Hem hiçbir şey hem de her şey
Erdem Şenocak’a “Öteki”deki karakteri Burak Çıplak’ın “öteki” Burak’tan neyinin eksik olduğunu sorduk.
Deniz ÜlkütekinSon günlerde en çok dikkat çeken oyunlardan birisi “Öteki”. “Kurak Günler ile geçen yıl beyazperdeye damga vuran yönetmen Emin Alper’in ilk tiyatro yönetmenliği deneyiminde Burak Çıplak adlı karakterin iki farklı izdüşümünden birisi Erdem Şenocak. Son yıllarda sanatsal yaklaşımı ve oyunculuk başarısıyla dikkat çeken pek çok yapımda yer alan başarılı oyuncu ile 29 Şubat’ta Maximum UNIQ’te sahnelenecek “Öteki”yi ve Şenocak’ın kendine özgü oyunculuk yöntemlerini konuştuk.
* Dostoyevski'nin novellası üzerine inşa edilse de Burak Çıplak birçok açıdan da kendine özgü bir karakter. Seyirciyi zaman zaman güldürüyor, gerçekler karşısındaki acizliğiyle olaylara bakışındaki nahiflik çatışıyor, tüm bunları yaparken toplumsal anlamda yozlaşmaya da güzel bir yansıtıcı oluyor. Tüm bu özgünlük, sizin karaktere kattıklarınız olmadan gerçekleşmezdi diye düşünüyorum.
Emin’in (Alper) uyarlamasının Dostoyevski’nin novellasının ruhunu iyi yansıttığını düşünüyorum. Oyunu ilk okuduğumda Burak Çıplak bize her ne kadar günümüz Türkiyesi’nden seslense de Dostoyevski’nin sesi hiç kaybolmamıştı derinden bir Dostoyevski, hatta bir Gogol tınısı duyuluyordu. Bu, Dostoyevski’nin çağları aşan dehasının yanı sıra onu iyi bir şekilde anlayıp uyarlayan Emin’in kaleminin sayesinde tabii ki. Öyle ki oyunda novelladan uyarlandığına emin olduğum bir tiradın Emin tarafından sıfırdan yazılmış olduğunu novellayı tekrar okuduğumda fark ettim. Oyuncuların katkısına gelince her oyuncu oyun metnini sahneye uyarlayan bir tür uyarlamacı bence. Biz de Emin’in Dostoyevski’yi özümseyip yeniden yazdığı gibi Emin’in metnini kavrayıp yeniden yazmalıydık. Eğer bahsettiğiniz gibi bir katkım olduysa Dostoyevski’nin birçok öyküsünde, romanında benzerlerini gördüğümüz “yeraltı” karakterine olan özel ilgim sayesinde olabilir. Kendini aynı anda arşın tepesinde ve yerin dibinde gören bu karakter türü hem bir okuyucu hem de bir oyuncu olarak ilgimi çekiyor. Büyüklenmeden aşağılanmaya saniyenin onda birinde geçen Burak Çıplak, şifrelerini çözdüğünüzde ve yalanlarına kanmadığınızda oyuncu için çok oyuncaklı bir role dönüşüyor. Bir şansım da bu karakteri Cem’le (Yiğit Üzümoğlu) birlikte canlandırmam. Provalarda karaktere dair bulduğumuz şeyleri birbirimize pasladık, birbirimizi izleyip çokça yönlendirdik ama bunlara ek olarak bence seyirci ikimizi de aynı rolde izleyerek karakterin birimizin belki de erişemeyeceği bir yönünü diğerimiz sayesinde görme şansına sahip oluyor.??* Burak Çıplak'ın bir toplumun yarattığı krizlerin sonucunda yaşadıkları var bir de içsel buhranlarının getirdiği kırılmalar... Burada metin bize hem karakterin içsel yolculuğuna hem de toplum içinde resmettiği çürümeye odaklanmamız için alan açıyor. Sizce Burak Çıplak'ın sorunlarının nedenlerini içeride mi aramak lazım yoksa dışarıda mı?
Sorunun kaynağının içeride olduğunu düşünegeldim hep. Kendine sürekli başkalarının gözünden bakmak, başkalarıyla kıyaslamak, insanı hasete, hınca sürükleyen bir tür hastalık ve insan bunu kendi kendine yapıyor çoğu zaman. Ancak günümüz dünyası da insanı hem başkalarından yalıtması ve bireysel bir yaşama itmesiyle, insanları sürekli kendini başkalarıyla karşılaştırmak zorunda bırakmasıyla, “herkes her şeyi yeterince isterse yapabilir” türünden yalandan özgürlük vaatleriyle yetersiz hissettirip bu hastalığı körüklüyor. Şunu da eklemek lazım: Liyakat sorununun kol gezdiği, nereye baksan haksızlık, adaletsizlik gördüğün bir ortamda insanlara “Bu aslında senin kendi kendine yarattığın bir sorun, kendi içinde çöz demek” de abes. Ancak öyle bir durumda dahi insanın akıl sağlığını koruyabilmesi için sadece kendi yarasına değil, haksızlığa uğrayan başka insanlara bakması ve onlarla dayanışması aklıma gelen tek çözüm.
