Güncel bir 'Ölüm Dansı'

Veba salgını altında ölüm korkusunu yakından deneyimleyen orta çağ Avrupasından pandemi, doğal afetler ve siyasl krizlerle sıkışan “günümüz”e ulaşmış hissi veren yeni Dolu Kadehi Ters Tut albümü “Ölüm Dansı”nı yaratıcıları anlatıyor.

Deniz Ülkütekin

Dolu Kadehi Ters Tut (DKTT) Türkiye’de sırf güncel müzik alanında değil belki de gelmiş geçmiş en sanatsal bağlantı içeren albümleri üreten topluluklardan. Oğulcan Ava ve Uğurhan Özay’dan oluşan ikili henüz “dumanı üstünde” olan yepyeni albümleri “Ölüm Dansı” ile hem sözleri hem sesleri hem de görsel yönüyle tekrar tekrar dinlenecek bir albüme imza attı. Ayrıntıları kendilerinden dinleyelim...

- “Ölüm Dansı”, ortaçağ sonlarında ortaya çıkan "Danse Macabre" akımına bir atıf. Kara vebanın örselediği ortaçağ Avrupasıyla eşleştirilen pandemi sonrası çağda böylesi bir sanatsal dışavurum oldukça anlamlı. Sizi bu esin kaynağına yönelten neydi, hangi duygular ve birikimler "Ölüm Dansı"nı var etti?

Oğulcan Ava: Aslında albümün çalışmaları çok önceden başladı. İki yıldır şarkılara çalışıyoruz, besteler yapıyoruz. 2021’de yayımlanan bir önceki albümümüz “DKTT”de “protest” şarkılar yapmamıştık. Uğurhan’la bu tür şarkıları gayri samimi bir şekilde üretip ortaya koyma isteğimiz hiçbir zaman olmadı. Bu nedenle de üretimlerimizde böyle bir yönelimimiz olmamıştı. Zaman içinde bu tür şarkıların giderek biriktiğini fark ettik. O sıralarda yaşadığımız olayları, ülkedeki politik durumlar, afetler, savaşlar, gıda krizi, çevre kirliliği, pandemi, iklim krizi, orman yangınları ve deprem takip etti. Bütün bu karmaşanın ortasında hâlâ müzik yapmaya çalışıyor olmamız bir yandan trajikomik geldi bize. 13. yüzyılın ortaçağ Avrupasında vebanın, savaşların, açlığın içinde ölüm dansı yani “Danse Macabre” akımının ortaya çıkması bir yandan pesimist bir yandan hedonist bir düşünce yapısının senteziyle olmuştu. O dönemde bile sanat yapılabildiyse, insanlar gülüp eğlenmeye çalıştı ise bunun insan doğasında ne kadar temel bir yere oturduğunu hatırlattı bize. “Ölüm Dansı” isimli konsept bir albüm kafamızda canlanmaya başladı. Geçen yaz orman yangınları sırasında bu duygularımız yoğun olarak açığa çıkıp tekrar körüklenince “Ölüm Dansı” şarkısını yazdık. Böylece albüm de bu yöne doğru evrilmeye başladı. Albümün genel konsepti özetle yaşadığımız modern dünyanın karamsar döneminde, orta çağda her şeye rağmen hayatını sürdürmeye çalışan insanlarla ne kadar da benzeştiğimizi görmemizle oluştu.

-  Siz "Korkmuyorum" diyorsunuz ama sizi dinleyenlerin (en azından büyük çoğunun) hali, "Yarısı Yok"taki gibi. Bu haldeyken müziğiniz onları iyileştirir mi?

Uğurhan Özay: Müziğimiz insanları iyileştirir mi bilemiyorum. “Ölüm Dansı” albümünün ilk kısmında yayımlandığımız şarkılarda insanlara anlatmak istediğimiz şey yalnız olmadıkları, onlar gibi düşünen birilerinin olduğunu ve o birilerinin sessiz kalmamayı seçip, bağırdığını, isyan ettiğini, fikirlerini güçlü bir şekilde ortaya koyabildiğini görmeleri. Ne yazık ki ülkemizde insanların bu tepkiyi ve bu isyanı görebilecekleri yaygın bir sanat alanı neredeyse kalmadı. Özellikle müzik alanında anlatılanlar belli kategorilere indirgenmiş, alınan ve verilen haz çok sınırlandırılmışken hislerimizi en iyi bildiğimiz şeyi yaparak (kaleme alarak) kusmak istedik. Dinleyicilerimiz konserlerde hep bir ağızdan “Yarısı Yok” derken “Korkmuyorum” diye de haykırıyor. Söylemek istediklerimizin gerçekten anlaşıldığını hissederken onların da ne demek istediğini anladığımız tüm bu anlatının içselleştirildiğini görüyoruz. Bu da harika bir his.

