Kaan Sekban: Mizah muhaliftir

Son dönemde öne çıkan komedyenlerden biri Kaan Sekban. Dijitalde beIN Connect ve TV’de beIN Comedy’de yaptığı Alt Tarafı Bi Talk Şov ile evlerimize konuk olan, bir yandan da sahne gösterileri ve stand-up performanslarıyla kitlelrle buluşan Kaan Sekban ile Cumhuriyet Pazar için söyleştik

Emrah Kolukısa

Kaan Sekban ile planladığımız fotoğraf çekimi için Ayazağa’daki beIN stüdyolarındayız. Kaan Sekban üzerinde bir “Will and Grace” tişörtüyle bizi karşılayınca haliyle sohbete ordana giriyoruz. Öğreniyoruz ki en sevdiği karakter Jack (benimki galiba Karen, kararsızım) ve ABD’deyken dizinin çekimlerini gidip yerinde canlı izlemiş. Aslında onu o tişörtle fotoğraflamak istiyoruz ama kanal temsilcileri haklı olarak itiraz ediyorlar ve Kaan Sekban bir ceket giyip geliyor; biz de notumuz alıyoruz: Gelecekte fotoğraf çekimi için söyleşi yaptığımız kişinin iş yerine gitmek yok..:) 

- Bunu çok yerde anlattınız biliyorum ama yine de bankadaki işinizden istifa etmeye giden süreçte sizi tetikleyen, geri dönülmez noktaya getiren neydi, bilmeyen duymayan kalmıştır belki…

Ben aslında hayatta içinde bulunduğum her durumu severim, sonuçta hepsini ben seçiyorum kimse kimseyi zorlamıyor. Bankadaki işim de böyleydi. Çok severek, eğlenerek, güzel insanlar tanıyarak yaptım işimi 10 yıl boyunca. Hatta şimdi dönüp sorsanız bir kişi bile diyemez ki mutsuz çalıştı, kerhen yaptı, performansı kötüydü vs. Ama işte kurumsal hayatın maalesef belli kuralları var siz ona uymazsanız deha bile olsanız yükselemezsiniz. Bir terfi mülakatından sonra mülakatı yapan başka departman yöneticisinin benim için “her şeyi çok iyi mükemmel ancak çok yumuşak huylu, neşeli, burada ekip idare edemez” dediğini öğrendikten sonra beynimdeki ipler kopmuştu. Ben de son çare olarak terfi ya da zam almak için kendi yöneticime “bak giderim” blöfü yapmaya karar verdim. Blöf elimde patladı öyle söyleyeyimO

- Bankacılık da öyledir muhakkak ama komedi çok zor bir iş… Sizi komedi yapabileceğinize ikna eden şey neydi?

Aslına bakarsanız ben hep oyuncu olmayı istedim. Özendiğim şeyler dizi setlerinde tiyatro sahnelerindeydi. Fakat işi bıraktıktan sonra orada da saçma sapan tekeller, yalakalıklar, adamcılıklar olduğunu ve oyunculuğun eğitimle falan değil güzel görünmekle ilgili olduğunu anlayınca kendi hayatımın oyuncusu olmaya karar verdim desem yalan olmaz. Telefonla iş hayatımla ilgili skeçler çekmeye başladım. Skeçler çok hızlı yayılınca başka konulara da daldım, saçma diziler, çocuğuna Einstein muamelesi yapan anne babalar, influencerlar derken skeçler aldı başını gitti. Bu sırada da konuşmayı çok sevdiğimi farkedip instagram üstünden canlı yayınlar yapmaya başladım ancak canlı yayın modası bu kadar yaygın değildi ilk zamanlar. Orada da iyi reaksiyon aldığımı görünce sahneye attım kendimi, sonrası çorap söküğü gibi geldi valla ben bile anlamadım nasıl hızlı olduğunu her şeyin.

- Arada hala finansal öneriler isteyen arkadaşlarınız oluyor mu, ne diyorsunuz onlara? Örneğin olmayan paramı nereye yatırayım ben sizce, altına mı dövize mi?

