Kalplerde 85 yıl

Kısacık ömründe yaptıkları hâlâ hafızalardan silinmedi. Türk milleti onu her geçen yıl daha da artan bir sevgiyle anarken diğer ülkeler de bu bağı gıptayla izliyor.

Prof. Dr. Şaduman Halıcı

85 yıldır Atatürk’ü kalplerimizde yaşatıyoruz. Türk milletinin ona olan saygısı ve sevgisi o kadar büyük ki yankısı bugün bile ülkemizin sınırlarından taşıyor…

Bir video sosyal medyada izlenme rekorları kırmış. Yabancı bir genç çekmiş. Konusu Türk milletinin Atatürk sevgisi. 10 Kasım saat 9.05’te Türkiye’den manzaralar paylaşmış. Yollarda tramvaylar, metrolar, metrobüsler durmuş… Çocuk genç, yaşlı saygı duruşunda… Havaalanlarında siren çalıyor, turistler önce panikliyor sonra anlıyor ve onlar da Atatürk sevgisine eşlik ediyor. Yabancı gençi her saniye şaşırıyor. Özellikle insanların arabalarından inip ayakta saygı duruşuna katılmaları karşısında “Bu nasıl bir saygı, onca yıl sonra bu nasıl bir sevgi?” demekten kendini alamıyor. 

Aynı saygıya, sevgiye anma törenlerine katıldığım Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde de tanık oldum. Onlar 15 Kasım’da 40. yaş günlerini kutlamanın heyecanı ile de doluydular ve Atatürk’ten aldıkları esin ve onun yaydığı ışıkla yollarını aydınlattıklarını sürekli vurguladılar. 

Peki neden? Neden Türk milleti her geçen gün Atatürk’e ve devrimlerine daha çok sahip çıkıyor? Çünkü Atatürk’ün idealleri ve devrimleri evrensel nitelik taşıyor. O yalnız Türk milletine değil emperyalizme karşı bağımsızlık savaşı veren milletlere de örnek oluyor. Bağımsızlıklarını kazandıktan sonra onlara bir daha emperyalizmin ağına düşmemeleri için ne yapmaları gerektiği konusunda yol gösteriyor. İnsanlıktan, kardeşlikten, hukuktan, barıştan yana olan dünyaya uluslararası barışın nasıl kurulacağını uygulamalarıyla gösteriyor. Doğu’nun ve Batı’nın aydınları bu nedenledir ki bünyesinden Atatürk çıkaran Türk milletine gıpta ile bakıyor. 

Ömer Rıza Doğrul’un da vurguladığı gibi Atatürk, Doğu ve İslâm dünyasının “tapınırcasına sevdiği” kahramandır. Milli Mücadele’nin sürdüğü günler İslam dünyasında da uyanışın başladığı yıllardır. Mısır, ulusal hareketin en canlı dönemini yaşamakta, Fas kahramanı Abdülkerim’in mücadelesi sürmekte, ayaklanan Hint Müslümanları kendilerine vaat edilen özerklik için savaşım vermektedir. Irak’ta ihtilâller birbirini izlemekte, Suriye’de Fransızlarla halk arasında mücadelesiz gün geçmemektedir. Ancak bu ayaklanışın en büyüğü, yok olma ya da bağımsız varlığını sürdürme gibi iki seçeneği bulunan Türk Kurtuluş Savaşı’dır. Bu nedenle onun savaşımını İslam dünyası, kendi savaşımı gibi benimsemiştir. Atatürk de Türk Kurtuluş Savaşı’nın onlardan kopuk bir eylem olmadığını “Anadolu’nun zalimlere karşı mazlumların ilk savunma cephesi olduğunu” sık sık yineleyerek göstermiştir. Hatta Hindistan Merkezi Hilafet Komitesi Başkanı Seyyit Cutani’ye yazdığı mektupta “Bizim bu büyük zaferimizin yaratacağı büyük sonuçlar yalnız Türkiye’nin mukadderatı üzerine etkili olmakla kalmayacak, aynı zamanda bütün zulüm çeken milletleri, kendi hayat ve istiklallerini tehdit ve tazyik eyleyen zalimler aleyhine hareket için cesaretlendirecektir” der.

