Kendini imha etme sanatı: Punk
Londra 70’lerde tek kelimeyle sıkıcı bir yerdi. Batı dünyasının girdiği sosyal krizin en somut örneğiydi. 1977’de kentin göbeğine bir göktaşı düştü ve sırf Londra’yı değil, bütün dünyayı değiştirdi. İşte karşınızda punk ve yaratıcıları Sex Pistols’ın öyküsü...
Deniz ÜlkütekinJohn Lydon İrlanda göçmeni, işçi sınıfından bir ailenin çocuğuydu. Çocukluğu, Londrada alt sınıfta yer alan her çocuğunki gibiydi, taa ki, 7 yaşında menenjit geçirene kadar... Aylarca komada kaldı. Uyandığında ne annesini ne de babasını hatırlıyordu. Her şeyi baştan öğrenmek zorundaydı.
68 yazı bittiğinde, ardında bir çok soru ve sorun bırakmıştı. Çiçek çocuklar başarısız olmuş, hareket içinden çıkan Charlie Manson vahşeti kapatılması güç bir yara açmış, Weatherman ve Baader-Meinhof gibi silahlı örgütler Batı dünyasını kent terörüyle tanıştırmıştı. Led Zeppelin, Rolling Stones ve Pink Floyd gibi büyük konser grupları müzik piyasasını domine ediyordu. Her şey olabildiğine ihtişamlı, bir o kadar da sıkıcıydı.
Madenci grevleri, yoksulluk, kuşak
çatışması, IRA saldırıları ve Thatcher politikaları ile bir
çıkmazın içine sürüklenen İngiltere, “üzerinde güneş
batmayan imparatorluk” ütopyasının sonuna gelmişti. Sosyal
sorunlar bir bir gün yüzüne çıkıyordu.
15 yaşında okuldan
atılan Lydon, uzun saçları ve dinlediği müzikler (Iggy Pop,
Alice Cooper...) yüzünden babasının da gözüne girememişti. Evi
terk etti. Arkadaşı, John Simon Ritchie ile birlikte yaşlı
hippiler tarafından işgal edilen bir evde (squat) yaşamaya
başladı. Adaşına yeni bir isim vermişti: Sid Vicious! Kendisi de
bundan sonra Johnny Rotten olarak anılacaktı.
KÖTÜ OLMA BAŞARISI
Kennedy’nin ölümü ve Vietnam Savaşı ile sarsılan Amerika'da ise Andy Warhol ve pop-art akımı yaratıcılık içeren her alanda kendini hissettirmişti. Warhol’un fabrikasından çıkan, Lou Reed önderliğindeki Velvet Underground’da Beatles tarzının tam karşısında konumlanıyordu. Grubun “Heroin” isimli şarkısıyla artık yasadışı ve yetişkin içerikleri rock n’roll dünyasına girmişti. Sonrasında New York Dolls, kadın kostümleriyle sahneye çıkarak cinsel kimlik tabularını zorlayacak, menajerleri Malcolm McLaren’in deyimiyle, "kötü olmakta büyük bir başarı gösterecekti."
McLaren Londra’ya dönerken ABD’de Ramones ortalığı sallıyordu. New Yorklu dört serseri, katıksız bir rock n’roll icra ediyordu, ama görünümleri onlara yeni bir sıfat yakıştırılmasına sebep olmuştu, “Punk”!
McLaren
Londra’ya döndüğünde, günümüzün ikonik modacısı Vivienne
Westwood ile Chelsea’de konuşlanmıştı. İkili ABD’de
filizlenen akımı İngiltere’ye taşımayı planlıyordu. Bu
sıralarda Rotten arkadaşı Vicious’la birlikte çalmayı
beceremedikleri enstrümanları, garip kıyafetleriyle caddelerin
köşelerini, metro istasyonlarının çıkışlarını mesken
tutarak Londra sokaklarını arşınlıyorlardı. Amaçları günlük
rutin içinde kaybolmuş insanları rahatsız etmek ve biraz olsun
farkında olmalarını sağlamaktı.
TANRI KRALİÇEYİ KORUSUN!