- "Ölüm Dansı", 2019'daki "Karanlık"tan beri belki de en karanlık üretiminiz. Aradaki sürede yayımladığınız teklilerdeki "funky" ve "groove" tınıları DKTT'nin farklı bir "persona"sını ortaya çıkarmıştı bana kalırsa ama "Ölüm Dansı" bu persona birazcık geri çekilmiş veya "minor" notalarla donanmış gibi.

O. Ava: “Ölüm Dansı: Kısım 1”deki parçalarda minör tınıların önde olduğu doğru. Aslında albümde oldukça yüksek enerjili şarkılar var. Bu şarkıların albümün tamamıyla birlikte yayımlanmasını istedik. Aslında planımız 13 şarkıyı dengeli bir biçimde iki kısma dağıtmaktı. O sıralarda ülkemizde deprem felaketi yaşanırken albümde yer alan ve benzer bir ruh haliyle ve hislerle yazdığımız altı şarkıyı ön plana çıkardığımız bir derleme yapıp paylaştık. Dolayısıyla eski albümlerimizde duyduğunuz görece daha hareketli daha “funky” şarkılar sonra yayımlanacak bölüme kalmış oldu. “Ölüm Dansı”nda Red Hot Chili Peppers ve benzeri esinlerimizden gelen “funky” ve “groovy” tınılar yer alıyor. Albümün konsepti ne kadar ölüm dansı ve karanlık bir dünya da olsa tıpkı “Karanlık” albümünde olduğu gibi yüksek enerjili şarkılarımız bu albümde de yerini buldu.

- Tüm albüm kapaklarınız ve videolarınız düşünülünce "konsept albüm" tanımının hakkını fazlasıyla veren işleriniz var. Görsel veya başka disiplinlerdeki "sanat" yaratımlarıyla ne kadar ilgilisiniz?

U. Özay: Çocukluğumuzdan beri dinlediğimiz müzisyenlerin albümlerini incelemek, şarkı bağlantıları ve şarkıların sırasını tartışmak, albüm görsellerine hayran hayran bakıp, şarkıların künyelerine göz atmak, yeni keşiflerimizi arkadaşlarımızla paylaşmak bizim için ayrı bir hobi. Tabii ki kendi müziğimizi yaparken de ilk hareketimiz bir konsept yaratmak olacaktı. Bu nednele 2015’te “Polonya’nın Başı Belada” isimli 15 şarkılık bir albüm ile çıkışımızı yapmıştık. Bu albüm her ne kadar amatör ev kayıtlarından oluşsa da albümün toplamında anlatılan hikâyeler ve ses, bir konsepte işaret ediyordu. Buse Emiroğlu albüm kapağı için bir taslak çizdi. Yaptığı taslak çizimi, albümün konumlandığı yere, çıkış noktasına ve içerdiği o tatlı amatörlüğe o kadar uygundu ki üzerinde hiçbir oynama yapmadan taslağı dijital ortama geçirip albümün kapak olarak kullandık. Ortaya çıkan müziğe, hisse ve duruma uygun görsel arayışlarımız maddi imkanlarımız arttıkça daha profesyonelleşse de yeri geldiğinde rastgele bir kağıda yazdığımız bir fikri de hayata geçirdiğimiz oldu. Aslında albüm ya da bir single’da bizi harekete geçiren şey “bunu ne sattırır” ya da “hangisi daha tıklanır”dan çok, “konsepte en uygun dünyayı nasıl yaratırız” sorusu oluyor. Muhtemelen bundan sonraki üretimlerimizde de bu şekilde devam edeceğiz.

- DKTT stüdyoya girerken, ikinizin de aklına birçok fikir geldiğine eminim. Uzun süredir birlikte olduğunuza göre bu parlak fikirleri "drama" yaratmadan eleme konusunda iyi bir yönteminiz olduğunu düşünüyorum. Yanılıyor muyum?

U. Özay: Oğulcan’la yaklaşık 12 yıldır arkadaşız. Müzik üretim süreçlerimizin büyük bir kısmını da birlikte gerçekleştirdik. Nelerden hoşlanıp nelerden haz etmediğimizi çok iyi öğrenebileceğimiz bir zaman dilimi demek bu. Arkadaş çevremizin de aynı olması sevdiğimiz, eleştirdiğimiz, dinlemek istediğimiz ya da istemediğimiz müziklerin de birbirinden çok uzak yerlerde olmamasını sağladı haliyle. Tüm bu nedenler üretim aşamasında aynı sayfada buluşabilmemize çok yardımcı oldu. Elbette ters düştüğümüz, farklı uçlara gittiğimiz konular olabiliyor. Ya orta noktayı çok iyi bulabiliyoruz ya da o projeden hızlıca vazgeçebiliyoruz. Çünkü çok ve hızlı üretebilen bir ikiliyiz. Böyle zamanlarda birbirimizi birer filtre olarak kullanıyoruz. Bu da bizim için avantaja dönüşüyor. 2015’ten bu yana Dolu Kadehi Ters Tut olarak neredeyse 100 adet şarkı yayınlamışız. Evet, sanırım çalışma düzenimiz için iyi bir yöntem geliştirmişiz diyebilirim.