EN DEĞERLİ YOL GÖSTERİCİ

Türk Devrimi’nin; cehaleti, taassubu ve tutsaklığı hedef aldığı görüldükçe ve kavrandıkça emperyalizmin boyunduruğundaki milletlerin Atatürk’e ve Türk Devrimi’ne duydukları saygı ve benimseme artar.  Öyle ki Kazanlı İslâm Bilgini Musa Carullah 1942’de yayımladığı eserini Atatürk’e ithaf eder; Atatürk’ü “İslam büyüğü” ve “en değerli” yol gösterici olarak tanımlar. Mısır’da bağımsızlık mücadelesi veren Vefd partisi Atatürk’ü “demokrasinin timsali” olarak anar. Filistin’de Müftü Elhac Emin Elhüseyni önderliğindeki mücadele de örneğini Atatürk’te bulur, Filistinliler Atatürk’ü “mücadele fikrinin babası” olarak görür, İngilizlerin taksim siyasetine karşı mücadele düşüncesini Atatürk’ten aldıklarını, kendilerine “cesaret, azim ve sebat duygularını” aşılayanın Atatürk ve Türkler olduğunu vurgular. İran’da Rıza Şah Pehlevi, Afganistan’da Amanullah Han ülkelerinde yaptıkları devrimde yol göstericilerinin Atatürk olduğuna dikkati çekerler.

Peki ya Batılı aydınlar Atatürk konusunda İslam dünyası ile hemfikir midir? Evet… Örneğin, René Marchand, “Porte-Mustafa Kemal” başlığı ile 1927’de kaleme aldığı yazıda Mustafa Kemal’i “Türk’ün tabii rahatlığı ile hareket eden” bir lider olarak tanımlar. Askeri ve siyasi zekâya sahip bir “deha” olarak niteler. İngiliz büyükelçisi Sir George Kerr, Atatürk için “işte asrımızın adamı” derken, Sovyet elçiliği müsteşarı Potemkin “Bir millet üzerinde, cazibesinden bu derece kurtulunmaz etki yapmış bir kimse daha görmedim” der ve Türk milletindeki Atatürk sevgisine dikkati çeker. Arnold Toynbee ise Atatürk’ün “Bir eli ile Yunanları temizler, İngiliz ve Fransızlara kafa tutarken diğer eli ile de Türk toplumunun esas temelini kurmaya yöneldiğini” vurgular ve bu durumu “İki muazzam işin bir araya gelmesi, belki de muvaffakiyetin özü” olarak değerlendirir. “Herhangi bir memlekette herhangi bir adam bu derece esaslı bir inkılap başarmayı ümit edebilir mi” diye sorar ve yanıtı kendisi verir: “Eğer yeryüzünde bunu başarabilecek herhangi bir adam mevcutsa, o adam da Mustafa Kemal’dir”. İsviçreli Paul Gendizon ise Atatürk’ün kendisini uygarlık düşüncesine adadığını, ananeye, batıl itikatlara, taassuba karşı savaş açtığını vurgular, “Ananeyi mantıktan, dini siyasetten, dünyevîyi uhrevîden ayırma” başarısının ise Türk Devrimi’ne ait olduğuna, bütün dünyanın can çekişir zannettiği bir sırada Türkiye’nin Türk Devrimi ile birdenbire insanlık üstünde bir gayretle doğrulup yeniden harekete geçtiğine dikkati çeker.

ATATÜRK YILI

Ve Ward Price… Ünlü İngiliz yazar Atatürk’ü iki kez görmüştür. İlki 1918’de İstanbul’da en mutsuz gününde, ikincisi 1922’de İzmir’de en mutlu gününde. Uzun süre Türkiye’de kalmış, devrimlere tanıklık etmiştir. Ülkesine döndüğünde “Bu Diktatörleri Tanıyorum” isimli eserini kaleme alır, bağlı olduğu yayınevi kitaba Atatürk’ü de dahil etmesini ister. O etmez. “Ben yalnız Mussolini’den ve Hitler’den bahsettim. Atatürk, bunların hiçbirisine benzemez. O kendine özgü bir devlet adamıydı. Diktatörlerin tahammül edemediği serbest şekilde demokrasilerin başaramadığı ve başaramayacağı işler yapmıştır. Tarihte böyle adamlar devirlerine kendi isimlerini vermişlerdir. Yani o kadar ender yetişirler” der.

Haklıdır. 1978 yılında UNESCO’nun 1981 yılını “Atatürk Yılı” olarak benimseyeceği toplantıda başka ülkelerin de kendi liderleri için benzer kararlar alınmasını isteyeceği yönünde kaygılar dile getirilir. O sırada Sovyet temsilci ayağa kalkar. Toplantıda buz gibi hava eser. Lenin adına istekte bulunulacağı sanılır. Temsilci der ki: “20 yüzyılda hiçbir ülke bir Mustafa Kemal çıkaramadı ki böyle bir kaygı olsun”.