Günlerin tadı

İlkokul mezunu olarak girdiği hapishanede eğitimini “Şair baba” diye seslendiği Nazım Hikmet’ten alan ressam İbrahim Balaban’ın “Evde Yemek” tablosu bayramın aile ve birliktelik ruhuyla, 1 Mayıs’ın paylaşım değerlerini buluşturuyor.

Serra Rodoplu

Yarın bayramın ilk günü. Bayram tatillerinin insanları buluşturup, sevdiklerine zaman ayırma, nostalji yapma, sahip olduklarımızın değerini görme şansı veren zamanlar olduğuna inanırım. Bu seneki bayramın 1 Mayıs’a denk gelmesinin yarattığı hisler kafamda İbrahim Balaban’ın “Evde Yemek” eserini çağrıştırmakta.

İbrahim Balaban talihsiz bir olay sonucu 1942 yılında girdiği Bursa Hapishanesi’nde ustası olarak adlandırdığı Nazım Hikmet’le tanışır, ona “Şair Baba” der… Balaban, Nazım Hikmet’in yanında geçirdiği yedi yıl boyunca aldığı sanat derslerinin yanı sıra; felsefe, politika, ekonomi ve sosyoloji konularında eğitim görür, böylece ilkokul mezunu sanatçı için hapishane adeta bir akademi olur.

Öğrendiklerini, kendi yeteneğiyle buluşturarak, Anadolu insanının toplumsal içeriğine, sınıfsal kimliğine yer veren eserler üretir. Çalışmaları köy yaşamının zorlu şartlarından, halk destanlarından, kente göç ve kentteki yaşam koşullarından ve mitolojiden beslenir. Her eserinde yaşadığı toprağın ve yurdun insanının resmini çizerek Anadolu’dan ve Anadolu insanından bir demet sunar.

ORTAK KAPTAN YEMEK

Yaşamın gerçekliğinden ilham alarak oluşturduğu, emeğin ve yaşam çabasının yansıtıldığı eserlerinde, sanatçının seçmiş olduğu renklerin canlılığı, kompozisyon kurgusu ve bu kurgunun gelenekle örtüşen yapısıyla Balaban’ın eserleri herhangi hüznü veya bir fanteziyi içermez. İzleyiciyi, masalsı biçimlerin içinde gezdirirken, toplumun en ciddi konularında bile sevinç ve umut dolu bir atmosfer yaratır.

“Evde Yemek” adlı eserinde ise açıktan koyuya giden renk tonlarına, hacimli yuvarlak formlu figürlere yer vererek huzuru ve umudu vurgulamıştır. Sanatçı mürdüm ve sarı rengin zıtlığından faydalanarak sadece yer sofrasında kullandığı beyaz fonla odak noktası olan yer sofrasına dikkati çeker. Ortak bir kaptan kaşıkla yenen yemek, ortamın gaz lambası, mum gibi teknolojiden uzak yöntemle aydınlatılması ve pek çok yoksunluğa rağmen sıcak bir birlikteliği, bir aile resmini bizlere sunar. Eser izleyiciye, sofranın şıklığının huzur olmadıktan sonra bir manasının olmadığını hissettirir.

İbrahim Balaban, insanların özünde taşıdığı yaşamsal dinamizmi, kendi estetiğiyle buluşturarak, onları bir sofra etrafında bir araya getirmekte ve aslında yemek yemenin sosyal ve ritüelistik yanını temsil eden bir sahneyi yaratır.