İstanbul apartmanları: 'Artık evlerin ruhu kalmadı'
Sosyal medyada kent tarihçiliği alanında en çok ilgi çeken hesaplardan olan İstanbul Apartmanları’nın kurucusu Turan Farajova ile İstanbul’daki yapıların ruhuna bir yolculuk yaptık.
Deniz Ülkütekinİstanbul Apartmanları, 2020 Eylül’ünde yani apndeminin tam ortasında ortaya çıkan bir sosyal medya platformu. İnsanların evlerine hapsolduğu, kentle bağının koptuğu bir dönemde İstanbul’un kadim simgeleri olan yapılaırnı merceğine alıp onalrı kent tarihine eşleyen bu girişimin sahibi ise bir Azerbaycan Türkü, Turan Farajova. Gelin kendisini tanıyalım.
-
Akademik yaşamınız uluslararası ilişkiler ve inkilap tarihi
alanlarında şekillendi ve devam ediyor. Ancak siz mimari odaklı
bir alanda öne çıktınız. Mimariye ilginiz nasıl başladı?
İstanbul Apartmanları platformu nasıl ortaya çıktı?
Mimariye
çocukluğumdan beri merakım vardı. Bir dönem meslek seçimimde
mimar olmayı da düşünmüştüm. Ancak yapıları tasarlamaktan
çok onları seyretmeyi ve hikâyelerini araştırmayı sevdiğimi
üniversite yıllarında fark ettim. Üniversiteyi Beyazıt’ta
okuduğum için tarihi yarımadanın tüm mimari zenginliği bu
sürecin şekillenmesinde ilk adımı oldu. Daha sonra 2014’te
Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi bölümünde yüksek lisans
yapmaya başlayınca İstanbul tarihi çalışmaları da yapmaya
başladım.
Bu çalışmalar, beraberinde mekân ve kent belleği
çalışmalarını getirdi. İstanbul Apartmanları projesinin ilk
hali de yine aynı yıl yapmaya başladığım bu akademik
çalışmalarla ortaya çıktı, hesabın kendisi ise 2020 Eylül
ayında bir pandemi projesi olarak başladı. Kapanmaları
yaşadığımız dönemde insanların İstanbul hasretini gidermek ve
kapanmaların verdiği psikolojik zorlukları bir nebze azaltmak
amacıyla yola devam ettim.
- Mimarinin sırf kendi
alanıyla ilişkili olmadığını ve sosyoloji, kitle psikolojisi,
tarih alanlarını da kapsayan ve bunlardan aldığı referansları
kent yaşamına eklemleyen bir dal olduğunu biliyoruz. Bu açıdan
İstanbul Apartmanları çalışmanızın antropolojik öneminden de
söz etmek gerek.
Oldukça doğru bir noktaya değindiniz.
Mimari, sırf yaşam alanlarını düzenlemez aynı zamanda kent
belleğinin de en önemli unsurlarından biridir. Dolayısıyla
kentlerin kimliği, kentte yaşayan insanların davranışları,
kente ziyarete gelen turistlerin profilleri dahil birçok toplumsal
konularla mimari iç içedir.
-
Mimari kent yaşamı üzerinde fikir üretmesi, kamusal alan ve özel
alan hakkında bedensel zorunlulukları dayatması ile bir güç
alanı. Bu yüzden eril söylemin de baskın olduğu bir alan. Bu
alanda, hem de doğrudan akademik bir bağlantısı olmayan bir kadın
oalrak kendinizi kabul ettirmek zor olmuştur diye düşünüyorum.
Mimar olmayıp mimarlık tarihi çalışmam başta oldukça
garipsenmiş olsa da işini elinden gelenin en iyisi şeklinde yapmak
ötekileştirmeleri ortadan kaldırıyor. Hesabı neredeyse tamamen
anonim şekilde kullanmamdan kaynaklı olarak hesap yöneticisinin
erkek olduğunu düşünenler oluyor zaman zaman. Bu da bahsettiğiniz
gibi mimarinin eril bir meslek grubu olmasından kaynaklı.