Hahaha soranlar oluyor evet ancak benim uzmanlığım yatırım bankacılığı değildi ki onların da kendi hayatlarında muazzam yatırımlar yaptığını sanmıyorum. Kelin merhemi olsa durumu yani. Ancak ben şahsen gücüm yettiğince gayrimenkulden yana kullanıyorum tercihimi. Özellikle şu an kenarda köşede gibi duran yakında yatırım değeri çok artacak yerlerden ev olmasa bile küçük büyük demeden arsa almak lazım. Tarla bile olur O Bu kadar birikimi olmayanlar için biraz 8 seviyesine yaklaşırsa dolar almak mantıklı olabilir. Altınla dolar birbirinden çok ayrı hareket emiyor zatenO

- Alt Tarafı Bi Talk Şov yeni sezonuyla izleyiciyle buluştu. Yeni nesil talk şov programları daha çok dijital kanallardan izleyiciyle buluşuyor artık. Nasıl yorumluyorsunuz bu durumu?

Bunun iki sebebi var: Birincisi artık ana akım tv kanallarının tamamen dizilerin hegemonyasına girmesi ve PT 2 denilen geç saat prime time ölçümünün artık yapılmaması. Böyle olunca da reklam verenlerin de işine geldiği şekilde kanallar dizilerin 3-4 saat sürmesinde ısrar ediyorlar. Bunların sonucunda da programlar için ayrılan bütçeler kuş kadar oluyor. O yüzden de sosyal medyanın da hayatımızda aşırı yer kaplaması, tv’deki kısıtlayıcı dilin dijital mecralarda görece daha az olması gibi nedenlerle olay daha çok oralara kaydı. Aslında iyi de oldu belki de.. Tamam kimse eskisi kadar büyük paralar kazanmıyor belki ama en azından izleyiciye istediği zaman izleyeceği daha zengin içerikler ortaya çıkmış oluyor.

DAHA HOŞGÖRÜSÜZ BİR ORTAMDA YAŞIYORUZ

- Komedi bir özgürlük alanına ihtiyaç duyar… Sizce Türkiye bu anlamda o özgürlük alanını sunuyor mu?

Tabii ki eski zamanlara göre daha hoşgörüsüz bir ortamda yaşadığımız gerçek. Ancak özgürlük verilen değil alınan bir şey bana göre. Devamlı olarak özgür değiliz diye sızlanıp, Silivri soğuktur gibi bayat şakalarla sürekli bunun arkasına sığınıp kendimizi dizginleyemeyiz. Bir yerlerden yine herkesin mizahını özgürleştirmesi şart. Önceki jenerasyondan halen devam eden büyük isimlerin bunu yapacağına maalesef inancım sıfır. O yüzden yeni nesil komedyenlere çok iş düşüyor. Korkmadan toplumsal konulara değinmek zorundayız. Bu illa birine hakaret edelim, aşağılayalım anlamına gelmiyor. Zekice yapılan hicivden kimseye zarar gelmez. Ama işte o zeka kaç kişide var o da muallak O

- Siz mizahı nasıl tanımlıyorsunuz? Ya da sizin mizahınızı nasıl bir mizah diyelim… Eleştirel mi, muhalif mi, apolitik mi? Nelerden besleniyorsunuz mizahta?

Muhalif mizah tanımına çok gülüyorum. Mizahın kendisi başlı başına muhalif olmaktır zaten. En başta hayata muhalif olmakla başlar, bu da beraberinde eleştiriyi getirir, hayatı eleştirmeye başladığında da zaten politik mizah yapmış olursun. İnsanlar politik mizah deyince sadece siyasilerle dalga geçmeyi anlıyor. Halbuki onların yarattığı sistemin defolarıyla dalga geçtiğin zaman zaten hayata karşı muhalif bir duruş göstermiş oluyorsun. Ama işte maalesef günümüzde bu malzeme zengini coğrafyada mizah çoğunlukla şive ve gaz çıkarma üstüne bolca küfür boca edilen pata küte bir sululuğa döndüğü için mizahı kendi içinde böyle alt tanımlara bölmek zorunda kalıyoruz. Ben her zaman şakalarımın bir derdi olmasını isterim. O yüzden de derdi olan mizah diyebiliriz hadi buyrun yeni bir tanım O Sizin benim gibi sıradan normal insanların aşırı absürd davranışlarından ve bu davranışları aşırı normalmiş gibi bünyelerine yerleştirmelerinden besleniyorum tamamen. 

