Kumaşında asalet var

Genç yaşında moda dünyasında adından söz ettiren tasarımcılardan Tayfun Kaba. İğne ve iplikle yaşam verdiği kumaşları düşleriyle süslüyor. “Kadını bir disipline sokmaktan çok hoşlanıyorum. Çünkü bu disiplin içerisinde duran kadını çok seviyorum” diyor.

Simay Gözener

Fotoğraf: Vedat Arık

Dikiş makinesinin sesiyle uykuya dalan; kumaşlarla, boncuklarla düşlerini süsleyen küçük bir çocukken bugün moda dünyasının “başarılı” tasarımcılarından biri Tayfun Kaba. Henüz 16’sında gelinlik tasarlayarak adım attığı moda dünyasında adından fazlaca söz ettiren, tasarımlarında kumaşın eşsiz yolculuğuna tanıklık ettiğimiz genç modacıyla yaşamından düşlerine keyifli bir yolculuğa çıktık. Şimdi söz sırası Kaba’da… 

- İğne, iplik içine doğup, terzihanede büyüyen bir çocukluk sizinkisi. Almanya’da başlayıp moda camiasında kısa zamanda yer edinme öykünüzü sizden dinleyebilir miyiz?

Almanya’da doğdum. 17 yaşında İstanbul’a geldim. Annem, anneannem, babaannem hepsi terziydi. İğne ve ipliğe hep ilgim vardı. Beni büyüten babaannemin kucağında neler yaptığına, kumaşı nasıl işlediğine bakar, “Ben de yapabilir miyim” diye düşünürdüm. Resme karşı da yeteneğim vardı. Halamın desteğiyle bu alanda eğitim aldım. Tekstilin içine doğuyorsun, dikişi çok seviyorsun, üstüne bir de çizim yapmayı öğreniyorsun… İşte benim öyküm hayallerimi resmedip kumaşla buluşturduğum an başladı.

- İlk tasarımınızı ne zaman yaptınız? 

16 yaşında, Dubaili genç bir kadın için gelinlik diktim. Bana nasıl güvenip gelinliğini diktirdi hâlâ aklım almıyor. (Gülüyor)

- Sonra İstanbul...

Babamın isteğiyle ticaret okuyorken İstanbul’dan staj teklifi aldım. Ne olduğunu bilmeden couture yapan firmalarda çalışmaya başladım. 17 yaşındaydım, fazla yönlendiren de olmayınca yolumu kendim çizerek ilerledim. 21 yaşında tasarımcı olarak girdiğim firmada 13 kişilik bir ekibi yönetiyordum. Aslında kendimi eğitiyordum desem daha doğru olur.

- İstanbul Moda Akademisi’nde (İMA) aldığınız eğitim için, “Modaya kendi penceremden bakabilmeyi öğrendim” diyorsunuz. Uluslararası pek çok eğitimciden edindiğiniz bilgilerin yanı sıra “yabancı” olduğunuz geleneksel motifleri de öğreniyorsunuz. Bunlar tasarımlarınıza, hayal dünyanıza nasıl katkı sağladı?

İMA’dan aldığım eğitimler, özellikle dahil olduğum “İzler Sergisi” ve unutulmaya yüz tutmuş el sanatları üzerine yaptığım çalışmalar bana farklı bir pencere araladı. Öğrendiğim Türk sanatındaki dokuma ve el işleme tekniklerine ilgim arttı. Evrenselle yereli birleştirip yeni bir DNA oluşturmayı başardım. Tabii bir de mezuniyet sınavımda ileride çok şey öğreneceğim tasarımcı Özgür Masur beni keşfetti ve üç buçuk sene birlikte çalıştık. 

- Geçtiğimiz aylarda 35 parçadan oluşan ilk defilenizi sergilediniz. Sert çizgileriyle güçlü kadınların taşıyabileceği tasarımları “deniz perisi”, Calypso adıyla sundunuz. Güçle okyanusun birlikteliği nasıl ortaya çıktı?

Okyanuslardan esinleniyorum, su bana ilham veriyor. “Deniz perisi” olan Calypso’nun dişiliği, dik duruşu ve tavrıyla ortak yönleri olan bir koleksiyon hazırlamak istedim. Düşlediğim koleksiyonun karakterini güçlü kadın çizgileri oluşturdu. Bunların da işleme, form, eldiven gibi detaylarla bütünleşmesi için kendime bir sahne oluşturdum. Kurguladığınız hikâyeyi sekiz aylık bir emeğe yaymak ve sonunda da 35 modelin üzerinde görmek müthiş bir haz.

- Yaptığınız tasarımlarda ortak bir yön veya size ait bir imza var mı?

Korseleri çok kullanıyorum, hatta ilk koleksiyonumda çok ses getiren bir korseli şortum vardı. Bunun kimliğimi oluşturmasını istemiyorum ama korseyle pantolonu birleştirdiğim noktada kadın kendini çok fazla güçlü hissediyor, çünkü dik durmak zorunda kalıyor. Benim bütün elbiselerimde rahatsız bir form görebilirsiniz. Çok salaş olsa da bir yerde kadının özgüvenli olabilmesi için dik durmasını sağlayacak kıyafetler tasarlıyorum. Kadını bir disipline sokmaktan çok hoşlanıyorum. Çünkü bu disiplin içerisinde duran kadını çok seviyorum. 

- Peki, tasarımlarınıza esin olan kadınlar oluyor mu?

Pandemide ilk koleksiyonumu çizmeye başladığımda eksik olan pek çok şeye karşın bol bol olan zamanın tümünü kendimle geçirdim. Ben insanların iki cinsiyetli olduğunu; içlerinde hem erkek hem dişi karakter barındırdıklarını düşünürüm. Yalnız olduğum bu süreçte içimdeki küstah ruhlu bu kadını giydirmeye başladım. Görebileceğiniz bütün kıyafetler aslında o kadının yorumu, içimdeki dişi kimliğin kıyafetleri... O yüzden yeni bir şey tasarlamak benim için çok zor olmuyor. 

- Gelecek için neler düşlüyorsunuz?

Daha yolun başındayım ama büyük hayallerim var. New York’ta bulunmak istiyorum. Almanya’da, Ortadoğu’da tasarımlarım değer buluyor ama Avrupa’ya yayılmak da müthiş olur. 

EV HANIMLARIYLA ÇALIŞIYORUZ

El sanatını değerli buluyorum ve tasarımlarımda da kullanmaktan hoşlanıyorum. Tabii couture yaptığım için burada her şey elle dikiliyor. Beni en fazla mutlu eden bu çalışmanın kıymetli bir parçasını oluşturan ev hanımlarını da istihdam etmem. Üretimlerimin birçok el işlemesini ev ekonomisine dahil olmak isteyen yetenekli ev hanımları yapıyor.

EBRUNUN ÇAĞDAŞ İZLERİ

Son koleksiyonumda Türk ve Osmanlı el sanatlarından; telkâriyi, cam üfleme tekniğini ve ebru sanatını çağdaşlaştırarak yorumladım. Camı telkâriyle mücevher gibi kaplayıp bir aksesuar haline dönüştürdüm. Bu tasarımları eser gibi düşünün, ustalar telleri tek tek elleriyle kırıyorlar, hazırlıyorlar.