Mardin’i, ruhumun dinginleştiği mekanları anlatacağım
Fotoğraf sanatçısı Lütfi Özgünaydın'ın pandemi sonrası gerçekleştirdiği Mardin yolculuğundan kesitleri, çektiği fotoğrafları ortaya koydu. Özgünaydın çektiği fotoğrafları, "Yani hayatla ölümü düşünerek deklanşöre basarım. Işık güzeldi; kentle mezarlığı aynı karede birleştirdim" cümleleri ile ifade etti. Gelin Mardin'i gezelim...
Lütfi ÖzgünaydınMardin Fotoğraf deneme kitabımın 3. baskısı tükendi. Pandemi sonrası, soluğu yol arkadaşım Ayhan Altun’la birlikte Mardin’de aldım. Eşim, çocuklarım beni artık yalnız göndermiyorlar… Kitap çok ilgi çekti, sergiler de öyle… İstanbul’da eski AKM binasının sergi salonunda ve New York Türkevi sergi salonlarında izleyici ile buluştu, ilgiyle izlendi. Dördüncü baskı için Mardin’e inince her zaman yaptığım gibi kentin karşısına geçtim, selamlaştık. Sabah ışığı önünde kent çok iyi gözüküyordu. Taş evler sokaklar, arabalar karşıdan çok iyi gözüküyordu. Belli ki bu kez de bana çok iyi şeyler anlatacaklar. Kentin dört bir yanında kalem gibi yükselen minarelerin formunu fotoğraflamaya başladım. İlk önce özgün evlerin yoğunlaştığı mekânlar ve minareleri fotoğrafladık. Ayhan Altun’a, “Haydi Mezarlığa gidiyoruz.” dedim. Her gidişimde mutlaka mezarlığa gider kentle mezarları aynı karede buluşturmak/yorumlamak için yoğunlaşırım. Yani hayatla ölümü düşünerek deklanşöre basarım. Işık güzeldi; kentle mezarlığı aynı karede birleştirdim.
MEDRESELERE GİDİYORUZ
Hayattan söz edince, medreseler hemen devindi bilincimde. Yirmi yıla yaklaşıyor Mardin’le buluşmamız, önce hep onlara koştum. Önce Zinciriye Medresesi’ne çıktık. Bir tek araç yolu var, Diyarbakır Kapı’dan daracık bir sokağa girdik, o yol bizi Zinciriye’nin önüne götürdü. Diyarbakır Kapı’da, Mardin’in girişinde, o beton yığınlarını görünce yüreğim daraldı. Nasıl böyle bir dünya kentinde böyle inşaatlara başlanır. Kocaman bir inşaat, katlı otopark yapılıyormuş. Doğrusu bu özgün/tarihi kente hiç yakışmamış beton yığınları… Zinciriye Medresesi’nin kapısı önünde bekledik. Görevliler geldiler; ben ancak kubbelerin önüne kadar çıkabildim, Ayhan Altun daha üst kısma çıktı. Güvercinler karşıladı bizi kâh kanatlarını kubbelerin eşsiz taş işçiliğine/formuna gererek kâh kubbenin en tepesine konarak birçok fotoğraf kadrajı oluşturdular. Aşağıya inip medrese çeşmesi havuzu ve incecik su kanalları ile oluşturulan “Hayat” formuna baktım. Doğum, yaşam ve ölüm bu kez de başka bir formda karşımdaydı. Kültürü ve sanatı seven insanlar, her zaman duyarlı ve donanımlı oluyor. Bir izleyiciye “Havuz başında bana poz verir misiniz?” dedim, bir başkasına, “Havuz başın da hayatı simgelemek için kollarınızı açar mısınız?” dediğimde kimse beni kırmadı. Çünkü biz birbirimizi hemen anlıyoruz. Sanatın ve kültürün varlığını birbirimiz de görüyoruz… İçtenlik ve dostluk hemen soframıza, masamıza konuyor.
Zinciriye Medresesi’nin küçük çeşmesinde başlayan yaşam havuz yoğunlaşıyor sonra, medrese dışına çıkarak ölümü algılamamızı sağlıyor. Her gidişimde, medrese duvarına yaslanıp çayımı bu çeşmeden yansıyanları düşünürüm. Zinciriye Medresesi, Artuklu Hükümdarı Sultan İsa’nın yaptırdığı bir bilim yuvası. İzlenimler bitince başka bir medreseye indik.
