Kültürel yabancılaşma
İnsanların toplumsal yaşamdan giderek soyutlandığı bir ortamda kültür üretimi mümkün değildir.
Nazife GüngörToplumsal yapıların en önemli oluşturucu unsurlarından biri kültürdür. İnsanların bir arada yaşarken geliştirdikleri gündelik yaşam pratiklerinden, ortaya koydukları sanatsal ürünlere, estetik anlayışa, düşünme biçimine, dolayısıyla da dünya görüşüne dek tüm birikimleri onların kültürünü oluşturur. Dolayısıyla da kültür bir toplumun karakterini yansıtır. Bireyin karakteri de yaşadığı toplumun karakterine göre biçimlenir. Her toplum kendi beşeri koşullarında kendine özgü bir kültürel karakter oluşturur. Bu da toplumların farklı kültürel kimliklerle birbirinden ayırt edilmesini olanaklı kılar.
Kültürel pratikler insanların ve toplumların gelişmesine, olgunlaşmasına, kendilerine özgü bir düşünsel ve estetik anlayış ve de vizyon oluşturmalarına olanak verir. Bu yanıyla kültür, insanların, dünyaya ve de yaşama artı değer katmaları anlamına gelir. Bu noktada Marx’ın, kültürü, insanın iş yapış biçimi olarak tanımlamasını anımsayalım. İnsan, yalnızca yaşamını sürdürmek için iş yapmaz, aynı zamanda koşullarını iyileştirmek, yeni anlayışlar geliştirmek için de çabalar. Yaşamda kalıp koşullarının iyileştirilmesi için yapılan her şey insan ve toplum yaşamında kültürel değer olarak yer alır.
SENTETİK KÜLTÜR ÜRETİMİ
Kültürel değer üretmek için de insanların bir arada olup zamansal ve mekânsal paylaşımda bulunabilmeleri gerekir. Oysa günümüzün koşulları insanları toplumsal yaşamdan soyutlayıp yalnızlaştırmakta. 1. Sanayi Devrimi’yle insanlar, kuşaklar boyu ait oldukları kültürel ortamdan kopup kentlere doluşurken kültürel yabancılaşmanın da birinci büyük dalgası oluşmuştu. Bu yeni ortamda, yaşamlarını sürdürmek ve geçim derdinde olan insanların zamansal ve mekânsal paylaşımda bulunma olanakları ortadan kalkmıştı. Oluşan kültürel boşluğu doldurmak için kapitalizmin içinde birtakım aktör ve aygıtlar geliştirilmiş, Frankfurt Okulu düşünürlerinin “kültür endüstrisi” olarak adlandırdıkları bu yapı içerisinde kültür otantik üretim alanından sentetik üretim alanına kaydırılarak kitlelerin tüketimine sunulmaya başlanmıştı. Sentetik ortamda üretilen ve kitlelere aktarılan kültürün herhangi bir toplumsal kesimle ilişikli herhangi bir karakteristiğinden söz etmek ise olanaksızdı artık.
Otantik üretim ortamından soyutlanarak sentetik ortamda üretilen kültürün toplumsal ve insanal karakterini yitirme süreci dijital devrimle daha da pekişti. Dijital teknolojilerin sağladığı olanaklar nedeniyle insanların, kendilerini zaten çok da ait hissetmedikleri toplumsal ortamlardan tümüyle uzaklaşıp kendi bireysel yalnızlıklarına çekilmeleri söz konusu. Adına sosyalleşme denilen toplumsal ilişkiler ve iletişim sanal mecralarda bir biçimde devam etmekte elbet, ancak bu iletişim biçimi, insanların birbirlerinden ya da olup bitenlerden belli ölçüde haberdar olmalarından öte bir anlam taşımamakta.
KÜLTÜREL KİMLİĞİN YİTİMİ
İnsanların, birbirleriyle zamansal ve mekânsal paylaşımda bulunmaktan alıkonuldukları bir ortamda kültürel üretim yapmak da neredeyse olanaksız hale gelmekte. Özellikle yaşadığımız toplumda hâlâ geçmişten kalma birtakım yerel ve de otantik kültürel kesitler varlıklarını sürdürseler de bunun geleceğe dönük sürdürülebilirliği çok da olanaklı görünmüyor. Kültürel varlıklara ve değerlere nostaljik anlamda bir sahip çıkma eğilimi söz konusu olsa da günümüzdeki toplumsal koşullarda otantik anlamda bir kültürel üretimden söz edilemez. Ülke olarak bunca göç dalgasına maruz kaldığımız, kapitalist ülkelerin sentetik pop kültürünün etkisinde olduğumuz bir ortamda görünen odur ki, yakın gelecekte toplum olarak paylaşabileceğimiz bir ulusal kültürden söz etmek olanaksız hale gelecektir. Kültürel kimliğin yitimi ise kültürel yabancılaşma demektir.