın fütursuz anlatımı için anbean iç monolog imgelemesi temel alındı. Kişisel gerçeklik, seçici vurgu, seçici pekiştirme, mevcut uyaranlara karşı iç-diş monolog, hayali monolog, provoke eden sözcükler, dinlemede seçicilik, monolog paylaşımı, duyusal öneri… Kitap yazımında kullanılan belli başlı seçim yollarından. Seçim olarak kişiler, mekân ve nesneler kullanıldı. Tezden kitap diline geçiren editör Emrah Yaralı’ya da teşekkür ederim. Tezde kendimden “o” diye bahsederken “ben”e çevirisi Emrah Yaralı tarafından başarıyla yerine getirildi.
- Kitapta sözü geçen önemli bir kavram var: Duygu belleği... Bent ile ilgili hafıza çalışmasında anladığım kadarıyla oyunu kendine özgü kılan, bu yıllar sonrasına uzanan duygu aktarımlarının ilk günkü tazeliğinde olması. Sizce bu kalıcılığı sağlayan neydi?
“Sistem”in kurucusu Stanislavski, “gerçeklik” olgusunun oluşumunda etkin yazarlardan Anton çehov’un eserlerinde insanların içsel dünyalarına ilişkin gerçeğe sadık kalma durumlarından etkilenir ve bu gerçekliğe ulaşabilmek, içsel deneyim araçlarının keşfinde psikologlardan faydalanır. 1897’nin Haziran ayında Vladimir Nemiroviç-Dançenko’yla kurduğu Moskova Sanat Tiyatrosu repertuarının çoğu “psikolojik gerçeklik” üzerinden yazılmış çehov‘un eserlerinden oluşuyordu.
1917 Devrimi öncesi psikologlarından The´odule-Armand Ribot, “entelektüel bellek” ile “duygusal bellek” arasındaki ayrımı netleştirdikten sonra Stanislavski, aktörün içsel olarak deneyimlemesi için sistemine Ribot’nun “duygusal bellek” kavramını dahil etti. Böylece, “duygusal bellek” aracılığıyla içsel deneyimlemenin temelini oluşturdu. 1930’larda da bu yaklaşımın terminolojideki ismi “coşku belleği” oldu. Belleğin bu çeşidini ilk defa tanımlamaya çalışan Ribot’nun yaptığı gibi “coşku belleği”nin ne anlama geldiğini de kendi öykümüzden yola çıkarsak bir yönetmen ve bir oyuncu, ilk oyunları “Bent”te birlikte çalışıp D22 Tiyatrosu‘nu kurduktan sekiz yıl sonra izlenimlerini anlatırken bulurlar kendilerini.
Biri, yaptığı her şeyi en ince ayrıntısına kadar anımsar: Nasıl, niçin, nereye gitmiş, nereye tırmanmış, nereden inmiş, nereye atlamış, nereden atlamış... Diğeri ise duyduğu, duyurduğu bütün coşkuları da anımsar. Kendinden emin olma, güven duygusu, dayanışma, korku, heyecan, tutku, sevgi... İşte, Ribot’nun söz ettiği coşku belleği bu duygular silsilesidir. Stanislavski “Sistemi”ni Amerika’da geliştiren en önemli kuramcı ve eğitmen Lee Strasberg bu yaklaşıma, üzerinde değişiklikler uygulayarak “duygu belleği” adını verir. 1950’lerden itibaren sistemin öğretildiği Lee Strasberg’ün kurucusu olduğu Actors Studio’dan Martin Landau’nun öğrencisi olarak mezun olan Eric Morris, Fütursuz Oyunculuk kitabında, kendi sisteminde yer alan 12. seçim yolunu, “duygu belleği” ismiyle anlatır: “Duygu belleği yaşamınızdan tüm bir deneyimi yeniden yaratma sürecidir. Bu süreç, yaşamak istediğiniz deneyimin olduğu “an”a kadar olan her şeyi içerir.
Oyuncu, duygu belleği sürecine o olayın meydana geldiği günün ilk saatlerinden başlayabilir. Tüm süreç duyu belleği kullanımı aracılığıyla gerçekleştirilir. Bir duyu belleği yaklaşımını başarıyla yürütebilmek için duyu belleği yaklaşımı ve süreci hakkında gelişmiş bir anlayış ve ustalığa sahip olmanız gerekir!” Stanislavski, “Bir Aktör Hazırlanıyor” kitabında, coşku belleğinin duygudaşlık yoluyla da yaratılabileceğini söyler.
