İtalya’nın ilk kadın avukatının portresi: Lidia Poet
İtalya’nın ilk kadın avukatı kadınları hak savaşına esin olan öyküsüyle karşınızda.
Başak Bıçak“Eğer tanrı avukat olmanı isteseydi, seni kadın yaratmazdı.”
19. yüzyıl sonları, Torino... İtalyan siyasi birliğinin, Garibaldi öncülüğünde birleşmesinin hemen sonrası. Kadınların İkinci Dünya Savaşı’nın bitimine dek beklemek zorunda kalacakları yasal hak kazanımlarından ise çok öncesi... Kendilerine biçilmiş toplumsal roller ve dikilmiş korseler içerisinde yaşamak zorunda bırakıltıkları bir dönem ve o çağın simgelerinden olan bir isim... İtalya’nın ilk kadın avukatı Lidia Poet’in esin verici öyküsü, tozlu raflardan günyüzüne çıkıyor. Endişelenmeyin; karşınızda alabildiğine cilalı ve görkemli bir figür var.
Loş bir tiyatro, performans için hazırlanan balerinler, Viktoryen dönem kostümleriyle gezinen Torino yüksek sosyetesi ve seyirciyi gerilim dolu açılışa hazırlayan notalar... 1883 yılında, bir balerinin gizemli ölümüyle açılan Lidia Poet’in hukuk mücadelesi, kadın olduğu için daha “ucuz” bir avukat olarak bu davayı araştırmak üzere tutulmasıyla başlıyor. Ancak davanın çözümlenmesinden çok daha önemli bir sorun var. Çiçeği burnunda bir avukat olarak adını yazdırdığı Torino barosunda hiç kimse Poet’in bu işi yapabilmeye “yeterli” olduğunu düşünmüyor. Üniversiteyi bitirmesine karşın, sırf kadın olduğu ve dahası “bedensel zaafları” gerekçesiyle bu mesleği yapabilecek niteliğe sahip olmadığına inanılıyor ve barodan ihraç ediliyor.
KADIN MÜCADELESİ
Bu andan itibaren Poet ilgi çekici biçimde, Protestan Reformu’ndan çok önce bir proto-protestan geleneği olan Valdocu bir aileye mensup eğitimli ve entelektüel bir kadın olarak büyük bir mücadeleye giriyor. Ve ilk kez yasal olarak avukat kabul edildiği 65 yaşına dek kadın hareketinin en önemli figürlerinden biri haline geliyor. Mesleğini yapabilmek uğruna ağabeyi Enrico’nun hukuk bürosunda çalışmaya başlayan Poet, bir süre sonra tanıştığı gazeteci Jacopo ile bir dizi vakayı çözmeye başlıyor.
Böylelikle dizi çekirdeğine yerleştirdiği devrimci bir karakteri betimlerken bir yandan tarihi gerçekleri yeniden yorumluyor, diğer yandan da birbirinden bağımsız -çoğu zaman basit duran- suç hikayeleriyle anlatısını antolojik bir perspektife yaklaştırıyor. Bir tür dedektiflik payesi verdiği karakterini, karanlık sokaklar, sıra dışı partiler, mahkeme salonları, tımarhaneler ve saraylar arasında Poet’in ışıltısıyla uyumlu parlak renkli giysilerle dolaştırırken, aslında “bir kabarık eteklinin, bir erkeğin yaptıklarını pek ala yapabileceğini” de göstermeye çalışıyor.
Anlatının tüm dehlizlerine nüfuz etmiş bir feminist söylem, Lidia Poet’in savaşı üzerinden tüm kadınların özgürlük mücadelesine, oradan da bütün bir patriarkal topluma başkaldırıya dönüşüyor. Poet’in karakteri ve anlatı için tasarlanan çağdaş biçem bile, zamanının ötesine geçen bir kadının, sıkıcı tarihi biyografilerden uzakta duran bu azim dolu öyküsüyle uyum içinde.
Sivri dili, mizahı, inatçılığı, öfkesi ve içinde mesleği için yanan ateşle parlayan Poet, Matilda De Angelis’in keskin bakışlarında görünürlük kazanıyor. Unutmayın; Netflix imzalı Lidia Poet’in Hukuk Mücadelesi, zekâ pırıltılarıyla donanmış bir suç draması değil; bilakis renkli anlarla bezenmiş öyküsü ve dengeli ritmiyle sizi içine alan bir dizi. Fakat bundan da öte azimli bir kadının, haklı ve onurlu isyanı. Lidia Poet, seri üretim mezarlığında kaybolmayacak kadar kıymetli bir öykü. Bu yüzden yaratıcılarının kusurlarına inat, adından söz etmek gerek.
Puanım 7/10