Hangisi Daha Gerçek?

Descartes’ın rüya argümanı ve Kant’ın gerçeklik sorgulaması eşliğinde metaverse’e eleştirel bir bakış.

Ayşe Acar

Metaverse üzerine pek çok şey söyleniyor. Onu 'yeni bir dünya' olarak tanımlayıp bu yeniliğe heyecan duyanlar olduğu gibi metaverse’ün gerçek dünyanın yerini alacağını düşünen ve bunun tehlikeli olacağı uyarısında bulunanlar da var. Teknokratların yeni teknolojilerle bizi kontrol altında tutacağı ve böylece tarihin sonunun geleceğini belirtenlerin sayısı ise hiç de az değil. Bu ve benzeri görüşlerin her birinde haklılık payı olmakla birlikte, tespitlerin duygu evreninden hareketle yapıldığı ortada.

Second Life’ın 2003 yılında kullanıma sunulduğunu hesaba katarsak metaverse’ün yeni bir fikir olmadığını, yalnızca fikri uygulamaya koyan teknolojinin geliştiğini söyleyebiliriz. Metaverse’ün gerçek dünyanın yerini alacağı, insanların metaverse evreninde yaşayacağı düşüncesi ise bir bedenimiz olduğu ve bu bedenin ihtiyaçlarının giderilmesi gerektiği gerçeğini göz ardı eden bir okuma. Teknokratların kontrolünde bir dünya tasavvuruysa ekonomi-politiği ve 'güç' kavramını tek yönlü bir analize tabi tutmak anlamına gelmekte. Bu tarz bir yorum için özgürlüğün öncelenmesi de gerekir.

Metaverse teknolojisi bize, pahalı bir satın alma karşılığında, gerçekle sanal olanın bir aradalığını vaat ediyor. İnsan bedeni (ve hiç şüphesiz ödenen para) bu buluşmada gerçekliğin temsilcisiyken, duyu organlarının simüle edilmesiyle kurulan evren, sanal olana gönderme yapıyor. Gerçeklik dünyasında, çeşitli sınırlamalarla yaşayamadığımız şeyleri, yaşama olanağı sunan bu teknolojinin vaat ettiği sanal olanaklarla 'gerçeklik' denilen şeyi akışkan hale getireceği, kullanıcılarını 'hangisi daha gerçek' sorusuyla baş başa bırakacağı açık.

'Hangisi daha gerçek?' sorusu René Descartes’ın rüya argümanını hatırlatıyor. Descartes’a göre; rüyada yaşadığımız deneyimle, uyanıkken duyu deneyi yoluyla yaşadığımız şey birbirine benzer. Rüyada gördüğümüz ağaç, uyanıkken gördüğümüz ağaca benzerken, su, taş, gökyüzü de öyle. Şayet rüyada yaşadığımız deneyim uyanıkken sahip olduğumuz deneyimden farklı değilse, bu ikisini birbirinden ayıracak ölçüt nedir? Descartes’ın duyu deneyimine dair yaptığı bu sorgulama şüpheyi yöntem olarak kullanmaktan ibarettir. Kullandığı yöntem şüphe ediyor olduğundan, şüphe edemediği aşamada 'düşünüyorum, o halde varım' diyecektir.

Descartes’ın bu ünlü ifadesi 'özne' kavramının tarih sahnesine çağrılması ve modern çağın başlaması demektir. Öznenin nesne ile olan ilişkisinde ise çağın zirve söylemi hiç şüphesiz büyük filozof Immanuel Kant’a ait olacaktır. 'Görüsüz (yani deneysiz) kavramlar boş, kavramsız (yani aklın kategorileri) görüler kördür.' Kant’ın gerçeklik dediği ve bilgiyi temellendirdiği şey, duyu deneyi ile başlasa da yine de öznede kurulur. Özne: 'hangisi daha gerçek' sorusunda gerçekliği yargı yoluyla kurandır. Kant, hayatta olsaydı ve içimizden biri; 'Duydunuz mu? Metaverse bize yeni bir gerçeklik evreni sunacakmış' deseydi, 'Rica ederim, idelerinizi kendinize saklayınız.' diye yanıt verebilirdi.

Metaverse’ün, öznede kurulan duyusal gerçekliğin teknoloji aracılığıyla daha renkli hale getirilmesinden öte bir şey olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Nasıl yani? Ortada sınırları zorlayan bir gelişme olmuyor mu? Hayır olmuyor. Sınırlar zaten belli. Duyu verileri kategorik olarak insan bedenine veriliyor. Bu veriler insan zihninde yargı yoluyla anlamlı bir birliğe getiriliyor ve gerçeklik zihinde sanal olarak kuruluyor. Buradaki sanalı anlaşılır kılmak için şu basit örnek verilebilir; dışarıda gördüğüm elmayı bilmek için onu alıp beynimin içine koymuyorum. Elmanın bir temsilini zihnimde yaratıyorum. İş böyle olunca “yalnızca numene değil, acaba fenomene de erişemiyor olabilir miyim?” diye de sorabilirim.

Özetle; zaten sanal olarak deneyimlediğimiz duyusal gerçekliğin dışına çıkamazken, metaverse’ün yeni bir gerçeklik olma ihtimali olabilir mi? Daha da önemlisi; Metaverse’te ya da doğal gerçeklikte; etik özne nerededir?