Istırabını sanatla çerçeveledi: ‘Sen Anne değilsin’
Sexton’ın intihara karşı duyduğu kaçınılmaz arzu kendi özelinde çocukluk travmalarının bir sonucu, şiirlerinden dünyaya yansıyan biçimiyle çağımızın kadına biçtiği iki yüzlü rolün yarattığı yıkımın dışavurumuydu.
Kardelen İnce“Yirmi sekiz yaşımdayken yüzey çatladı. Psikotik bir kriz geçirdim ve kendimi öldürmeye çalıştım.”
Gizdökümcü şair Anne Sexton, içinde uyuyan canavarların ilk uyanışını yıllar sonra işte bu sözlerle anlatmıştı; “28 yaşımda yüzey çatladı…”
Geçen yıl Psikolog Arzu Göncü’nün Türkçe çevirisiyle Ayrıntı Yayınları'ndan çıkan Anne Sexton’ın “Yaşa ya da öl” kitabı, zirveye tırmanmayı başaran sıradışı bir kadının ruhunu, okuyuculara tüm çıplaklığıyla okuma fırsatı sundu. Dünya, Pulitzer ödüllü Sexton’ı trajik intiharı ve dürüst şiirleri ile tanısa da bugün baktığımızda Sexton, başlı başına sorunlu bir konu. Sosyetik bir anne ve başarılı tüccar bir babanın kızı olarak 1928’de Boston’ın varoşları arasında varlıklı bir çocuk olarak dünyaya gelen Sexton, sorunlu bir çocukluk geçirdi. Ebeveynleri tarafından maruz bırakıldığı kişilik ve alkol bozukluğu sorunları, tüm yaşamını şekillendirdi.
İNTİHARI UZAK TUTMAK İÇİN YAZDI
Sexton’ın şiirlerini okuduğunuzda onda biraz karanlık biraz baş kaldırış biraz da melankoli hissedersiniz, ancak şiirlerinin bu kadar etkileyici olmasının ilk nedeni intiharı uzak tutmak için yazma çılgınlığına güvenmesidir. Şiirle arasındaki ilişki, intiharın da bu ilişkiye müttefik olduğu gerçeğini barındırır ve bu güçlü bağda ayrılma olasılığının hep göz önünde bulunduğu da açık.
Anne Sexton, günümüzde çağdaşı Sylvia Plath kadar tanınmıyor, bu durum onun şiirlerinden kaynaklı değil. Sexton’ın yakın arkadaşı da olan Plath, kabul edilebilirlik şemsiyesi altında daha masum ve hüzünlü bir şair olarak kabul edilirken, Sexton tamamen bir ayrık otudur. Onun yaşamı, şiirleri, deneyimleri ve duyguları baskın bir şekilde derinlere kök salmıştır. Sexton’ın yaşamını bilen okuyucular için şiirleri okurken otobiyografik yansımaları fark etmemek kaçınılmazdır. Onun şiirlerinde babası tarafından uğradığı istismarın izlerini, kadına yüklenen anlamlar altında ezilen ve çığlık atan bir kadının sesini, yabancılaşmayı ve günah çıkarma niyetine yapılan iç hesaplaşmaları hissetmemek kaçınılmaz.
YIKILAN İNANÇ
Liseyi bitir bitirmez Alfred Müller Sexton’la evlenen Anne, belki de çocukluğunda yaşadığı ağır travmalar henüz gün yüzüne çıkmadığı için ona dayatılan Amerikan ideali kadın kimliğine bürünebileceğine inanmıştı. Bu inanç, ikinci çocuğunun doğumundan sonraki intihar girişimiyle yıkıldı. Ruhunda zelzele yaratan yalnızca ikinci doğumuyla içinde bulunduğu ataerkil sisteme, anne-eş rolüne ayak uyduramaması değildi. Anne, çocukken “ruh ikizim” dediği büyük halası Nana’yı, kapatıldığı akıl hastanesinde kaybetti. Üstelik ölümünden önce Nana, onu tanımamış, “Sen Anne değilsin” demişti. Bu kısa cümle Anne’nin kısa yaşamı boyunca kulaklarında çınlayacaktı.
Onun şiiri yaşamına giren birçok insanla ilişkili, ancak sanatıyla koşut giden hayatı, sürekli bir kopma tehdidiyle oldukça yorucuydu. İntihar girişiminden sonra psikoterapi seanslarına başladı. Artık hatırlıyor ve dışa vuruyordu. Seansların sonunda trans haline geçiyor, konuşan bir beden olarak koltukta kalıyordu. Kayıt altına alınan bu seanslar, çocukken yaşadığı birçok şeyi açığa vuracaktı; babasının uygunsuz gece ziyaretleri ve halası Nana’nın iç gıdıklayıcı dokunuşları bu seanslarla gün yüzüne çıktı. Yaşadığı bu uygunsuz deneyimler ileride çocuklarıyla arasındaki ilişkiye de yansıdı. Hatta Sexton’ın edebi vasisi olan kızı yazar Linda Gray Sexton'ın bizzat kendisi bu travmatik ilişkiyi deşifre etti.
Sexton, psikoterapi seansları ve şiir atölyeleri sayesinde şiirlerine giden yolu bilinçdışına vurduğu acılarıyla döşedi. Bugün Sexton’ın şiirlerinde okuyucuların yaşamlarına da ayna tutan acımasız gerçekler, aslında genç şairin seanslarda açığa çıkardığı hislerinin titiz bir öz incelemesidir. Sexton, kendi kendini yok etme döngüsünü aşama aşama şiirlerine işlerken, intiharı da okuyucularına önceden duyurmuştu. Şiirlerinde okuyuculara tecritten kurtulma özgürlüğü sunması, sanatını eşsiz kıldı.
1974’te 46 yaşında büyük arzu duyduğu intihar eylemini gerçekleştirdi. Arabasının motorunu açtı ve kendini karbon monoksite boğdu. Her şeye veda ederken üstüne annesinin kürk montunu giydi. Bu davranış, anne ile kızın aralarındaki yıkıcı ilişkiye, sığamadığı kalıba ve kendi yaşamında olamadığı anne rolüne bir göndermeydi.
‘Meleklerle Yoldaşlık’ şiirinden
Kadın olmaktan usanmıştım,
kaşıklardan ve demliklerden usanmıştım,
ağzımdan ve göğüslerimden usanmıştım,
kozmetiklerden ve ipeklilerden usanmıştım.
Hâlâ adamlar vardı masamda oturan,
Sunduğum kasenin etrafına toplanmış.