Mega yıkıma karşı ses çıkarın: 200 bin ağaç ölecek
Danıştay'ın, Kanal İstanbul projesi kapsamında "Halkalı-Ispartakule Arası Demiryolu Hattı İnşaatı" iptal etmesi ve 22 Mart Dünya Su Günü etkinlikleri kapsamında Kanal İstanbul'un yaratacağı çevre tahribatına yönelik açıklamalar, çok tartışılan projeyi yeniden gündemin ilk sıralarına taşıdı.
Ayça CeylanDoğayla dengeli bir yaşam sürmek varken onunla çatışma halini tercih eden bazı insanlar tarih sahnesinde her vakit mevcut. Doğanın karşısında hükümdar olma hissiyatı ile dolan bu benlikler insanlığın tümünü geri döndürülmez durumlarla karşı karşıya bırakır. Bugün küresel ısınma, iklim krizi, ritminde sürmeyen doğa olayları, su ve gıda sorunu, kalitesiz bir yaşam biçimi, diyorsak doğayı talan ederek kendini mega yapılarla ölümsüzleştirmeye çalışanlara bir bakın derim. İçinde yaşadığı topluluğu ve bilirkişileri hiçe sayıp yola devam etme halinin örneklerinden biri de mega yapı Kanal İstanbul!
2011 yılında “Çılgın proje” olarak karşımıza çıkan Kanal İstanbul’un altı köprüsünden biri Sazlıdere Köprüsü’nün temel atma töreni 26 Haziran 2021’de gerçekleşmişti. Tam da bu esnada Marmara Denizi’nin yüzeyi müsilaj ile kaplıydı. Her konuda olduğu gibi bu konuda da hızlı bir müdahale olmuş ve müsilaj sorunu ortadan kalkmıştı ya da şöyle diyelim kamuoyuyla paylaşılan böyle olsun denmişti. Şubat 2022 sonunda Maltepe civarında görülen müsilaj, deyip yazıma devam etmek isterim. Deniz salyası nam-ı diğer müsilaj sadece görüntüden ibaretmişçesine, denizlerdeki yaşamı hiçe sayarcasına yapılan açıklamalardan utanç duymalıyız. İstanbul gibi içinden deniz geçen bir şehrin deniz kültürünü hiçe saymak değil de nedir bu. Deniz kültürüne katkı yapmak yerine lineer ekonomi modeline göre yola devam etmek, sürdürülebilir yaklaşımları reddetmek iklim krizi kapımızı çalmışken ne derece doğru bir yaklaşım? İstanbul'un kültürel mirası ve biyoçeşitliliği açısından ele alındığında projenin içeriği ne gibi riskler barındırıyor? Peki deprem riskinin yoğun olduğu bir şehirde yaşayan İstanbullular için ne derece güvenli? Lütfen bu soruları kendimize, yakın çevremize ve yetkililere yüksek sesle soralım. Sesimizi duyurmaktan başka çaremiz yok. Sesimiz, hikayelerimizi anlatır, mega yapılar değil!
İstanbul’u, içinden iki deniz geçen bir şehre dönüştürme hedefindeki Kanal İstanbul'un uzunluğu yaklaşık 45 kilometre, taban genişliği 275 metre ve derinliği 20,75 metre olacakmış. Kanalın niceliksel büyüklüğünün getirdiği yıkımın bir kısmını özetlemek gerekirse; İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ve İstanbul Planlama Ajansı’nın Kanal İstanbul Çalıştayı raporuna göre kanalın geçeceği alanda toplam 200 bin ağaç kesilecek, 136 milyon metrekare tarım alanı, 13 milyon metrekare de mera alanı yok olacak. Lütfen bu projeyi sadece su yolu, İstanbul Boğazı’nın geleceğinin güvenliği gibi tamlamalarla tanıtmaya çalışmayın. Kanal İstanbul; başta İstanbul, sonrasında Karadeniz’e kıyısı olan tüm alanlar ve Dünyamız adına büyük riskler içeren yıkıcı bir proje. Su yolunun etrafına yapılan konutların reklamı, projenin sözde getireceği yüksek miktarda kar, turizm atağı gibi önermeleri yaparken çevreci modellere, ekonomik yaklaşımlara bakılıp bakılmadığını merak ediyor insan doğrusu. İşler sarpa sardığında sıkça duyarız ya “hırs öylesine gözünü bürümüştü ki…” işte benim de bazı bazı Kanal İstanbul’u destekleyenlerle ilgili kulağıma çalınıyor.
Gelelim Kanal İstanbul’un bir önceki paragrafta bahsi geçen İstanbul’u içinden 2 deniz geçen bir şehre dönüştürme hedefine. İstanbul, içinden geçen bir deniz -İstanbul Boğazı- ile kadim bir şehir. İlk bakışta gerçeküstü gibi gelen bu hedefin nereden bakarsak bakalım eğrisi doğrusu denk değil. Denkliği bozan başka bir konu ise kanalın inşaatı sırasında çıkacak tahmini 1,1 milyar metreküp hafriyat ve bunun Karadeniz çıkışına doğru kıyı dolgusunda kullanılacağı. Doldurulan alanların biyoçeşitliliği bu durumdan nasıl etkilenecek acaba? Ya da şöyle diyelim yetkililer kendine has bir ekosistemi olan İstanbul’un endemik yaşamını umursuyor mu?
Kızgınlıklarımız, kırgınlıklarımız, yaralarımız var elbet ama umut da hep var, ne demiş sevgili Aysel Gürel:
“Bu dünya ne sana ne de bana kalmaz
Dünya ne sana ne de bana kalmaz
Sultan Süleyman'a kalmadı
Böyle hiçbir kitap yazmaz”