Kadın olmak
Yüzümüzdeki kırışıkları, bedenimizi, kısacası kendimizi sevmeyi yaş aldıkça öğreniyoruz.
Ebru BozcukDışarısı
bahar belki ama içimiz hiç öyle değil sanki... İyiden iyiye
yorulmuş halimizle, içten içe sorgulamalarla günler geçip
gidiyor. Hayatın her haline alışkın ruhumuza bir çizik daha
atarak yola devam ediyoruz. Yüreğimiz yorgun, ama zorunlu halleri
de keyfe çevirmenin elimizde olduğunu iyi biliyoruz artık.
Sebepsiz, şartsız mutlu olabilmeyi öğrendik sanki. Evet, bize
dayatılan bir hayat var ve istesek de istemesek de yaşıyoruz.
Bütün mesele bu süreçte kendimize nasıl davrandığımız...
Yaş aldıkça, kendinizi öyle acımasızca yargılamayı bırakıyorsunuz. “Öyle miyim, böyle miyim” diye bir anaforun içinde kıvranmıyorsunuz. Meydan okumayan, iddiasız, kendi halinde “ben de böyleyim işte” diye bir söz dökülüveriyor ağzınızdan. Artık kimseye hesap vermek zorunda olmadığınızı biliyorsunuz. O yaş artık birçok şeyde sınandığınız bir yaş oluyor. Bir kere parasız kaldığın, bir kere dünyanın kaç bucak olduğunu gördüğün, en yakının sandığın kişiden esaslı bir darbe yediğin, diplerde yaşadığın bir yaş oluyor. Sonra kimseye yaslanmadan ayağa kalkmış, başını tekrar gökyüzüne çevirmiş bir kadın olmayı da beceriyorsun.
Bir taraftan da garip bir şekilde kadınların kendini kanatma kabiliyetine sahip olduklarını da düşünüyorum. Başkasının tenkit etmesine ihtiyacımız yok; çünkü biz bunu kendimize öyle acımasızca yapıyoruz ki anlaşılır gibi değil. Büyütücü aynalarla bakıyoruz yüzümüze, göz kenarlarımızdaki kırışıklıkları, saçımıza düşen akları görüp üzülmek için sanki...
Kilo mu almışız, yoksa bu kıyafet mi yakışmamış, sürekli bir eleştiri hali... Kabahatleri görürüz önce biz, acımayız kendimize, başımızı okşamayız hiç. Hele ki çocukluğumuzda başımız hiç okşanmamışsa o zaman vay halimize... Hep bir şeylerden vazgeçerek var olmak öğretilmiş, oysa vazgeçmeden de varolabilirdik. Anneannemin meşhur lafıdır; “iyisini, kötüsüne yama yap” diye yetiştirilmiş bir neslin çocuklarıyız, düşünsenize. İşte bu nedenle bu ağır yükün, kadınlara dönüşü çok sert oluyor. Mesela üniversiteyi bitirince şöyle hesapsız bir yolculuğa çıkamamış bir nesildik biz. Çok telaşlıydık; çünkü iş bulmak zorundaydık. Akşam iş çıkışı rakı mı içmeliydik, yoksa bir terapiste mi gitmeliydik? Çünkü kendi kararımızla seçmediğimiz bölümleri okumuş ve istemediğimiz işlerde çalışır olmuştuk. Sonra evlenmek durumundaydık, yaşımız geçiyordu.
Kimimiz
severek, kimimiz öylesine evleniverdik. Ne yazık ki eril baskı
burada da üzerimizdeydi. Bir de muhakkak çocuk yapmalıydık,
olmazsa olmazdı o. Kimse bize mutlu olup, olmadığımızı
sormamıştı, bu yüzden erken yorulan bir nesildik. Her şeye
rağmen, annelerimizden yadigâr o sabun kokulu bilgilerle sabretmeye
devam ettik. Ve artık bayağı büyümüştük. Hem de ne büyümek,
yüzümüzdeki çizgileri de sevecektik biz. Artık bu yaşlarda
kendi gözleriyle kendine bakmayı öğreniyor insan. En güvendiğinin
kendin olduğunu, istemediğin hiçbir şeyi yapmıyor olmanın en
büyük lüksün olduğunu çok iyi biliyorduk ve işte o zaman, “iyi
ki varım” diyerek yolda olmanın keyfini çok iyi çıkarıyorsun.
Yolda olan ve cesaretini hiç kırmayan tüm kadınlara
sevgilerimle...