Sadece kendi başımıza gelen geçmişte yaşadığımız olayların coşkularını (duygu) değil başkalarının coşkularına da duygudaşlık yaparak onlarla paylaştığımız duygular kendi öz duygumuz olana dek inceleyebiliriz. “Coşku Belleği”ne örnek olması adına yönetmen olarak “Horst” karakterini oynayan aktör Emir Çubukçu’yla yaptığım mülakatta, Stanislavski’nin “Coşku belleği” aracı üzerinden, D22 Tiyatrosu’nun kuruluşu ve “Bent” oyununun sahnelenmesi sürecindeki bazı coşkulara seçilmiş vurgu yaparak kimi duyguların yeniden yaratılmasını sağladım. Bu duygular arasında aktörün oynadığı “Horst” karakterinin zorunluluklarından birkaçı da var. Mülakat, aktörün oyunla alakalı hafızasında kalan genel kanıyla başladı. Aktörün coşkularını inceledim ve yer yer onun coşkularına duygudaşlık eden imgesel kışkırtıcı olarak kullandığı fotoğrafların da aktörün hafızasında itici güç olması üzerine çalıştım.
Bozcada’da bir otelde yaptığımız mülakatta, iç uyarıcı olarak “Bent”in metnini de aktöre tercih olarak kullanması adına, oyunda bulunan duygu ve düşüncenin gereklilikleri (zorunluluklar), metinle temasında aktörün coşkularını daha rahat aktarabilir hale gelmesi için verdim. Aktör de üç buçuk sezon oynanan oyunun onun bedeninde ve zihninde nasıl yer ettiğini duygu belleği üzerinden açıklamış oldu. Enstrümanın (oyuncu) güvenilir bir alanda olması, güvenilir kişiyle çalışılıyor olması, duyu hafızası yaklaşımı ve sürecine hakim bir kişiyle çalışıyor olması, kendi başına duyarlılaşma egzersizlerinin sistematik olarak çalışması, duyu hafızası üzerine sistematik olarak çalışmak duygu belleğinin kalıcı bir şekilde uygulanmasını sağlıyor.
- Eric Morris “Sistemi”yle nasıl tanıştınız?
2005-2007 yılları arasında Eric Morris ile Los Angeles’taki stüdyosunda, laboratuvar ortamında çalıştım ve üç yıl boyunca haftada on beş saat süren çalışmalarda, Eric Morris “Sistem”ini hem bire bir kendi bedenim üzerinde hem de atölyeye katılan aktörlerle deneyimledim. “Sistem”in pratiğini Hollywood’da “Alfabe Katili” ve “Güzel Bir Hayat” isimli sinema filmlerinde aktör olarak gerçekleştirdim. 2008-2009 yılları arasında İstanbul’da “Aşk Yakar” dizisinde aktörlüğün yanı sıra senaryo yazım ekibinde de yer alarak bir yıl süren hazırlık çalışmalarında temel rollerin aktör seçimlerinde bulundum ve bu rollerin kast çekimlerini içeren çalışmalarda yer aldım.
Seçilen rollerdeki arkadaşlara, provalar sırasında ve set ortamında, oyunculuk yöntemi olarak nasıl bir teknikle ilerleneceğini aktarma görevini de bu süreçte üstlendim. Eric Morris, Türkiye’de ‘Sistem’in öğretilmesi için beni seçmişti. Bunun bir sonucu olarak, Eric Morris “Sistem”ini öğretmek üzere yüksek lisans mezunu olduğum okulda Mimar Sinan Güzel Sanatlar üniversitesi İstanbul Devlet Konservatuvarı tiyatro anasanat dalında 2009’dan itibaren dokuz yıl ders verdim.
Stanislavski ve Eric Morris “Sistem”i öğrettiğim diğer okullar; Bahçeşehir üniversitesi İletişim Fakültesi Sinema ve Televizyon Bölümü, İstanbul Aydın üniversitesi Drama ve Oyunculuk Bölümü Yüksek Lisans Programı, İstanbul Okan üniversitesi Konservatuvarı Tiyatro Bölümü. İstanbul Büyük şehir Belediyesi şehir Tiyatroları ve Toy Tiyatrosu, atölye çalışmaları yaptığım ve ‘Sistem’ üzerine eğitim verdiğim Tiyatroların başında geliyor. Halihazırda Meltem Cumbul Studio’da “Sistem” üzerine eğitim vermeye de devam ediyorum.
Bahçeşehir Üniversitesi Sahne Sanatları Bölümü’nde de 2025 yılı itibariyle ders vereceğim. “Sistem”i tiyatroda aktör olarak “Göl Kıyısı”, “E-Mülteci.com”, “Ben Sevgili Milena” oyunlarında yönetmen olarak ise “Bent”, “Blu” ve “Ben Sevgili Milena” oyunlarında deneyimledim.
