Huzurlarınızda kertenkele kraliçe: Likya’dan İstanbul’a zaman yolculuğu
Güneş Özgeç’in “Kertenkele Kraliçe’nin Zamansız Masalları”, Göbeklitepe’den Likya yolundan zamandan ve zamansızlıktan esin alan bir albüm.
Deniz ÜlkütekinSon zamanlarda ülkemizde müzikal anlamda en özgün işlere imza atan isimlerden birisi Güneş Özgeç. Küçüklükten beri edindiği sanatsal ve felsefi birikimiyle oluşturduğu müzikal üretimlerini birbirini tamamlayan bütünün parçaları olarak tasarlıyor ve ortaya sanatsal değeri yüksek işler çıkarıyor. Geçen ay dinleyiciyle buluşan ilk albümü “Kertenkele Kraliçe’nin Zamansız Masalları” ile bu yaklaşımı somutlaştıran Özgeç’i gelin daha yakından tanıyalım.
- Okurlarımıza kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Yedi yaşında seslendirme yapmaya, 11 yaşında konservatuvara girip keman çalmaya başladım. Konservatuvar devam ederken önce ders vermeye sonra “ekstra” dediğimiz küçük etkinliklerde çalmaya başladım. Bir yandan seslendirme de devam ediyordu ve animasyonlardaki şarkılar için müzik yönetmenliği ve adaptasyon (şarkıları Türkçeye uyarlama) işi başladı. Okulun bitimiyle klasik müzik orkestraları, nadir de olsa pop orkestralarında çalmaya başladım ve elektro kemanla kendi şovumu oluşturup birçok etkinlikte sahne aldım. Aynı dönemde yerli animasyonlara müzik yapabileceğim hissi içimde dururken böyle bir fırsat geldi ve bodoslama atladım, aslında hep istediğim besteciliğe ilk ciddi adımım da bu oldu. Kendi şarkılarımı yapma isteğimi artık bastıramadığım 2018’de de ilk teklim “Kahve”yi yayınladım.
- “Kertenkele Kraliçe’nin Zamansız Masalları” şarkıların art arda dizildiği bir müzik albümünden daha fazlası. Dinleyenleri ebedi bir yolculuğa çağırıyor. Aslında farklı disiplinleri bir araya getiren çoklu sanat üretimi diyebilir miyiz?
Bu çok hoşuma gitti gerçekten, amacımın fark ediliyor olması beni çok mutu ediyor. Yola çıkarken kendi hoşlanacağım şeyi yapmayı hedefledim, ben de farklı disiplinlerden geçmiş biri olarak demek ki elimden böylesi çıkıyor diye düşünüyorum. Uzun süredir tekliler yayımlıyordum ve bir albüm yapacağım zaman rastgele şarkıları koyduğum bir albümdense bütünlüğü olan bir çalışma yapmak bana daha çekici geliyordu. Artık buna hazır olduğumu hissettiğimde de işe giriştim. Tabii bol iniş çıkışlı ve sancılı bir süreç olduğunu söylememe gerek yok diye düşünüyorum. (Gülüyor)
- Albümün ilgilendiği ana konu "zaman" ve bize sunduğu yolculuk da Likya'dan İstanbul'a zamanı kurcalıyor. Bu konsepti oluştururken üretiminize kattığınız ilgi alanlarınızdan söz edebilir misiniz? Bir de bu ilgilerinizi nasıl üretimin bir parçası yaptınız?
Ben çok sık kâğıt, kalem kullanıyorum. Çalışma masamda bir sürü karalama kâğıdım ve ufak tefek notlarım vardır. Albümümü yapmaya karar verdiğimde de ilk yazdığım şey “ZAMAN - (SIZLIK)”tı. Özellikle son yıllarda en çok ilgimi çeken film, dizi ve belgeseller bu konu üzerine yoğunlaşanlan. Zamanın aslında düşündüğümüz gibi akmıyor olduğu fikri beni çok heyecanlandırıyor. Bunu zaman zaman hissedebiliyorum; bazen doğada, bazen sanat eserlerinde... Likya ve İstanbul benim en çok zaman geçirdiğim iki yer, ilk albümümde ikisinin de olması beni iyi tanıyanlar için sürpriz olmamıştır.
JIM MORRISON’A SELAM
- Kertenkele Kraliçe, Jim Morrison'un "kertenkele kral" personasına açık bir gönderme içeriyor. Bu göndermenin kaynağı nedir? Bir de Göbeklitepe'de yaşadığınız "büyülü" bir olay bu betimlemeye aracı olmuş.
‘’Kertenkele’’ şarkısını Göbeklitepe’de yazmıştım. Alandaki T sütunların birindeki kertenkele kabartmasına bakarken ayağımın altından bir kertenkele geçti, o an minik bir aydınlanma anıydı benim için, köklenme gibi. Bu histen aldığım ilhamla yazdım şarkıyı. Albümün tamamına yakınını kendim tek başıma yaptığım ve zaten de başına buyruk biri olduğum için albüme isim düşünürken Jim Morisson’ın ‘’Ben Kertenkele Kral’ım, ne istersem onu yaparım’’ sözünden esinlenmemem nasıl mümkün olabilirdi, hele de şarkılarımdan birinin ismi Kertenkele’yken. (Gülüyor) Bir de kendisinin küçükken yaşadığı, ölen bir Kızılderillinin ruhunun kendi içine girdiğine inandığı bir an var. Bunu kendi yaşadığım büyülü ana da benzetiyorum.
- Müzik ve sanatla iç içe bir aileden geliyorsunuz. Bu durum müziğe olan yaklaşımınızı nasıl etkiledi?
Küçükken bu çok iyiydi çünkü yaratıcılığım çok destekleniyordu. Konservatuvar yaratıcılıktan pek hoşlanmaz diğer tüm okullar gibi. Hele de en başlarda. Bu yüzden çok bocalamıştım. Evde yaratıcılığım ve iyi yönlerim desteklenirken okulda kötü olduğum yerlere parmak basılıyordu. Benim motivasyonum desteklenmek, ezilerek hırslanmak bende çalışmıyor bu yüzden okul hep zordu benim için. Bugün üretimlerimi ortaya koyduğumda da ailemin ne düşüneceği hep kafamda bir soru; ya beğenmezlerse diye endişelenip kendimi dizginlemeye çalışıyorum. ‘’Beğenmezlerse de bu onların sorunu’’ diyerek. (Gülüyor)
BESTECİ, MÜZİSYEN ÇALGICI VE ŞARKICI
- Çoklu enstrüman çalabilen bir müzisyensiniz. Müziğin sırf sahnesinde değil aranjman ve prodüksiyon gibi mutfak kısımlaırnda da yer alıyorsunuz. Pek en çok nerde hangi enstrümanla ve nasıl bir müzisyen kimliğiyle kendinizi ifade edebiliyorsunuz?
Aslında hepsi. Üretim aşamasını çok seviyorum, o sancılı beste ve prodüksiyon sürecinin sonundaki ‘’bitti’’ hissi mükemmel gerçekten. Bir de şarkıların her aşamasını kendim yaptığım için ses dünyasına koyduğum her ayrıntı tüm sözleri ve hikâyeyi destekliyor, bütün bir iş oluşturuyorum, benim için harika bir oyun bu. Fakat sahnede olmaya da bayılıyorum. İnsanların gözlerine bakıp şarkılar söylemek, hele kendi odamda yaptığım şarkıların, müziklerin hep bir ağızdan söylendiği anların tarifi zor gerçekten. Bence ben bunların hepsiyim; besteci, müzisyen, çalgıcı ve şarkıcı.