Karakterlerdeki izi kendi özü
Bir şiirin dizeleri gibi ince ince yaşıyor hayatı Onur Tuna. Bir yandan birbirinden farklı karakterlere hayat verirken bir yandan da müziğin ritmiyle besliyor ruhunu. Ses getiren pek çok projede adından söz ettiren Tuna bu kez de romantik komedi türündeki “Benden Ne Olur” adlı sinema filmi ile 14 Ocak’ta seyirciyle buluşuyor.
Simay GözenerUzun boyu, mavi gözleri ile ekranların dikkat çeken isimlerinde biri Onur Tuna. Sanatın farklı disiplinleri ile beslenen oyuncu bazen genç bir iş insanı, bazen başarılı bir doktor, bazen de mahallenin hak dağıtan ‘kabadayısı’ olarak çıkıyor karşımıza. Şu günlerde de idealist bir Cumhuriyet Savcısı olarak beğeni toplayan oyuncu, “karaktere büründüğünüzde bedeniniz öz tepkiler verebiliyor. O yüzden bütün karakterler biraz benim” diyor. Yeni yılda da projelerine devam edecek oyuncu ile sanatla harmanladığı hayatını ve geleceğe dair planlarını konuştuk. Şimdi söz Onur Tuna’da:
- Çok küçük yaşta tanışıyorsunuz tiyatro sahneleriyle, henüz altı yaşındayken… Yıllar sonra hayatınızın tam merkezine yerleştireceğiniz oyunculuğun temelini atarken elinizden kim tutuyordu?
Tabii ki ailem… Eğitimci bir aileden geliyorum. Bu sebeple oratoryo, tiyatro, konser gibi aktivitelerle erken yaşta tanışma fırsatım oldu. Kendileri, fırsat buldukça hâlâ aktif olarak oyun izliyorlar.
Aradan geçen yıllar, hayat sizi farklı bir yöne sürüklüyor, ama tiyatro, oyunculuk her zaman yaşamınızın bir yerinde mahremiyetini koruyor. Belki de filizlenmek için fırsat kolluyor. Peki, iktisat eğitimi aldıktan sonra ne oldu da tamamen sanata, oyunculuğa evrildi hayatınız?
Çocukluğumdan beri hayatımda, evimde enstrüman ve müzik oldu. O yüzden iktisat okuyorken de tiyatro ve müzikle ilgilenmeye devam ediyordum. Aslında iktisat benim İzmir gibi bir yerde büyümeme fırsat sağladı diyebilirim. Zaten sinema, müzik, resim gibi çok dalın birbirine bağlı algılar olduğuna inanıyorum. Bir ritim gibi hepsi…
- “Yasak Elma”, “Mucize Doktor” gibi çok izlenen projelerde farklı farklı karakterleri canlandırdınız. Peki, sizin Onur Tuna olarak bu karakterlere kattığınız ortak bir özellik var mı?
Onların hepsi benden çıkan karakterlerdi zaten. Başka bir oyuncu arkadaşım yorumlasaydı, karakterler bambaşka olurdu. Mesela Hamlet’i üç bin kişi oynar, belki üç bini de farklı yorumlar... Ortak yön demeyelim, ama empatik bir yerden bakınca o karaktere büründüğünüzde bedeniniz öz tepkiler verebiliyor. O yüzden bütün karakterler biraz benim, diyebilirim (gülüyor).
- Pek çok aksaklığın, duraksamanın olduğu pandemi süreci sizin için nasıl geçti? Bu dönemi kendiniz için nasıl değerlendirdiniz?
“Dalgın” adlı söz ve müziği bana ait olan, dört şarkılık bir EP (uzun çalar) çalışmam oldu o dönemde. Kendimi stüdyoya kapattım. Tabii ki sosyal dengelerin, hayatın, hijyen anlayışının, mesafenin oluştuğu yeni yaşamın etkilerini hâlâ öğrenmeye devam ediyoruz.
- Sizi oyunculuğun dışında bir de müzisyen kimliğinizle tanıyoruz. Müzik hayatınıza ne zaman ve nasıl girdi?
Gitar ve piyano ile uğraşıyorum. Enstrümanlar konusunda beni teşvik eden ilk kişi abimdi. O da birçok enstrümanla haşır neşir... Hatta ilk gitarımı, ben henüz çocukken o almıştı. Sonra sevdim sanırım ve arkadaşlarım da ona göre oluştu. Yani işin içinde hayaller, umutlar, konserler gibi bir durum yoktu, sadece müzik vardı (gülüyor). Hatta bazen yalnızca iyi bir dinleyici olarak da müzik var oldu.