* Sizce asıl Burak'ın öteki Burak'tan neyi eksik?
Hem hiçbir şeyi hem de her şeyi... Hepimiz kendimizi başkalarıyla karşılaştırıyor, kendimizde bazı eksikler buluyor ve karşıdakinin, “öteki”nin bizden daha “tam” olduğunu düşünüyoruz. Bir sonraki adım da “öteki”ni rakip, hatta düşman olarak görmek. Aslında bu akıl yürütmeyi devam ettirsek “öteki”nin de kendisini bizle karşılaştırdığını, kendinde eksikler bulduğu sonucuna varacağız ama bunu yapmıyoruz. Herkesin bize karşı olduğu sanrısına kapılıyoruz. Aslında ne herkes bize karşı, ne biz “öteki”lerden daha eksiğiz. Eksiklik sandığımız şey çoğunlukla özgünlüğümüz. Başa dönecek olursam bu anlamda Burak Çıplak’ın “öteki”nden hiçbir eksiği yok. Tabii, başkalarına benzemeye çalışmak, tek başına kötü bir şey değil. İnsan başkalarının iyi yönlerine öykünebilir, öykünmeli. Taklit ederek öğrenen varlıklarız sonuçta. Burada hastalığa yol açan şey, eksikliklerimizi ve başkalarını taklit ettiğimizi gizlemeye çalışmak ve sahte bir orijinallik havasına bürünmek. Bu bağlamda da Burak Çıplak’ın “öteki”nden birçok eksiği var, ondan öğrenecek birçok şeyi var. Keşke bunları kendine itiraf etse ve hastalanmasa…
* Oynadığınız her rolde sanki bulunduğunuz mekânda çok uzun süredir varmışsınız, hikâyeyi gerçekten yaşamış ve sahnede, kamera karşısında yeniden canlandırıyormuş hissi verdiğinizi düşünüyorum. Özellikle "Kurak Günler ve "Kuru Otlar Üstüne"de karakterinizi bu gözle izlemiştim. Sanki siz orada repliğinizi bekliyormuşsunuz da kamera set ekibi sonradan gelmiş gibi... Bu uyumlanmayı nasıl yakalıyorsunuz?
Teşekkür ederim, çok mutlu oldum bu yorumunuzdan dolayı. Az önce oyuncuyu bir uyarlamacıya benzetmiştim. Bu uyarlamayı yapabilmek için oyuncunun bir tür mühendislik yapması gerekiyor diyerek ikinci bir benzetme yapmış olayım. Başta bir mühendis gibi soğukkanlı bir şekilde yaklaşıyorum. Karakterin içinde bulunduğu koşulları analiz ettikten sonra sahnenin ve karakterin eylemlerini bulmaya ve bu eylemleri harekete, sese nasıl dökeceğime kafa yoruyorum. Bu arayış, hem masa başında hem de sahnede ya da kamera önünde sürüyor. İkisinin farkı, masa başında bilinç ve akıl daha ön plandayken oynarken bilinç dışının ve sezginin sazı eline alması. Karakterle sizin tabirinizle “uyumlanmaya” başladığımı hissettiğimde ise kendimi daha da serbest bırakıyorum. Tabii ki her tekrarda neyin çalışıp neyin çalışmadığına yönetmen ve rol arkadaşlarımla birlikte karar vererek ve her tekrarda araştırmaya devam ederek...
‘EMİN ALPER OYUNCU ODAKLI’
* Emin Alper'le "Kurak Günler”de birlikte çalıştınız? Kendisiyle ilk tiyatro yönetmenliğinde sahnede çalışmak nasıl bir deneyimdi?
Emin Alper’in oyuncu odaklı bir yönetmen olduğunu düşünüyorum. “Kurak Günler”de de süreç benim için böyle işlemişti. Dolayısıyla onunla rahat ve yaratıcı bir ilişkimiz olacağından emindim, öyle de oldu. Sinema yönetmenliğinden gelen birçok departmanı aynı anda yönetme becerisi de “Öteki” gibi birçok öğeyi birleştiren büyük bir prodüksiyon için faydalı oldu.
‘KÜBRA’DA FİKİR ÇOK İLGİ ÇEKİCİ
* Sizin de rol aldığınız "Kübra" sanırım beklenenden bile çok daha büyük bir ilgi gördü. Sizce bu ilginin nedeni neydi?
Fikir çok ilgi çekici tabii ki. Sonradan diziyle ilgili yorumları okuduğumda dünyada benzer konuların işlendiği dizilerin çekildiğini öğrendim ancak bana yine de çok özgün geldi. Burada romanın yazarı Afşin Kum’a hakkını vermek gerekir. Tabii Türkiye’nin değerli yönetmenlerinden Taylan biraderlerin, ünü daha önceki dizileriyle de Türkiye’yi aşmış Çağatay’ın (Ulusoy) ve çok değerli diğer oyuncuların bu ilgide payı büyüktür.