-
Bana göre İstanbul mimari anlamda üç farklı katman barındırıyor.
Cumhuriyet öncesi Osmanlı ve İstanbul'da var olan diğer
medeniyetler, çağdaş Cumhuriyet mimarisi ve kente yaşanan göç
sonrası genişlemeyle oluşan daha sıradan mimari yapılar. Bu üç
dönemin oluşturduğu farklar hakkında neler
söyleyebilirsiniz?
Aslında üçten fazla da diyebiliriz,
Roma-Bizans döneminin izlerini taşıyan İstanbul, en mistik
mimariye sahip. Sarnıçlar, su kemerleri, Sultanahmet ve tarihi
yarımada sınırları içinde kalan mabetler ve surlar kentin en
gizemli tarafı. Osmanlı bu gizemli kenti, Türk mimarisinin
geleneksel çizgileriyle bir araya getirerek Doğu-Batı sentezini
yaratmıştır. Son dönem Osmanlı mimarisi ise kentin Batılı
çehresini yaratarak geçmiş kimliğine zenginlik katmıştır.
Cumhuriyet sonrası mimari de yine dediğiniz gibi kente 1950’lerde başlayan göçlere kadar dünyadaki mimari akımların takip edildiği, kent planlamasına kafa yoran kişilerin çalıştığı ve eserler ortaya koyduğu dönem. Bu açıdan yine çağın getirisinin uygulandığını söylemek mümkün. Fakat sonrası gerçekten oldukça katastrofik. Kontrolsüz kentleşme, hızla artan nüfus, değişen demografik yapı beraberinde kentsel bir yıkım getirmiş ve o tarihten bugüne kadar ne yazık ki kontrol bir daha sağlanamamıştır.
- Az önce “mistik”
dediniz. Ben de bundan söz etmek istiyordum. Özellikle Beyoğlu,
Galata gibi semtlerdeki yapılar içerdikleri sembolizmle mistik bir
havayı da beraberinde getirirler. En azından söylence olarak böyle
bir yaklaşım vardır.
Şimdiki evlerin ruhu ne yazık ki
kalmadı. Eski evlere baktığımızda ise hangi malzemeyle yapılmış
olursa olsun mistik bir havası olduğunu, yaşanmışlıkları
çehresine yansıttığını görebiliyor, hissedebiliyoruz. Albukrek
Evi’nin mutlu aileye ev sahipliği yapmasını binada geçirdiğiniz
süre içinde içinizi kaplayan huzurdan anlayabilirsiniz.
Frej Apartmanı’ndaki kederli yaşam hikâyelerini apartmanın cephesine bakarken hissedebilirsiniz. En uç örnek ise Ayasofya’ya bakınca Bizanslıların büyük aşk besledikleri kentlerinin fethedilmesinden duydukları kederi görebilmek. Bu açıdan kadim İstanbul’un ruhunu yansıtan bu yapıların korunması ve gelecek nesillere aktarılması en önemli gündem konularından biri olmalı.
YAPILAR VE AİLELER
-
İstanbul apartmanları, özellikle sizin inceleme alanınıza giren
bölgelerdeki yapılar sırf mimarileri değil öyküleriyle de ilgi
çekici. Aynı zamanda bu binalarda yaşamış ailelerin anlatıları
da değerli diye düşünüyorum. Bu açıdan sizin en çok ilginizi
çeken anlatılar hangileriydi?
Benim en çok ilgimi çeken
Tubiniler, Frej Ailesi, Corpiler ve Albukrekler diyebilirim. Saydığım
bu ailelerin her birinin karakteristik özellikleri birbirinden
oldukça farklı. Tüccar olan da var doktor olan da. Ancak hepsinin
ortak noktası, evleriyle olan bağlarının güçlü olması ve
duygu durumlarını yansıtan evlerde yaşamış olmaları.