Kadın ve doğa el ele
Çevre ve kadın hareketlerinin bir araya gelmesiyle oluşan ve günümüzde aktivist çalışmalar içinde kendine önemli bir yer edinen ekofeminizm kavramının kökenlerine bir göz atalım.
Ayça Ceylan“Ayna ayna söyle bana var mı benden güzeli bu dünyada?” çocukluğumuzda kulağımıza çalınan masal cümlelerinden sadece biri. Pamuk Prenses ve Yedi Cücelerin kötü kraliçesinin ve/veya cadı kraliçesinin bu sorusunu ilk duyduğumda ilkokul birinci sınıftaydım. Sınıftaki çocuklar popüler kültürün de uzun vadeli destekleri sonucu gelişen cadılar ve onların tüyler ürpertici, acımasız, karanlık evrenini, doğru kabul etmişlerdi. Şaşırtıcı bulmuştum çünkü okul açılmadan önceki o yaz seyahatlerimizden birinde erken dönem İskoçya Cadı Mahkemeleri hakkında bir kitaba rastlamıştım. İşlerin pek de anlatıla gelen gibi olmadığı 18. yüzyılda kabul edilmişti bile. Ancak popüler kültür ürünlerinin algımız üzerindeki etkileri aracılığıyla sorun yine varlığını sürdürüyordu.
Aslına bakarsanız bu sorun orta çağda ortaya çıktı ve çözüldü diye bir durum da söz konusu değil. Zamanda biraz geriye sıçrayalım: Beşinci yüzyılda ilk kadın matematikçi, astronom Hypatia’nın taşlanarak öldürülmesi, İskenderiye Kütüphane’sinin yakılması, Mezopotamya’da ana tanrıça kültünün yerini Hammurabi döneminde Marduk’a bırakması ve nice tarihi olay kadınlık halinin parıltısını söndürmeye yöneliktir. Onu sadece tehditkar, karanlık, güvenilmez, yıkıcı diye tanımlama ediminin dillere pelesenk olmasıyla dünyanın da yaraları derinleşmiştir. Gel zaman git zaman cadı mahkemeleri, şifacılar, kadının doğayla ilişkisi, tanrıça kültleri üzerine incelikli araştırmalar yapma imkanı buldum. Her bir bilgi bir diğerine eklenirken masalların cinsiyetçi dilinin nasıl savaşların da dili olduğunu, bazı mitolojilerde tanrıların tecavüzlerinin nasıl da tutkulu aşk diye pazarlandığını, kadınlığa yapılan her türlü zulmün nasıl da doğayı katlettiğini öğrendim. Nasılların nasıl da diğer nasıllarla içli dışlı olduğunu sizler de bilirsiniz. Sebepler sonuçlar derken büyük tarih aktarıcılığının içinde son 20 son 50 son 100 seneye sıkışıp kalmaya gerek yok. Sevinçlerimizin, başarılarımızın, pişmanlıklarımızın, üzüntülerimizin kısacası her durumun uzun bir geçmişi vardır tıpkı uzun bir geleceği olacağı gibi. Küresel ısınma, buzulların erimesi, biyoçeşitliliğin azalması, toplumsal roller, hammadde arayışı, doğanın katli, plastikler, tüketim tutkusu, psikolojik gerilimlerde genelde ormana doğru yol alan kadının şeytani olanla ilişkisi, günümüz ilişkilerindeki güven sorunu, depresif bir ruh hali ve üç nokta dendiğinde, tüm bunların birbiri ile olan girift ilişkisini üzerinden karşımıza ekofeminizm kavramı çıkabilir.
Ekofeminizm 1960’li yılların siyasal ve düşünsel ortamından nasibini alan, 1970’li yıllarda nükleer karşıtı hareketlerin etkisiyle şekillen, çevresel durumları kadınlık halleri ile eşleyen bir düşünce sistemidir. Günümüze gelene kadar da yaşayan her bir düşünce sistemi gibi içerdiği yaklaşımlar çoğalarak devam etmiştir. Minik bir parantez, çoğalmak her zaman tüketmek anlamına gelmez, örneğin bazen bir ağacın bir yaprağına gözünüz takılır. O yaprak sonsuz çeşitliliği içinde barındırır sizi çoğaltır. Öte yandan siz ona bakarken instagram hikayelerini, "retweetleri", o ağacın önünde onunla hiçbir duygusal bağ kurmayan fotoğraf çekimini hayatınızdan çıkarmışsınızdır. Evet azalırken çoğalmak diye bir şey mümkün!
Seri üretim bantlarının hızlanan ivmesi, hammadde arayışının daha da vahşileşmesi, 20. yüzyıl ortasında amazon havzasının talanı, bedenlerimiz hakkındaki bitmeyen söylevler, Ukrayna-Rusya Savaşı’nın sadece insanlara değil tüm canlılara verdiği hasar… Tüm bunlar ise çoğalmayı dünyayı yerle bir edip, onun canlılığını hiçe sayanların sisteminin bir yansıması. Bu sistem ekofeminist yaklaşımın tam karşısında yer alıyor. Kadınlık hali de sadece biyolojik kadınlara özgü bir durum değildir. Her dişilin içinde bir eril, her erilin içinde bir dişil enerji vardır. Biyolojide XX, XY, XXY, psikolojide Carl Gustav Jung’un anima-erkeğin içindeki kadın- ve animus- kadının içindeki erkek- tanımları aklımızda, kalbimizde, ruhumuzda olsun. Dünyanın parıldayan zamanlarını hep beraber inşa edebilmek dileğiyle!