BU ÜLKENİN ŞANSLARI

- Kimlerden ilham aldınız, alıyorsunuz? (yerli yabancı fark etmez)

Açıkçası ilham aldığım ya da aşırı etkilendiğim, mizahıma şekil verdiren birisi yok. Genelde kendi arkadaşlarım, ailem, günlük hayatta hayatımda olan insanlar daha büyük ilham oluyor bana. Ama tabi ki çok sevdiğim, hayran olduğum insanlar var; Jerry Seinfeld, Trevor Noah, Hasan Minhaj, Tina Fey, Wanda Sykes bayılarak izlediğim isimler. Türkiye’de Metin Akpınar, özellikle ilk dönemlerinde Levent Kırca, Huysuz Virjin, Ferhan Şensoy, Kemal Sunal gerçekten bu ülkenin şansları.  

- Yakın zaman önce kaybettiğimiz Ferhan Şensoy bir anlamda komedinin öncülerindendi, hiç izleme fırsatı bulmuş muydunuz onu sahnede?

Lise yıllarımda iki kere Ferhangi Şeyler’i izlemiştim, o zamanlar çok ulusalcı, çok katı Kemalist bir gençtim, Ferhan Hoca’nın korkusuz tavrına hayran kalmış, vay be demiştim. Nurlar içinde yatsın. Hala O’nun kaybının şokunu atlatabilmiş değilim. Keşke yaşamı elverseydi ve yüzlerce temsil ve yeni içerikle bizi aydınlatabilseydi. 

TİKSİNİYORUM!

- Sosyal medyada sivri sayılabilecek çıkışlarınız oluyor. Sosyal meseleler hakkında yorum yapmaktan çekinmiyorsunuz. Aslında sosyal medyanın böyle ilginç bir işlevi de var sanki, yani oradaki kısıtlı özgürlük alanı insanların kendini ifade ettiği bir yere dönüştü. Sizin nasıl bir muhabbetiniz var sosyal medyayla?

Maalesef çok hayatımı kaplıyor sosyal medya. Maalesef deme sebebim kibirden değil, gerçekten bazen işlerimi yapmama engel oluyor oradaki enerji. Sürekli akıp giden bir hayat var orada sanki girmeyince hayattan geri kalıyormuş gibi hissediyorum. Ben kariyerimi de sosyal medyaya borçluyum, sonuçta sahnede gördüğüm teveccühün kaynağı instagram skeçlerim ve canlı yayınlarım. Ama bir yerde de dengelemek, dozu iyi ayarlamak lazım. Diğer yandan bugünkü Türkiye ortamında her alanda sesini duyurmak için çok iyi bir mecra. Gerçek habere, doğru kaynağa ve binlerce çeşit içeriğe ulaşmak mümkün olduğundan çok cazip herkes için. Tabi herkes sesini duyurmaya çalışınca ortaya kocaman bir gürültü kirliliği çıkıyor. O kirlilik zaman zaman yoruyor, bezdiriyor, umutsuzlaştırıyor ama kopamıyoruz hiçbirimiz. Sivri dediğiniz çıkışlar aslında hepimizin evde iş yerinde yemek sofrasında eş dost arasında konuştuğu şeyler. Ben orayı ve oradaki takipçilerimi de kendi sosyal çevremden farklı görmüyorum ve özellikle yanlış gördüğüm şeylerle ilgili tabi ki dozunda ve üslubunu ayarladığımı düşünerek konuşmaya gayret ediyorum, çünkü ne geliyorsa başımıza ya hepten susmaktan ya da çok ama boş konuşmaktan geliyor. Özellikle bomboş konularca zırt pırt atıp tutanların konu toplumsal meselelere gelince dillerini yutmalarından tiksiniyorum. Bu kişiler dünyanın en bilgili en güzel sesli en komik insanları ya da en iyi oyuncuları da olsa umrumda değil. 

