Hakikatin perspektifi
Küçüklükten beri gözümüze dayatılan perspektif algısı geometrinin değişmez gerçekliğinin bir yansıması mı, yoksa ilahi güzelliği arayıştan vazgeçişin bir sonucu mu?
Serra RodopluÇocukluktan itibaren alıştırıldık: Uzaktaki cisimler küçük, yakındakiler büyük çizilir. Ağaç, elektrik direği vs. birbirine yaklaşıyormuş gibi görünmeli. Hatta bunun bir de yöntemi var, önce bir ufuk çizgisi çizilir, sonra bir ‘kaçış’ noktası konur. Ardından, silik olarak yardımcı çizgiler çizilir ve nesneleri bu çizgilerle sınırlandırırsınız. Peki biz gerçekten dünyayı bu şekilde mi görüyoruz yoksa zamanla bizlere sunulan bilgilere bağlı kalıp, görünene koşullanarak kendimize ait biricik perspektif algımızı yitiriyor muyuz?
Mesela, müzeleri ve tarihi mekanları gezerken gördüğümüz pek çok sanat eseri bize öğretilen doğru çizim tekniklerine göre çizilmemiştir; Bizans ya da Ortaçağ eserlerine baktığınızda ışıl ışıl mozaiklerin, parlak arka planların arasında beliren o etkileyici figürler ve ikonlarında aslında perspektif hataları vardır ve “anormal” gözükmektedirler. Bu eserlerde cisimlerin kenarını belirten çizgilerin ufka yaklaştıkça tek bir kaçış noktasında toplanması yerine birbirinden uzaklaşmakta, hatta eserin her köşesi başka bir bakış açısından çizilmiş gibidir. Rus sanatçı ve sanat eleştirmeni Alexandre Nikolaievitch Benois bu durum için “zannedersiniz ki Bizans’ın son dönem ressamları hayatlarında hiçbir binayı normalde durduğu gibi görmemişler” demektedir.
Bu yüzden de Bizans ve Ortaçağ eserlerine baktığımıza sanki aynı topraklarda birkaç yıl önce yaşamış olan Antik Yunan ve Roma sanatının bütün birikimi unutulmuş gibidir. Bu eserleri, ilk bakışta bütün kültürel birikimin hiçe sayılarak beceriksizce yapılmış çalışmalar olarak düşünebiliriz. Ancak, Pavel Florenski 1920 yılında kaleme aldığı ‘Tersten Perspektif’ adlı yapıtında, Bu amnezinin bilinçli olduğunu belirtir ve doğrusal perspektif kurallarını çiğneyen bu çalışmaların yanlışlıkla yapılmadığı savunur. Florenski, Ortaçağ sanatında doğrusal perspektifin kullanılmaması bu konunun bilinmemesinden değil, asıl hakikate ve asıl iradeye ulaşma çabasından doğan bilinçli bir reddediş olduğunu belirtmiştir.
Antik dönem boyunca mitlerle beslenen insanın dünya görüşünün yeni bir din ile değişmesi sonucu, sanat eserinin biçimi ve anlamı da değişmeye başlamıştır. Öncelikle, Ortaçağ sanatı özellikle de Bizans mozaik ve resim sanatı okuma yazma bilmeyenler için kutsal metinleri imgelere dönüştürerek görülebilir hale getirmiştir. Kısacası, sanat eserinin ana işlevi, kilisenin söylemini topluma iletmek olmuştur. Bu yüzden de her imgenin dine hizmet eden belirli bir anlamı olmaya başlamıştır.
Ayrıca, Antik Yunan ve Roma Dönem sanatında fiziksel dünya ve dünyevi gerçeklik idealize edilirken, Hıristiyanlıkla ile beraber mevcut biçime tepki doğmuş; sanat yapıtı tanrısal hakikati görünüşe çıkarmayı amaçlamıştır. Artık eserlere doğaüstü güçlerin dünyasının yansıması olarak bakılır. Nesnel dünya ile uhrevi dünyanın birbirinden ayrılması ve aralarındaki hiyerarşinin vurgulanması adına gerçeklikten gittikçe uzaklaşmaktadır. Bu dönemde üretilen eserlere bakarken nesne ve varlıkların ilahi düzende nerede durduklarını esas alarak oranlarının boyutları değerlendirilir, bu yüzden de, sanat yapıtı yaşanılan fiziksel dünyanın birebir yansımasını değildir.
Doğrusal perspektifin doğruluğu geometrinin güvenilir ve hakiki olması fikrine dayanır, ancak bu tutum ortaçağın aradığı ilahi hakikat değildir, ortaçağ sanatında asıl arayış, dinsel bir nesnellik ve kişiler üstü bir metafiziğe yönelik olduğu için dış görünüşü değil, hakikati temsil ihtiyacında olmuştur. Bu yüzden, tersten perspektif matematiğin değil, dini kuralların geçerli olduğu perspektiftir. Verilmek istenen ruhani anlamı iletmeyi amaçlar, gerçek ötesine geçip, maddi olmayan duyusal olmayan dünyaya yönelik sanat eseri yaratmak amaçlanmıştır, bu yüzden sanatçının mantık ve gerçeklikle ilişkisi yoktur.
Bu kavram açısından bugün sanat eserlerine ya da yaratıcı süreçlere baktığımızda, bizlere öğretilen doğrusal perspektif için izleyicinin edilgen olması gerektirdiğini fark ederiz; ister sanatçının ister izleyicinin gözü olsun, doğrusal perspektifle kurgulanmış bir resim ona bakan gözün psiko-fizyolojik süreçlerini de yadsır, bu yüzden de, ruhsal görme öğelerini hesaba katılmaz; sanatın anlattığı hakikati mutlak bir çerçeveye sokarak, tektipleştirir. Dünyanın doğrusal perspektifle oluşturulmuş imgesi bir algı durumu değil de, soyut düşüncelerin taleplerinin bir sonucu olduğunu fark ederiz.