İnsan doğasının geleceği
Özellikle 20. yüzyılın başında entelektüel çevrelerde oldukça yaygın bir düşünce olan öjeni ile ilgili felsefe dünyasının ne düşündüğüne gelin bir bakalım.
Ayşe AcarJurgen
Habermas “İnsan Doğasının Geleceği” başlıklı tezinde biyoteknoloji ve genetik
alanında yaşanan gelişmelerin bir kritiğini yapar. Habermas’ın odaklandığı
konulardan biri ahlaktır, haklı olarak şöyle der: “Ahlak, insanlar arası
ilişkilerde gündeme gelir.”
İnsan
genetiğine bilinçli müdahale (öjeni) uzun zamandır gündemde olan bir konudur.
Habermas, anne ve babanın henüz dünyaya gelmemiş bir embriyoya genetik olarak
müdahale etmesini saç rengi, boyu, gözleri, hatta zekâsını belirlemesinin
ahlaka zarar vereceğini söyler. Ahlak insanlar arası ilişkide geçerlidir ve
burada henüz dünyaya gelmemiş bebek ile ebeveynleri arasındaki ilişkidir.
Ebeveynlerin bebeğin doğasını bilerek belirlemesi bebeğe karşı işlenen ahlak
dışı bir sorun olarak dikkate sunulmaktadır.
Bir başka
felsefeci Francis Fukuyama ise konuya ılımlı yaklaşan isimlerden. Fukuyama,
insan biyolojisine ilişkin yürütülen bu çalışmalarda iyileştirme ile
güçlendirme arasındaki ayrımda ahlakın devreye gireceğini ima ediyor. Yani “Bir
hastalığı, bedensel bir problemi, engeli gidermede bu tür çalışmalar desteklenmeli
ama bedeni güçlendirmede ahlak sınırı aşılabilir, buna dikkat etmeli” diyor.
ÜSTÜN IRK
TEHLİKESİ
Bilim ve
teknoloji aracılığıyla insan bedeninin güçlendirilmesi bu teknolojiye
ulaşabilenler ve ulaşamayanlar şeklinde bir ayrıma, eşitsizliğe yol açabileceği
gibi bu teknolojiye ulaşanlardan oluşan üstün bir ırk yaratma tehlikesini de
beraberinde getirecektir. Bedeni güçlendirmeye ilişkin çalışmaların insan
ömrünü uzatacağını da hesaba katarak yaşları ilerleyen insanların çalışma
yaşamında etkin bir biçimde kalması onlardan daha genç olan insanların iş
yaşamında yer almasını zorlaştıracağı gibi en sonunda dünya nüfusunun artmasına
ve beraberinde büyük sorunlara da neden olacaktır.
Bu
eleştirilere sağduyulu herkes sanırım hak verecektir. Biyoteknoloji ve ahlak
konusunu tekrar ele alalım. Anne babanın bebeğin doğasını bilerek belirlemesi,
müdahale etmesi bebeğe karşı işlenen bir suç, ahlaka aykırı durum olarak
değerlendirilmektedir. Uyarı bir tür embriyonun özgürlüğüne müdahale imasını
içermektedir.
ÖZGÜRLÜK FARKI
Şöyle bir soru yöneltebilir miyiz?
“Hiçbir
bilimsel ve teknolojik müdahale olmadan dünyaya gelen bir bebekle, ebeveynler
tarafından özellikleri belirlenmiş bir bebek arasındaki fark özgürlük açısından
nedir?”
“Birincisinde
müdahale olmadığı için bebek doğaldır, diğerinde müdahale olduğu için yapaydır”
diyebilir miyiz? Özgürlük açısından değerlendirelim dediğimiz için aslında her
iki durumda da bir özgürlükten söz etmemiz mümkün değil. Bizim doğal dediğimiz
(bu kelime son derece olumlu bir çağrışıma sahiptir) şey aslında geniş bir
kalıtımsal genetik havuzun yaptığı bir modellemedir. Embriyonun kendisi
tarafından belirlenmiş değil atalar gen koleksiyonundan ortaya çıkan bir
modellemedir.
Anne baba
tarafından bilinçli olarak seçimle belirlenmiş bebekle, yedi kuşak sülale
tarafından bilincin eşlik etmediği bir biçimde belirlenmiş bebek arasında
özgürlük açısından hiçbir fark yoktur diyebiliriz. Habermas’ın embriyoya
müdahalede gündeme getirdiği ahlak sorunu bu açıdan tekrar gözden geçirilmesi
gereken bir düşüncedir.
“İnsan
nedir” sorusuna onu yalnızca bir bedene indirgeyerek yanıt vermemiz mümkün
değil. Bir Bektaşi filozofu olan Kaygusuz Abdal, bakın bu soruya kısacık bir
dörtlükle nasıl yanıt veriyor:
“Bu Âdem dedikleri, el ayak baş değil, Âdem manaya derler, suret ile kaş değil."