KUZEEEN DİYE BAĞIRIYORUZ

- Sosyal medyadan izleyicilerinizle nasıl bir bağ kuruyorsunuz? 

Onlarla aramızda epey direkt bir iletişim var, en başından beri böyleydi. Hani der ya ünlüler hep beni sizler buraya getirdiniz diye bendeki durum tam olarak böyle. Mesajlarına dönerim, görüşlerine değer veririm hepsinin. Tabi ki arada kaçırdıklarım oluyor ama yüksek oranda hala karşılıklı muhabbetimiz vardır diyebilirim. Onları tanımayı ve onlarla arkadaş olmayı çok seviyorum. Zaten takipçilerimle birbirimize kuzen deriz karşılıklı. Bir yerde karşılaştığımızda onlarla, genelde yanımdaki arkadaşlarım takipçim olduklarını anlamıyor bazen nereden tanıyorsun diye soruyorlar çünkü baştaki klasik ünlü – takipçi diyaloglarını geçip direkt 40 yıllık arkadaşmışız gibi sohbete başlıyoruz O Bazen arabadan bağırıyorlar kuzeeeeeen diye nasıl mest oluyorum anlatamam. Dünya görüşlerimiz farklı olabilir ama hepsi belli bir entelektüel seviyenin üstünde insanlar hangi sosyo ekonomik gruptan olursa olsun. O yüzden birbirimize epey hitap ediyoruz karşılıklı olarak. Onları o kadar çok seviyorum ki kelimelerle anlatamam. Bak özledim şimdi yineO

- Metinlerinizi tek başına mı yazıyorsunuz, yoksa bir ekip mi var yanınızda? 

Sahne gösterilerimde ve skeçlerimde, sosyal medyamdaki her şeyde tekim. Başkasının yazdığı şeyleri kendiminmiş gibi giyemem üstüme zaten. O oyunculuk olur zaten, başka bir alan. Ama Alt Tarafı Bi’ Talk Show’da açılış monologlarımı kendim yazarım, onun dışındaki içeriğin çoğu editör ekibimizdeki arkadaşlarımın eseri. Canavar gibi bir ekiple çalışıyorum talk show tarafında ve çok şanslıyım. 

GELMEYEN KENDİ KAYBEDER

- Sohbet edeceğiniz isimleri seçerken nasıl bir yol izliyorsunuz? Sizi geri çevirenler de oldu mu mesela?

Bizim diğer tüm talk Showlardan ayrıldığımız bir özelliğimiz var o da hem dijital platformda (beIN CONNECT) hem de tv’de (Digiturk – beIN Series Comedy) olmamız, o nedenle seyirci kitlemiz çok geniş, hem genç kitleye hem de 50 yaş üstü TV izleyicisine hitap etmemiz gerekiyor, içeriği hazırlarken, şakaları yaparken konukları seçerken hep buna dikkat ediyoruz. O nedenle mesela sadece 5-6 Milyon takipçisi olan dizi yıldızlarını alalım falan gibi bir derdimiz yok, Zuhal Olcay’ı da ağırladık Zeynep Bastık’ı da, Nükhet Duru’yu da konuk ettik, Berkay’ı da.. Bizim için konuğun alanında gerçekten iyi olması, farklı renklerini göstermeye açık olması ve bir miktar egolarından arınmış olması lazım O Tabi ki davetimize olumlu dönüş alamadığımız isimler oluyor ancak ben bu camiada hiç kimseyle kanka olmadığım için hiçbirini kişisel algılamıyorum. Herkesin farklı öncelikleri, yoğunluğu ve tercihi olabilir, saygı duymak zorundayız. Diğer yandan deliler gibi isteyip uğraşıp da alamadığımız kimse olmadı açıkçası. Ben çok ısrarcı bir insan da değilim, bazı isimler için sürekli davet etmelisin ilk davette asla gelmez falan diyorlar ama üzgünüm öyle bir zamanım yok, gelenler başımızın tacı, gelemeyenleri de daha az seviyor değiliz. Son olarak biz Alt Tarafı Bi’ Talk Show’da konuklarımıza onlar için özel içeriklerle dolu, kendilerini misler gibi hissedecekleri, çok eğlenecekleri ve seyircilere en samimi en renkli hallerini gösterecekleri bir program vadediyoruz. Dolayısıyla gelmeyen bir yerde kendi kaybeder O

- Konuklarınıza özel bir hazırlık yapıyorsunuzdur muhakkak. 

