Judith Malika Liberman: 'Bir varmış bir yokmuş'
Bazen ıssız bir ormanda bazen de ulaşılması güç bir şatoda başlar macera. Kurtlar, prensler, cam pabuçlarla alıp, hayaller dünyasına götüren masallar kimi zaman korkularımızla yüzleşmemizi kimi zaman da iç dünyamızı keşfetmemizi sağlar. Anlattığı hikâyelerle, kaleme aldığı kitaplarla inandıklarına inandıran, hissettiklerini hissettiren Judith Malika Liberman, "Dünyayı değiştirmeden önce onu hayalle deneyimleme ve görme şansımız var" diyor.
Simay GözenerSözcüklerin peşine takılıp hayallerle yolculuğa çıkmaya karar verdiğinde henüz 14’ündeymiş Judith Malika Liberman. Doğup büyüdüğü Fransa’da masallarla doldurduğu heybesini yanına alıp, İstanbul’da biriktirmeye devam etmiş. Bazen yüzlerce yetişkinle bazen de masal tutkunu miniklerle kahramanların peşine düşüyor ve binlerce yıl önce kurulan hayallere her birini ortak ediyor.
Birlikte hayal kurmanın gücüne inanan ve iyiliğin bundan doğacağını düşünen yazar, hikâye anlatıcısı ve öğretmen Judith Malika Liberman’la hayat ve hayaller üzerine bir sohbet gerçekleştirdik.
Söz Liberman’da...
“Anlatmak”… Neredeyse tüm yaşamınızı şekillendiren, çizeceğiniz yolda size pusula olan “anlatıcılık” nedir?
Bana bir şey söylersen anlarım, ama anlatırsan yaşarım. Yani bizim iki tane iletişim aracımız var. Birini bilgi aktarmak için kullanıyoruz, diğerini ise anlatmak … Anlatmak yaşatmaktır. Sözcüklerin hikâyeye dönüşmesi için her birinin arasında anlamlandıran ilişkiler kurmak gerekir. Anlatım, anlam yaratıyor. Anlam da tercih ve davranışı… O yüzden de dünyayı şekillendiren şey bence hikâyelerdir. Muriel Rukeyser’in dediği gibi “Evren atomdan değil, hikâyeden oluşuyor”, ben buna inanıyorum.
Peki, bir hikâye anlatıcısı olarak siz kendi hikâyenizi nasıl anlamlandırdınız?
Benim ailem 70’lerde şehirlerden uzaklaşıp, köye yerleşen hippi neslindendi. Ben de o yüzden annemin köyünde bir komün içinde büyüdüm. Günün bittiği ateş etrafında hikâyeler, masallar anlatılıyordu. Masallarla yapılan yolculuk beni çok etkiliyordu. Bu sebeple anlatıcılığı meslek edinen annemin çok yakın bir arkadaşından, 14 yaşındayken ilk eğitimimi aldım. Üniversitede edebiyat ve dil bilimi okumama rağmen 19 yaşında konservatuarda anlatıcılık üzerine eğitim aldım. Okullarda, hastanelerde, kitabevlerinde anlatıcılığa başladım. İşte benim nasıl hikâyeci olduğumun hikâyesi de böyle...
Bir konuşmanızda “Kış masalların mevsimi, gece zamanı” diyorsunuz. İletişim için pek çok araç kullanan insanoğlu neden masallara ihtiyaç duyuyor?
Mevsimlerin yaşandığı tarım toplumlarında yaz, çok çalışmak anlamına geliyordu. Ama kışın insanlar oturuyorlardı ve “yapacak hiçbir şey yoktu”. Daha fazla evde daha fazla sohbet ederek ve daha fazla hayal kurarak vakit geçiriyorlardı. Ekranın ve ampulün olmadığı zamanlarda kış; birlikte olma ve hayal kurma mevsimiydi. Artık ne kış kaldı ne de gece… Elektrikle birlikte mevsimler de yok oldu. Buna bağlı olarak da birlikte hayal kurmak da... Bugün ise maalesef aynı mekânda bulunup, birlikte aynı ekrana bakıyoruz.
İnsanların son yıllarda masallara sarılmasının altında sizce mutluluk arayışı mı var?
Bir varmış bir yokmuş diye başlayan masallar aslına bakarsanız pek de iyimser değiller. Başladığı andan itibaren ya ülkeye kıtlık gelir ya karakterler anne-babaları tarafından terk edilir, ihanete uğrar. Bunlar aslında hepimizin başına gelen şeyler. Masallar iyimser değil, ama iyi bitiyor. O yüzden ben onların gerçekçi olduğunu düşünüyorum. “Başına hiçbir şey gelmez” demiyor masallar, “Hayata hoş geldin” diyor. Hayatta başına mutlaka bir şeyler gelecek, buna engel olamazsın. Önemli olan yaşadıklarınla nasıl baş ettiğin. Umut aşılayan masallar “başına ne gelirse gelsin bunun üstesinden gelebilirsin” der. Hayatta güzellik ve iyilik ancak umutlu olmaktan geçiyor. Bu yüzden büyüklere ve küçüklere her zaman içinde umudu barındıran masallar anlatıyorum.
Hayal etmek ve hayali anlatmak, aktarmak toplumlar için neden önemli?