KASİMİYE MEDRESESİ VE SULTAN KASIM’IN KANI
Kasimiye Medresesi muhteşem bir sanat eseri, yine tabanda bir havuz ve çeşme var. Aynı formda burada da... Doğum, yaşam ve ölüm anlatılmış. Kasimiye Medresesinde fenni ilimler verilerek âlimler yetiştirilmiş. Medresenin duvarlarında, astronomi ve tıp ilmine ait simgeler mevcut. Keşke toplum hiç bir zaman bilimden ayrı düşmeseymiş/kopmasaymış… Sadece bilimden değil sanat hep varolmalı toplumda. Artukluların bilime ve sanata verdikleri önem sadece medreselerde değil, kentinin yapısında da mevcut. Sanata hep sıcak bakılmış, taş işçiliği de sanata verilen önem yüzünden gelişmiş. Mimari yapı da sanatsal donanıma sahip insanlar vasıtasıyla ortaya çıkmış kısacası sanatın ve bilimin anımsandığı bir mekân Kasimiye… Mimari formu, kubbeleri, kapıları ve pencereleriyle muhteşem bir sanat eseridir Kasimiye…
YAŞAYAN EFSANE
Kasimiye Medresesi’nin çeşme duvarlarındaki iz halen anlatılıyor. Efsaneye göre, katledilen Sultan Kasım’ın kız kardeşi başındaki yaşmağını çıkarmış, kardeşi Sultan Kasım’ın kanına beleyerek duvarlara vurmuş; kan izleri de o günden kalmış. 548 yıldır yaşıyor bu efsane. Gerçekten çeşmenin duvarlarında öylesine yoğun izler var; kan izi gibi… Ancak bundan sanırım onbeş yıl önce duvarlardan numune alınarak tahlil edildi ve o izlerin “kına” olduğu saptandı. Yapılan açıklamalara rağmen bugün yine Kasimiye’de en çok anlatılan bu efsanedir.
SON YILLARIN MİSAFİRLERİ GELİNLER VE DAMATLAR
Mardin’e gezmek için gelenlerin birçoğu Kasimiye Medresesi’ni geziyor. Son yıllarda bölgenin gelinleri damatları fotoğrafçılar kiralayarak Kasimiye’nin havuz başına geliyorlar, burada fotoğraflar çektiriyorlar. Gelin-güvey açısından oldukça yoğun bir trafiği var Kasimiye’nin. Bir de büyük pencerelerinden içeri giren ışığı izleyen fotoğraf sanatçıları hiç eksik olmaz mekândan.
DEYRUL ZAFARAN VE ÇOK ETKİLENDİĞİM GÜNEŞ TAPINAĞI
Deyrul Zafaran Manastırı’na o kadar çok gittim ki. Bu gidişimde Rahip Gabriel Akkurt’la karşılaştım yeniden. Galiba ikimizde yaşlanmışız birbirimize yaşlanmışsın diyemedik. Gerçi o benden çok daha genç. Deyrul Zafaran zamanın da Süryanilerin Patriğinin oturduğu mekân. Yıllar önce Patrik burada yaşarmış. Patrikhanenin merkeziymiş. Şimdilerde, Süryani Ortodoks Patriği Şam’da, Süryani Katoliklerin Patriği de Beyrut’ta bulunuyor. Türkiye’de yaşayan Süryanilerin en büyük dileği Deyrul Zafaran Manastırı’nın yine Patrikhane olması yönün de. Deyrul Zafaran’a gidince çok iyi bilgi sahibi gençler Manastır’ı gezdiriyor ve bilgiler aktarıyorlar. Bu gidişimde yine heyecanla, 4000 yıllık geçmişi olan Güneş Tapınağı’nda heyecanlandım. Yine orada dalıp gittim. 4000 yıl önce bu taşlar yan yana konulmuş özel bir yöntemle sıkıştırılmış ve öylece duruyor insanın üstünde. Ve küçük bir aralıktan giren güneş ışığına tapınan insanların varlığını düşünerek yüzyılların içine düşüyorum ben bu mekânda. Bilincimden bir sürü şey akıyor. Sürekli üstümüzdeki kocaman kayalarla oluşturulan tavana bakıyorum bir de Şems Tanrısı’na. İçeri giren güneş ışığına bakıyorum. Yani ışığa bakıyorum. İnsanoğlu güneşe/ışığa tapınmış binlerce yıl önce. Süryaniler çok iyi baktılar eserlerine vakıflar Dayrül Zafaran Manastırı’nı bu tapınağın üzerine inşa etti ve yüzyıllardır yaşatıyorlar. İmkânlar yarattılar ve pırıl pırıl yaptılar bu eserleri. Yıllar önce bu vakıf yöneticilerinden birisi Yakup Tahincioğlu ile tanışmıştım burada. Nasıl bir heyecan içindeydi, sabah erken gelir Gün boyu Manastır’da kalırdı. Yine kardeşi Marev’in başkanlarından Fehmi Tahincioğlu’da çok emek verdi. Aslında Mardin’de, Müslüman Hıristiyan, Ermeni, Yahudi, Keldani, Yezidi bütün toplumların insanları barış içinde huzur içinde dayanışma içinde yaşamışlar yıllarca. Mardin kitabımda anlatmıştım bir sabah erken kalkmıştım cadde başında toplanan insanları dinlemiştim. Öylesine güzeldi ki sesler, dilleri; Kürtçe Türkçe, Arapça başka anlayamadığım dillerin dökümünü bir senfoniye benzetip yazmıştım.