Biz tamamen konuğa özel içerik hazırlıyoruz. Mesela asla magazine girmeden onun dışarı yansıyan özellikleri ve bazı durumları üstünden özel eğlenceli testler yapıyoruz, oyunculuğu iyiyse doğaçlama metinler oynatıyoruz, hakkında çok sosyal medya yorumu varsa bunlara ne kadar hakim olduğunu anlamaya çalıştığımız oyunlarımız var, özel yetenekleri varsa “challenge” denilen meydan okumalarla onlara kafa tutuyoruz, bazen de onları hiç beklemedikleri yerden duygu seline boğuyoruz…Mesela Nükhet Duru geldiğinde Z kuşağından fanlarına onun şarkılarını söylettiğimiz bir video hazırlamıştık çok etkilenmişti.. Talk show’a gelen konukların kendini kasmadan akışa bırakması lazım, o zaman çok eğlenceli oluyor her şey.. 

- Gelecek için nasıl bir vizyonunuz var, oyunculukta farklı yönelimler var mı aklınızda, ya da yazarlıkla ilgili?

Bende vizyon çok da, biraz plan program yapmak lazım, öncelikle 2. Kitabımı bitirmek istiyorum, çok yoğun çalıştığım için bana kalan zamanlarda gezip tozmayı tercih ediyorum, herkes çok çalışıyorsun dese de biraz tembelleştim aslında, sonrasında kafamdaki diziyi yazmak hedefim, orada oyunculuk da yapacağım ve sadece çok iyi ünlü olmayan no name oyuncularla şahane bir iş çıkarmayı hayal ediyorum, yurtdışında daha fazla zaman geçirip İngilizce içerikler üretmek de istiyorum çok, yabancı dilde stand up denemelerim oldu güzel reaksiyonlar aldım ama üstüne daha çok gitmem lazım. Sahne üstünde dev bir müzikalin parçası olmak istiyorum, pandemi öncesi yapımcısı da olduğum bir müzikal denememiz oldu, çok zor bir performasın altından partnerim Pelin Akil’le kalkmaya çalıştık, şimdi daha eğlenceli daha büyük kadrolu şahane bir prodüksiyonun içinde olmak istiyorum. İştahım çok kabarık, yeter ki Allah zihin açıklığı versin diyelimO

- İş insanlarıyla yüz yüze yaptığınız stand-up gösterilerinde hiç beklenmedik bir şey geldi mi başınıza? (ya da nasıl geçiyor eski çevrenizle karşı karşıya yaptığınız gösteriler?)

Sadece bir keresinde ön sıradaki pazarlama müdürü kapıyı çarparak dışarı çıkmıştı, arkasından çok gülmüştükO Onun dışında hiçbir şey olmadı, zaten beni etkinliklerine davet eden kurumlar buna hazır olarak davet ediyor, ama öyle korktukları gibi de geçmiyor, mizah zaten kendi halimize gülme hali değil mi? Bazen kraldan çok kralcılar olabiliyor tabi etkinliği ayarlayan tarafta, hem çok istiyorlar beni hem de tedirgin oluyorlar, şuna değinmezseniz bunu konuşmazsanız diye telkin de bulunuyorlar, tabi tabi deyip yine her şeyi anlatıyorumO Hep çok gülüyoruz her seferinde bence en önemli olan şey bu. 

 İYİLER VE KÖTÜLER VAR

- Dünya görüşünüzü nasıl tanımlarsınız?