- Oyunculuk yöntemlerinin tarihsel gelişimini psikoloji, psikoterapi gibi insan bilişselliğine yönelik çalışan alanların kullandığı yöntemlerin gelişimiyle bir eş zamanlılık içerdiğini düşünmüşümdür. Bu açıdan çağın gerektirdiği psikolojik yaklaşımlar aynı zamanda oyuncunun ele aldığı karakteri işleme biçimine de güncel algı seviyeleri açısından ışık tutar diyebilirim. Kitabınızın odak noktası olan “fütursuzluk” kavramını bu açıdan değerlendirirseniz esin aldığı kendinden önceki yöntemlere göre nasıl farklar içeriyor ve sizin sahneye hem yönetmen hem oyuncu gözüyle bakışınızı nasıl etkiledi?
Fütursuzluk kavramı üçe ayrılır. Prova, gösteri ve felsefi fütursuzluk. Prova ve felsefi fütursuzluğa örneklendirme olması açısından size provalara başladığımız ilk alan olan “The Hall”dan bahsedeceğim. Kasım 2012‘de İstanbul’da “The Hall”da çalışmaya başlama nedenimiz, bu mekânın, ötekileştirilmeyi yaşayan seks işçisi trans bireylerin sokağında yer almasıydı.
Bu anlamda prova yapmaya başladığımız ilk mahalleyi Foucault üzerinden ele alalım. Biyo-iktidar çağının başlamasıyla, siyasal açıdan cinsellik büyük önem kazanır. İktidar cinselliği biçimlendirir, meydana çıkarır, kontrol altında tutmak için de denetim sağlar. Beyoğlu sokaklarında çalışan seks işçilerine dönüp baktığımızda da sistematik olarak kontrol altında tutulduklarından durum Foucault’nun “hapishanede panoptikon” benzetmesine benzer niteliktedir. Bir oda içinde Romen bir gözetmen kadın tarafından denetimin sağlandığı bu alanlardan birinde 18 saat çalıştırılmış ve konuşmaya bile mecali olmayan trans bireyin vücudu, titremeyle tepki verir. Seks işçisi trans bireyin gözetlendiği için davranışlarını düzenlemeye çalışmak durumundadır.
Titremeyi kesmesi, bedenini tekrardan arzu edilir ve zorunlulukları yerine getirir hale getirebilmesi gerekir. “Bütünü gözetlemek” anlamını taşıyan Foucault’nun “panoptikon” kavramı ve “hapishanede panoptikon” benzetmesi ise bu verdiğim örnekle doğrudan ilişkilidir. Biyo-iktidarın hedefi, insanın politik yaşamı değil çıplak hayatıdır. Buna göre insan siyasetin öznesi değil ancak nesnesi olabilir. çalışmada sadece söz olarak geçen “Simon dedi ki”, oyununun gerçekleştirilmesiyle başladığımız prova süreci ve The Hall’un bulunduğu mahalle, bizzat trans bireyler tarafından korundu. Korunmaya ihtiyaç duyulma nednei eserdeki karakterlerin de korunma ihtiyacından kaynaklıdır.
Gözetlenenler, “gözetlenme” ihtimali olan oyundaki karakterleri -gerçek yaşamda oyuncu olan kişileri- korudular. Foucault’nun “hapishanede panoptikon” benzetmesi tam olarak sahnelemede hamursuz fırınına yerleştirilmiş bir alan oldu. “The Hall”da yaptığımız provalara sırasında gözlemlediğim insan deneyimleri de aktörlerin toplama kampında kaya taşıma ve sorgulanma sahneleri için kullanılır hale getirildi.
- Kendinizi iyi hissetmek için yaptığınız bir rutin var mı?
Tai Chi yapıyorum 19 yıldır.
‘10 YIL İŞSİZ BIRAKILDIM’
-10 yıldır yurt dışında ve ülkemizde tiyatro, eğitmenlik, yönetmenlik ve tabii kitap yazmak gibi birçok üretimde bulunsanız da sizi ekranlarda pek göremedik. Bu bilinçli bir tercih miydi?
Oyuncular Sendikası başkanlığı dönemimde (2014-2017) “Bu sette çocuk var” kampanyamız gereğince yasa çıkartmamıza karşın yönetmelik çıkmadığı için çocuk işçi çalıştırma kuralları konusunda anlaşmazlığa düştüğümüz yapım şirketi ile oyuncu olarak yer aldığım dizi çalışmasında ilk bölüm çekilirken yollarımızı ayırmıştık. Yapım şirketinin özür açıklamasına kaşrın 10 yıl kadar işsiz bırakılmam nedeniyle beni ekranlarda göremediniz. “Güzel Aşklar Diyarı” isimli diziyle sürekli bir rol teklif edilmiş oldu. Teklifi getiren Boyut Film ve Med Yapım’a teşekkür ederim.
KİTAPLAR VE MÜZİKLER
- Son zamanlarda hangi kitapları okudunuz ve hangi müzikleri dinlediniz?
Burhan Sönmez - “Labirent”, Güliz Beşe Erginsoy - “Kuklamu”, Ayşe Erbulak - “Aile Cinayetleri”. Bağımsız İngiliz müziğini her zaman tercih ederim.