Kusursuz öğretilerin kusurlu sonuçları

Hollywood’un yükselen yıldızı Sydney Sweeney hem yapımcısı hem de başrol oyuncusu olduğu “Immaculate” ile Katolik öğretilerini sorgulatıyor.

Başak Bıçak

Duvarda asılı Meryem Ana resminin altında kuş bakışı gördüğümüz dua eden genç bir rahibe... Bu resmin filmin izleğiyle bağıntısını birazdan anlayacağız ancak önce, telaşla çaldığı anahtarlıklarla manastırdan kaçmaya çalışırken yakalanan rahibenin diri diri gömülüşünü izlediğimiz dehşet verici bir açılışla manastırın kapılarından adım atıyoruz...

17. yüzyılda bir mezar üstüne yapılmış, İtalyan kırsalının pastoral renkleriyle tezat gotik bir yöreye gizlenmiş, daha çok yaşlı rahibelerin kaldığı ve pek çoğunun “hasta olduğu” manastır, “Immaculate”in (Arınma) senaryosu için fazlasıyla ürkütücü bir ortam inşa ediyor. Ancak filmin senaristleri, Katolikliğin özünü teşkil eden en güçlü anlatılardan birini öykünün merkezine yerleştirerek bu manastırın korkutuculuğunu daha da güçlendirmeyi başarıyor. 

MERYEM ANA KÜLTÜ

Rastlantısal bir biçimde, geçtiğimiz haftalarda izlediğimiz “The First Omen” isimli filmin olay örgüsü ve kadın bedenine yönelik çarpıcı yorumuyla paralel bir yolda yine İtalya’da geçen hikâye, “The First Omen”dan farklı olarak, Katolik öğretinin “aydınlık” tarafını seçiyor ve Meryem Ana kültünü gündeme getiriyor. 12 yaşındayken yedi dakika boyunca kalbi duran ve yeniden hayata döndüğünde bunun Tanrı’nın bir hediyesi olduğuna inanarak kendisini ve bedenini Tanrı’ya adamaya karar veren Amerikalı Cecilia’nın (Sydney Sweeney), İtalyan rahip Tedeschi (Alvaro Morte) İtalya’ya gelişiyle başlayan film, henüz girişte bu genç rahibeye ilk sorgulamasını yöneltiyor. Tanrı’nın kendisi için bir planı olduğuna inanan ve bunun peşine düşen bir kadına İtalyan sınır polislerinin söyledikleri, birazdan manastırda duyacağı “Çok sevimlisin” sözüyle birlikte kendisine yöneltilen ve yöneltilecek bakışın ayaklarını oluşturuyor. 

Başlangıçta her şeyin yolunda göründüğü bu ürpertici manastırda tüm zorlu işleri yapmaya çalışan, kendisini tamamıyla hizmete vakfeden Cecilia, bazı korkutucu anlara karşın Tanrı’nın kendisi için hazırladığına inandığı planları aramaya devam ediyor. Gelgelelim kısa süre sonra bakire olduğu halde hamile kalan Cecilia yarattığı mucizeyle, yalnızca yeni bir Meryem Ana’ya dönüşmekle kalmıyor bu genç kadının ışığıyla karanlık manastırın kısa süreliğine de olsa aydınlanmasına neden oluyor. Hatta filme adını veren immaculate ile sıkça Katolik öğretide Meryem Ana’ya da atfedilen kusursuz, saf, masum gibi ifadeler de görünürlük kazanıyor.

YAŞAM VE ÖLÜM

Nitekim bir anda herkes tarafından saygınlık görmeye başlayan, el üstünde tutulan Cecilia’nın hamileliği ölümün duvarlarına sindiği bir manastıra yaşam vermeye yetmiyor ve Cecilia’nın öyküsü, bir ölüm kalım savaşına dönüşüyor. Hamileliğinin evrelerinde doğuma yaklaştıkça kuşkular artıyor, tansiyon yükseliyor, gerilimle birlikte manastır kana bulanıyor. Cecilia kapatıldığı bu yerden kaçmaya çalışırken Katolik öğretinin karanlık yüzü açığa çıkıyor, şok edici bir finalle film rüştünü ispat ediyor. Fakat bu ana kadar sırtını yersiz ani sıçramalara (jump scare) yaslayan ve biçem bakımından öykündüğü 70’ler İtalyan korkularına yaklaşmakta güçlü çeken “Immaculate”te, filmin yapımcılığını da üstlenen Sydney Sweeney’nin, özellikle kadın bedenini ve dahi kendisini nesneleştirmeye yönelik reddi, finalle taçlanıyor. Başka bir deyişle, aşina olduğumuz bir temayı güçlü bir korku dokusundan yoksun fakat etkili bir manifestoyla sonuçlandıran “Immaculate”, salt korku filmlerinin kadına yönelik yaklaşımına değil kadın olmak, annelik, kutsallık, ataerkil sistem, dini öğretilerin egemenliği gibi pek çok kanıksanmış öğretiye de meydan okuyor.

Puanım:6/10