Hayat, vergi ve çörek: Her Şey Her Yerde Aynı Anda
Çoklu evren teorisi, modern sinemanın en gözde kavramlarından biri; ancak modern birey için aynı şeyleri söylemek bir hayli zor. Zira sayısız evren içerisinde ve sayısız benliğimizde (eğer varsa) ‘en kötü durumda’ olanın bu kozmostaki varlığımız olduğunu öğrensek ne hissederdik? Ya da o bedbaht durumdaki benliğin koca bir kâinatı kurtarmak zorunda olduğunu? Evet, büyük olasılıkla başımıza gelen en büyük felaket bu olurdu.
Başak Bıçak“Her Şey Her Yerde Aynı Anda”nın (Everything Everywhere All at Once) yaratıcıları Dan Kwan ve Daniel Scheinert, daha önce Swiss Army Man’de (2016) kullandıkları grotesk mizah anlayışlarını daha da ileriye götürüyor ve çoklu evren, kara delik ve seçilmiş kişi kavramlarına göz kamaştırıcı bir yorum getiriyorlar. Lewis Carroll’ın Matrix’e ilham veren ayna metaforuna atıfta bulunarak, ailesiyle birlikte izlediğimiz ana karakter Evelyn’in (Michelle Yeoh) bir yansımasıyla açılan film, üç parçada anlattığı öyküsünün ilk bölümünü de yine Matrix’in meşhur başlangıcıyla gerçekleştiriyor: Evelyn’in, paralel evrenler içerisinde bir göçmen olarak sürdürdüğü sıradan yaşamı, sayısız evren silsilesini kurtarması gereken yarı mesih olduğunu öğrenmesiyle Matrixvari bir üslupla bir anda alt üst oluyor.
VAROLUŞSAL KRİZLER
İlk bölüme adını veren Her Şey (Everything), genç yaşta Çin’den ABD’ye göç ettikten sonra bir çamaşırhane işletmecisi olarak vergiler, aile problemleri ve varoluşsal krizler arasında boğulan mutsuz ve öfkeli Evelyn üzerine kurulu... Bu kısım, protagonistin bir nevi beyaz tavşanı takip etmesi; yani hayattaki amacını öğrenmeye çalışmasını anlatırken, diğer yandan sinematik bir referans gösterisinin de ilk perdesine dönüşüyor. Filmin, tıpkı Neo gibi Seçilmiş Kişi haline gelen Evelyn’e ve dolayısıyla süper kahraman mitine getirdiği sıradışı yorum ise tam bu anda kristalize oluyor. Çünkü Evelyn, alternatif gerçeklikleri içerisinde en yeteneksiz olanı ve bu kozmik kaosu durdurmanın tek yolu onun diğer benlikleriyle tanışmasıyla mümkün.
SİNEMASAL BAĞLAR
Ustalıklı bir kurgunun eşlik ettiği sahnelerle, evren katmanlarında öteki benlikleriyle tanışan Evelyn’in salınımları zaman içerisinde içsel bir yolculuğa dönüşüyor. Ve 2001’den Kill Bill’e, Ratatouille’dan Persepolis’e, In The Mood For Love’a ve hatta Star Wars’a değin bir dizi sinemasal bağ, Evelyn’in alternatif yaşamlarını birbirine bağlayan bükülmeleri meydana getiriyor. Ekseriyetle kızı Joy ile yüzleştiği Her Yerde (Eveywhere) ve eşi Waymond ile ilişkisini odağına alan Aynı Anda (All At Once) bölümleri, esasen çoklu evrenler arasında ve dolayısıyla Evelyn’in hayatında açığa çıkan karmaşanın temeline bir ebeveyn (ki burada baba faktörü devreye giriyor) tutumunu yerleştiriyor. Ancak anlatının özünü oluşturan bu çekirdek, Matrix Resurrections ya da Marvel sinematik evreninde olduğu gibi indirgemeci bir tavrın ürünü değil. Bilakis beyaz perdede uzun zamandır izlediğim en zekice kotarılan sahnelerden biri olan ‘taş sekansında’, ebeveyn-çocuk ilişkisi, sevgi, başarı, hayal kırıklığı, kabullenme ve daha pek çok konsepte dair bugüne dek karşılaştığımız en derinlikli fikirler yer alıyor. Çünkü karşımızda, muadillerinin aksine kendisini ciddiye almayan, kara delik kavramını bir çörekle açıklayarak dokunaklı bir drama inşa edebilen bir eser var ve başarısının sırrı da bu biçemde gizli.
“Her Şey Her Yerde Aynı Anda”, sosis parmaklardan oluşan evreni, tuhaf üçüncü göz ve bel çantası yorumu, eğlenceli aksiyonu ve absürt evren tasarımıyla yaratıcılarının sinizmini buram buram hissedeceğiniz bir galaksi yolculuğuna dönüşüyor. Diğer evrenleri bilemem ama bu evrende deneyimlediğimiz en fantastik tecrübelerden biri olacağı gerçek.
Puanım: 9/10