İmgede kaybolan insan
Kendini ve ötekini imgeye indirgeyen insan, kendini ve ötekini bir tüketim nesnesi olarak kabul etmektedir. Bauman’ın dediği gibi; Descartes’in Cogito’sunun güncellenmiş sürümünü, yani “görülüyorum, öyleyse varım”, ne kadar insan beni görürse, o kadar var olurum ilkesine dönüşmüştür.
Ayşe Acar“Düşüncelerin değil, kısa konuşmaların çağında yaşıyoruz” diyor Bauman.* Etkisi yüksek ama modası hemen geçecek şeylerin çağı. Verdiği örnek çarpıcı; Emile Zola bugün Dreyfus skandalıyla ilgili görüşlerini açıklamak için televizyon kameralarının önüne çıkarılsa, kendisine sadece “J’accuse!” (suçluyorum) diye bağırmaya yetecek zaman verilirdi.
Kısa konuşmalar çağında kimsenin kimseyi dinleyecek zamanı yok. Emojilerin ve sessiz harflerin egemenliğinde kelimelerdeki anlamlar bir bir ellerimizden kayarken “son düşünen insan” isimli dönem filminin çekilmesi her an mümkünmüş gibi duruyor. Telaşlı insanların, sakin ve tutarlı insanları “sıkıcı” bulduğu bu çağın kurban ettiği şeylerin başında kuşkusuz dil gelmekte. Bauman’a göre bu dil; taşıdığı farz edilen anlamları kaybetmiş, yoksullaşmış, kabalaşmış ve sıkışmış bir dildir.
Dilin biçimi imgede boğulurken, dilin taşıyıcısı olan insanın bilinci doğaya batmış durumda. Bu bir tür geri düşüştür. İnsan kendini düşüncede değil, düşüncesinin nesnesi olan doğada aramakta. Doğaya batmış bilinç için insan, dört elementten oluşan doğaya döndükçe kendini bulduğunu zanneden şeydir. Dilin yoksullaşması insanın anlamı kaybetmesi, kendiliğin doğaya sıkıştırılmasıdır.
KAYIP ATLANTİS
Kısa konuşmalar çağında insan kayıp Atlantis gibidir. Nereye gittiği belli olmayan Atlantis Adası bir zamanlar yaşamış büyük bir medeniyete gönderme yapar. Her türlü teknolojiyi elinde bulunduran bu medeniyet bir tür ütopik toplum işlevi görerek edebiyata, bilimkurguya, sanata ve yeni çağ gizemci akımlara esin kaynağı olmayı başarmıştır.
Atlantis, ilk olarak Platon’un diyaloglarında gündeme gelir. Diyaloglardan anladığımız Atlantis halkı hiç de öyle anlatıldığı gibi iyi niyetli insanlardan oluşmamaktadır. Arkeoloji profesörü Ken Feder Frauds şöyle özetliyor;
“Teknolojik açıdan gelişmiş ancak ahlak açısından çökmüş kötü bir imparatorluk -Atlantis- güç kullanarak Dünyayı ele geçirmeye çalışmaktadır. Karşısında duran tek engel ise göreceli olarak ruhsal açıdan saf, ahlaki açıdan prensipli ve bozulmaz olan bir grup insandır, yani eski Atinalılar. Ezici farkların üstesinden gelerek Atinalılar kendilerinden çok daha güçlü olan düşmanlarını sadece ruhların gücüyle yenmeyi başarırlar.”
Bu belli ki bir mitostur. Platon, 'Timaeus'' ve ''Critias'' da konuşturduğu karakterler aracılığıyla bizi bir anlam dünyasına çağırmaktadır.
HAKİKATİN ÖRTÜSÜ
Mitosun hakikat zannedilmesi anlamın üzerine örtülen bir örtüdür. Bu tıpkı tasavvuf edebiyatının tasavvufun kendisi zannedilmesi gibi yaygın bir “idrak edememe” durumudur. Sembolün hakikatin yerine konulması, dilin anlamının boşaltılıp yalnız imgeye indirgenmesidir. İmgeye indirgenen yalnızca dil değildir. Dil aracılığıyla anlamı inşa eden insanın kendisi salt imgeye indirgenmiştir. İnsanın insanla karşılaşması bir görselin bir başka görselle karşılaşmasından ibarettir. Görselin ardında duran insan, Platon’un Lethe ırmağında bütünüyle unutulmuş gibidir.
Kendini ve ötekini imgeye indirgeyen insan, kendini ve ötekini bir tüketim nesnesi olarak kabul etmektedir. Bauman’ın dediği gibi; Descartes’in Cogito’sunun güncellenmiş sürümünü, yani “görülüyorum, öyleyse varım”, ne kadar insan beni görürse, o kadar var olurum ilkesine dönüşmüştür.
PAMUK PRENSES VE CAM FANUSU
Görselinin ardında duran insan, pamuk prensesler gibi uykudadır. Kötü kalpli kraliçe tarafından kendisine verilen zehirli elmayı yediği için komaya giren ve yedi cüceler tarafından ormanın ortasında cam bir fanusa konulan prenses uyumaktadır. Günlerden bir gün bir prens ormandan geçer. Prensesi görür, aşık olur, cam fanusu açıp onu uyandırır.
Ormandaki cam fanus yerine teknoloji bugün bize neyse ki fotoğraf filtreleri sunmaktadır. Yer yine masal diyarıdır. Dilin imgeye, bilincin duyusal olana battığı yerde prensesler ve prensler hala uykudadır.
*Zygmunt Bauman – Leonidas Donskis, Ahlaki Körlük, Ayrıntı Yayınları.