DARA’YA GİTMEDEN OLMAZ
Mardin’e her gidişimde Oğuz köyündeki M.S 505 yılında Doğu Roma imparatoru Anastasius tarafından Sasaniler’e karşı bir karakol/garnizon kenti olarak kurulan Dara’ya giderim. Beni en çok heyecanlandıran arkeolojik kazılar oldu. Kazılar devam ettiği için kaya kent üzerine kurulan yerleşim merkezi, mağara evler bir bir ortaya çıktı. Kazılar devam ettikçe kent ortaya çıktı. Yıllardır bu kazılar sonucu ortaya çıkan eserleri/mağara evleri geziyorum. Muhteşem zindan, su bentleri, sarnıçlar Dara’nın önemli eserleridir. Bu kez Dara’da kuşlar karşıladı beni. Güvercinler Dara’nın mağara evlerinin üzerindeki kayalıkları mekân tutmuşlar hep birlikte tarihi mekânın üzerinde kanat çırparak bir heyecan fırtınası yaratıyorlar. Bir de su sarnıcının önünde karşıma çıkan çocuklar da fotoğraflarıma güç kattı. Dara’dan gezmeye/görmeye doyamadığım Midyat’ta ki Anıtlı ve Ayınvert köylerinde ki kiliseleri görmek için yola çıktık.
MİDYAT’TA İKİ KİLİSE, ANITLI MERYEMANA VE AYINVERT
Gideceğim yerleri sürekli kısıtlıyordum zaman yetmiyordu çünkü. Dayrulumur müthiş bir eser Midyat‘ın en büyük kilisesi oraya gitmeden olmazdı. Adeta âşık olduğum iki kiliseye gitmeye karar verdim bu gezi de. Müthiş bir eser, Anıtlı Meryem Ana Kilisesi. O kadar güzel ki… Bu kez iç kesimini ibadet yerlerini de görecektim. Heyecanla oraya gittim. Muhteşem eseri fotoğrafladım. Çünkü önceki kitaplarda yeterli fotoğrafı yoktu. Bir de iç mekânı, ibadet mekânını ve kubbenin içerden görünüşünü çektim. Köylüler geldiler sohbet ettik. Turabidin bölgesinde yaşan Süryaniler kiliselere çok iyi bakıyorlar ve düzenli biçimde ibadetlerini yapıyorlar. Fotoğraf çekmeye doyamadık ışık değiştikçe deklanşöre bastık. Güneş bulutların arkasındaydı ancak bize yetecek ışığı gönderiyordu. Arkadaşım Ayhan Altun; “ışık huzmesi “ bekliyordu. Güçlükle yola çıkardım bir baktık benzinimiz de azalmış, yolda benzinlikte yokmuş heyecan içinde Midyat’a geldik. Doğruca Konuk evine gittik. Midyat Çekül Vakfı’nın “Yedi Bölge Yedi Kent” projesinin bir Kenti’dir. Değerli Dostum Prof. Metin Sözen Hoca’yı anlattım konukevinde onun katkılarını ve heyecanını anlattım. Umarım sağlığı yerindedir, umarım bu yazıyı okur. Metin hocam, emek verdiğin her eseri heyecan içinde geziyorum…
Midyat’ta bir mekâna daha gitmeme kararı aldık. Savur’a gidecektik, gidip dönemezdik. Ayınvert köyüne gitmeye karar verdik. Ne muhteşem bir eserdir. İstanbul’da ki Ayınvertlilerin bazılarını tanıyorum. Hepsi köylerine çok iyi bakıyor. Bütün dünyaya dağılmış Ayınvertliler. Hepsini bir araya getirmek istiyorlar. Köydeki kadınlar gezdirdiler beni. Kilisenin damına çıktım. Doğaya, tarlalara ve baktım yeni evler yapmışlar metropol tipli konutlar. Keşke özgün mimariden vazgeçmeselerdi. İşte değerli okurlar Mardin kitabımın 4. Baskısı için belki bir iki gezi daha yapacağım. Ben hep bu sayfalarda yazmak istedim. Bugüne kısmet oldu. Dergi Yönetmeni Deniz Ülkütekin’e çok teşekkür ediyorum. Bana o kadar ilgi ve sıcak biçimde davrandı ki, galiba hep yazmak isteyeceğim…