İyi niyetli olan herkesin başımın üstünde yeri var, bunun dışında insanı doğuşundaki bazı gerçekler üstünden -ırk, cinsiyet, etnik köken, cinsel yönelim gibi – yaftalayan herkes bana göre ırkçıdır ve hiçbir ırkçının, her fikrin yobazının beni sevmesini takip etmesini alkışlamasını kendime hakaret sayarım. Bana göre dünya sadece iyiler ve kötüler olarak ikiye ayrılıyor. 

BELKİ DE DENİZLER TAŞACAK....

- Pandemi nasıl bir deneyimdi sizin için? Neler yaptınız, neler yapamadınız?

Aslında başta biraz panik oldum, çünkü 14 tane tüm biletleri tükenen gösterim iptal olmuştu doğal olarak. Nisan – Mayıs döneminde hayatı epey sorguladım. Sonra yazın gelmesiyle biraz kendime geldim, işler güçler ne olacak derken tam o dönemde talk Show teklifi geldi, sahnelerin ne zaman açılacağını bilmediğim için ve bu işi de denemek istediğimden kabul ettim. İlk sezon benim için heyecanlı ve gergin başladı, yapabilecek miyim anksiyeteleri geçirmedim değilO Ekibimiz çok tatlı olduğu için hepsi bana çok destek oldular, aynı anda dijital kurumsal stand up teklifleri gelmeye başladı. Seyirciyi görmeden kamera açıp stand up yapma deneyimi çok ilginçti. Üstelik bunu Türkçe ve bazen İngilizce yaptım. Kendi sınırlarımı çok zorladığım ve yeni güçlü yönlerimi keşfettiğim bir dönem oldu pandemi benim için. Çok şükür o kadar koşturmama rağmen Covid de olmadım. Ailemizde dayımı kaybettik, o çok üzücü oldu bizim için. Özetle aşırı çalıştığım ve yorulduğum bir dönemdi, sonra aşının gelmesiyle epey seyahat ettim, Amerika’da çok verimli bir ay geçirdim, şimdi tekrar stüdyomun ve sahnemin başındayım. Fakat pandemi bende daha dinginleşme ve her şeyi oluruna bırakma gibi etkiler yaptı ki bundan çok memnunum. 10 yıl sonra ne olacağını bilmiyoruz, belki küresel ısınma ile bütün denizle üstümüze taşacak, bilemeyiz, varsa da böyle şeyler söylemiyorlardır kesin diye paranoyak oldum biraz, o yüzden anı yaşayıp işimi en iyi ve en eğlenerek yapmaya çalışıyorum. 

- Aşı karşıtları şu sıralar çok gündemde. Bir mizahçı olarak size de çok malzeme veriyorlardır muhakkak ama Türkiye’de gerçek hayattan devşirilen bu çeşit mizahın trajik de sayılabilecek bir tarafı yok mu?

Maalesef aşı süreci çok şeffaf yönetilemediği için kafa karışıklığı yaşayan ve tedirgin olan insanlarımıza kızamıyorum, ancak bütün büyük oyunu görmüş gibi oradan buradan duyduğu safsataları çılgınlar gibi etrafa yaymaya çalışanların kötü niyetli, ilgi açı ve zavallı insanlar olduklarını düşünüyorum, çocuklarınız maymun olacak cümlesini bile duydu bu kulaklar. Diğer sorunuza gelince ise mizah başlı başına trajediden beslenir. Charlie Chapline’in filmlerine bakarsanız hepsi özünde dramlar barındırır. Hadi Chaplin’e gitmeyelim Kemal Sunal filmlerinde de ayıla bayıla güldüğümüz sahnelerin hepsi acı Türkiye gerçekleridir ve şu ana bile uyarlayabilirsiniz. Mesela 100 Numaralı Adam filminde reklam yıldızı olan Şaban’ın bütün bozuk ürünlerin, tekinsiz inşaatların reklamını yapıp sonra hepsi cortlayınca halkı karşısına alması vardır, alın işte şu an instagramdaki influencer’lar O Hiçbir farkı yok.. Tek fark bugün Türkiye’De her şey çok daha hızlı unutuluyor..