Masal bahane hayal kurmak şahane… Bir masal ya da hikâye dinleyen kişinin birkaç dakika sonra hayal gücü harekete geçer ve bu gücün altındaki ‘hayal kası’ aktifleşir. Hayal gücü, burada olmayan bir şeyi görebilme ya da hissedebilme yeteneğidir. Mesela anneannenin tarhana çorbasını aklına getirerek tadını alabilirsin. Dünyada imkânsız gibi görünen şeyleri gerçekleştiren bütün insanlar önce hayal ederek bunu görür. Mesela uçmayı ilk kez deneyen kişiler kendilerini uçurumdan atarken bunu sadece mantıklarıyla yapmadılar. Rüyalarında, hayallerinde bunun mümkün olabileceğini gördüler. Hayal güçlerini kullanmamış olsalardı uçurumdan atlamak için cesaret bulamazlardı ve uçma teknolojisini gelişmezdi.
Peki, hayal gücümüz neden zayıf?
Birbirimize bir şey anlattığında aramızda küçük bir ekran beliriyor ve bu ekrana kendi zihnimizde yarattığımız filmi yansıtıyoruz. Fakat bugün artık aramızda gerçek bir ekran var ve çoğu kurgumuzu film şeklinde tüketiyoruz. Roman okumak veya masal dinlemek yerine bir televizyon karşısına oturuyoruz ve başka kişiler tarafından hayal edilmiş ve bize hazır sunulan hikayelere ortak oluyoruz. Hayal kurmak için efor sarf etmiyoruz. Gün içinde beynini rasyonel işlerle meşgul edip yorulan kişiler akşam kendilerinde hayal kuracak enerjiyi bulamıyor. Bir süre sonra hayal kurmaktan uzaklaşan kişilerde kullanılmayan ya da az kullanılan hayal kası köreliyor. İnsanların yalnızlıktan, temassızlıktan depresyona sürüklendiği çağımızda sorunları teknoloji değil, yeni hikâyeler çözecek.
Büyük bir tiyatro salonunda ya da sahilde ateş başında anlatılan hikâyeye ortak olmak, birlikte hayal kurup, hissetmek değişimin başlangıcı olabilir mi?
Birlikte masal dinleyen insanlar transa geçiyorlar, yani hafif bir hipnoza uğruyorlar. Buna transformasyon sanat deniyor. Örneğin kutuplarda bir adamın peşinde olan kadın kar fırtınasına yakalanıyor. Kutup ayısına dönüşen adamın ardından buzlu suya giren kadın donuyor ve iskelete dönüşüyor. Bu masalı anlattığım etkinlikte katılımcılardan biri, biz boncuk boncuk terlerken, “hiç bu kadar üşümemiştim” dedi. Masal, sıcak bir yerde anlatılanlarla sizi üşüten bir hipnoz…
Dünyayı değiştirmeden önce onu hayalle deneyimleme ve görme şansımız var. Bu yüzden bize iyi gelen hayaller yaratmamız ve bunları anlatarak yaymamız gerekiyor.
Masalların yolculuğu nereden başlıyor?
İsviçreli psikiyatr Carl Gustav Jung, ortak bir bilinçaltımızın olduğunu ve birbirleriyle iletişimi olmayan insanların farklı coğrafyalarda benzer hikâyeler üretebileceğini söylüyor. Bunu da rüyasını anlatan bir hastasının hiç bilemeyeceği bir İskandinav masalını anlattığında fark ediyor. Başka bir teori ise masalların gezdiği yönünde… Örneğin İpek Yolu’nun bir masal yolu olduğu söyleniyor. Aslında insan nereye giderse, kurguyla birlikte gidiyor. Benim için ilginç olan evrensel olmaları… Yaklaşık 500 yıldır dünyanın her yerinde anlattığımız masalların yazılı olarak bulunan en eski olanı Sümerce bir masal, iki kardeşin masalı… Ve ben bu masalı çok severek, bu çağda İstanbul’da anlatıyorum. Sümerlerle aramızda hiçbir bağ olmadığı düşünülüyor, ama anlattığımız hikayeler hâlâ ortak. Çünkü ortak bilinçaltından bahsediyor, insan olmaya dair bir ip ucu gösteriyorlar. Yaşam koşullarımızdan bağımsız ortak korkularımız, bazı ortak hayallerimiz var.
NEDEN SADECE ÇOCUKLAR?
Masallar kimin için ortaya çıktı ve nasıl oldu da çocuklara indirgendi?
Bizi bir araya getiren masallar aslında herkes için. Bazı sosyologlar çocuklara yönelik kitapların, oyuncakların; yani çocukluk kavramının 19’uncu yüzyılda ortaya çıktığını ifade ediyor. Tarım toplumunda çalışan ve erken yaşta topluma dahil olan çocuklar endüstriyel devrimle birlikte kendileri için zararlı olabilecek fabrikalardan uzak tutulmak adına okullara gönderildi. Masalların çocuk işi olması ya da çocuklara dönüşmesi de bu tarihlere denk geliyor.
MASALLARIN YOLCULUĞU KİTAPLARDA
Judith Malika Liberman’ın, Masal Terapi, Masallarla Yola Çık, Bir Masal İyi Gelir, Önce Hayal, Taş Çorbası ve geçtiğimiz Kasım ayında yayımlanan “Yolaçık” adlı yetişkinler ve çocuklar için kaleme aldığı altı kitabı bulunuyor.