Rotten ve McLaren’in yolları kesiştiğinde 1977’nin hemen öncesiydi. Menajer, grubu için aradığı solisti bulduğunu düşünüyordu. Son derece utangaç olan Rotten etrafında ikiden fazla kişi olduğunda bambaşka birine bürünüyordu. İnsanların zaaflarına oynuyor, asla kendilerini güvende hissetmelerine izin vermiyordu. Mclaren’in istediği de buydu. Bir süre sonra gruba Sid’de basçı olarak katıldı. Tek bir problem vardı, bas çalmayı bilmiyordu. Konserlerde basın fişi çekiliyor ve Sid’in kendi başına takılmasına izin veriliyordu. Onun sahnedeki varlığı bile punk ruhunu var etmek için yeterliydi.
Başlarda grup kentin bilindik
barlarına sokulmadı, çareyi striptiz kulüplerinde sahne almakta
buldu. Bu konserlerde punk’ın kendine özgü dansı olan “pogo”
icat edilmişti. Taşlar yerine oturmuştu ve Sex Pistols dünyayı
yerinden oynatmaya hazırdı.
1977, Kraliçe Elizabeth’in
25’inci taç giyme yılıydı. 28 Ekim günü müzik dünyasında
Nirvana’nın Nevermind’ıyla (1991) birlikte belki de en büyük
izi bırakacak albümü piyasaya çıktı. “Never Mind The Bollock
Here’s The Sex Pistols” albümünün en sert şarkısı God Save
The Queen (Tanrı Kraliçeyi Korusun) şu sözlerle başlıyordu:
“Tanrı Kraliçe’yi korusun/Onun faşist rejimini de/Sizi bir moron yaptılar/Potansiyel bir hidrojen bombası”.
İngiltere ayağa kalkmıştı. Bir diğer kıyamet koparan şarkı ise “Anarchy in The UK”di. “Ben Deccalim/Bir anarşistim/Ne istediğimi bilmiyorum/Ama nasıl alacağımı biliyorum/Yoldan geçen herkesi yok etmek istiyorum.”
O yıl müzik dünyasında ses
getirecek onlarca grup İngiltere’nin farklı yerlerinde baş
gösterdi. The Clash, Joy Division, Siouxsie and The Bahshees, The
Buzzcocks, Television... Sex Pistols’ın şöhreti arttıkça
arkadan gelenler de kendilerine yer buluyordu, ama Thatcher
İngilteresi’nin nefreti de büyüyordu. Pistols’ın bir konseri
öncesi, Hıristiyan grupları şeytan çıkarma ayini yaparken,
Rotten birkaç defa saldırıya uğramış, bir defasında da
bıçaklanmıştı.
Grup, Kraliçe’nin yıl dönümü şenlikleri sırasında kiraladıkları tekneyle Thames Nehrine açılıp, malum şarkılar Buckhingham Sarayı’nda yankılanınca, artık Britanya’yı terk etme zamanı gelmişti.
POST-PUNK
Sonra mı? Pistols, olaylı ABD turnesi sonrası dağıldı. Rotten asıl ismi Lydon’a geri döndü ve müzik tarihinin ilk post-rock grubu sayılabilecek Public Image Limited’ı kurdu. Mclaren ve Westwood’la yıllar sürecek hukuk savaşı başladı. Westwood punk’tan öğrendiklerini moda dünyasında uyguladı ve dünya çapında bir modacı oldu.
Sid Vicious kız arkadaşı Nancy’le ettiği kavgalardan birinin ardından intihar etti. Joy Division solisti Ian Curtis, kendini astı. Grubun kalan üyeleri Menajerleri Tony Wilson önderliğinde New Order ismini alarak seksenlerde şekillenecek, ekstazinin hakim olduğu Hacienda kültürüne yelken açtı.
Lydon’ın deyimiyle Pistols’ın orta sınıflar için yaratılmış bir kopyası olan The Clash ve Blondie gibi gruplar punk’ı geniş kitleler için dinlenebilir bir çizgiye getirdi, ama punk bu dünyada bir sene kaldıktan sonra kendini imha etti. Başlangıçta karşı çıktığı rock n'roll klişelerine dönüştü. Ardında da bugün bile her yaratıcı ruha kendine inanmasını ve kimseyi dinlememesini öğütleyen bir miras bıraktı.