- İki farklı alanda üreten bir sanatçı olarak müzik ve oyunculuk birbirini nasıl besliyor? Hayatınızda bu ikisinin dengesini nasıl sağlıyorsunuz?
Bir denge oluşturmuyorum aslında... Sete gitmeden bazen gitar ya da piyano çalıyorum. Bunu yaparken de illaki arz edecek bir ürüne gerek yok diye düşünüyorum. Ama şarkı kaydetmek istiyorsam, tabii ki setimin olmadığı, ara verdiği dönemleri tercih ediyorum. Oyunculuk ve öyküler canlandırmak, metinler çözmek severek yaptığım şeyler... Gelişmeye, öğrenmeye çalışıyorum. Sanat bir ritim gibi; ressamın fırça ritmi, oyuncunun oyun ritmi, müziğin metronomu ve ölçüleri… Bunlar sanatın özü aslında ve hepsi birbirine bağlı.
- Bir açıklamanızda dinlenmek için 40 yaşınızı işaret ediyorsunuz ve bu dönemde de şarkı söylemek için sahneye çıkabileceğinizi söylüyorsunuz. Kameranın yorgunluğunu mikrofonla mı atacaksınız?
Aslında onu konser verebilmek için daha olgunlaşmam gerektiği üzerine söylemiştim ve 40 yaş sonrası belki müziğe ekip anlamında daha çok vakit ayırırım diye düşünüyorum. Oyunculuk bitecek ya da o birinci, bu ikinci gibi bir durum olamaz. Hayatımı üreterek ve mutlu yaşamak istiyorum, sadece bu... Yorgunluğumu atmak için ormanlarda ve deniz kıyılarında olmayı tercih ederim (gülüyor).
- 14 Ocak’ta seyirci ile buluşacak olan “Benden Ne Olur?” adlı romantik komedide alışılmışın dışında yeni bir karakter canlandırıyorsunuz. Sizi ilk kez dramdan farklı bir rolde görmemizi sağlayan neydi?
“Benden ne olur?” Aslı Kızmaz’ın yazdığı bir kitap uyarlaması ve klişelerden uzak, günümüze yakın dertleri olan bir hikâye… Hepimiz gibi kendini tanıyan özgür ruhlu bir kadının serüveni aslında. Soner de Sertab’ın büyük farkındalıklarından biri. Kadro güzel, hikâye klişeden uzak, günümüze yakın. Neden oynamayayım?
- Filmde, “Soner Güler” adlı ünlü bir oyuncuya hayat veriyorsunuz. Bu rolde Soner ile Onur Tuna arasında benzer yönler var mı?
Soner, Sertab’ın hikâyedeki güvenilmez, ama kendince sebepleri olduğunu düşündüğüm (gülüyor) büyük aşkı ve hikâyedeki pasörlerinden biri. Soner de “Benden ne olur” diye soran biri bence. Soner de benden çıkan bir şey oldu. Soner olsam öyle olurdum demek ki (gülüyor)…
- Filmdeki partneriniz Hazal Kaya, günlük yaşamımızda da karşılaştığımız ‘senden bir şey olmaz’ denen, hayata tutunamayan ‘Sertab Bal’ adlı bir karakteri canlandırıyor. Her düştüğünde çıkış yolu arayan bu karakter gibi siz de zor zamanlarınızda, kararsızlık yaşadığınız anlarda hayata bağlanmak ve tutunmak için neler yapıyorsunuz?
Ben öyle anlarda biraz acıdan beslenen bir tiptim, ama son yıllarda bedenim yorgun düştü ve bıraktım sanırım. Artık pozitif olmaya odaklanıyorum. Çözüm varsa, materyal arıyorum oturup dertlenmektense, ama duygusal konular bir noktada illaki başka oluyor. Bazen salaklık derecesinde tekerrür eder, bazen de yüksek doz bir mutluluk… (gülüyor)
HAYVANLARA VE BİTKİLERE DE ADALET- Birçok sevilen projede rol aldınız. Bugün de seyirci karşısına “Mahkûm” adlı diziyle ‘adaletli bir savcı’ olarak çıkıyorsunuz. Dizinin bu kadar ilgi görmesinde toplumun adalete olan ihtiyacı ve inancının payı olduğunu düşünüyor musunuz?Bir toplumu oluşturan insanların, hayvanların, bitkilerin her birinin adil bir yaşama ihtiyacı var. Hem karşılıklı hem içsel... “Mahkûm” hikâye olarak çok hızlı akan, arkasında izler bırakan ve merak ettiren bir hikâye... Karakterler katmanlı... Oynarken zorlayıcı. Dolayısıyla benim için keyifli, izleyici için de merak ettiren, kaliteli bir iş oldu bence. |