‘Gerçek Suç’ Kim için?

Sanatın her dalında güzel bir kadının şiddete maruz kalması ya da öldürülmesi ilgi çekici olmuş, pek çok yönetmen ve görsel sanatçı bu izleyici merakından hem gerçekte hem de imgede yararlanmıştır.

Serra Rodoplu

Çocukken, arkadaşlarımızın evine pijama partisine gittiğimizde gecenin ilerleyen saatlerinde hep beraber toplanıp korku öyküleri anlattığımızı hatırlıyorum. Bu ürkütücü öyküleri anlatırken bir yanımız evin içindeki huzuru yaşarken, diğer yanımızla da korku dolu öykünün içinde kaybolurduk. Olasılıkla pek çoğumuz bu adrenalin duygusundan dolayı buna benzer anlar yaşamıştır. Bugün pijama partisinde birbirine ürkütücü öyküler anlatan çocuklar olmayabiliriz, ancak gerçek suça dayalı şovları, filmleri ve podcast'leri dinlemek için teknolojiyi kullanıyoruz. Özellikle son zamanalarda, Michigan Murders ve The Keepers gibi belgesel diziler, Casefile ve Serial Killers gibi podcast'ler büyük ün kazandı. 

İşin ilginç noktasıysa, bu içeriklerin daha çok kadınlar arasında yayılması. 2010 yılında yapılan bir araştırmaya göre, gerçek suç kitaplarının Amazon incelemelerinin yaklaşık yüzde 70'i kadınlara ait. Gerçek yaşamda ise erkeklerin şiddet içeren suçlara karışma istatistiği (bundan emin değilim) kadınlara oranla çok daha fazla. 

Komedyen Jena Friedman, “talkshow” programı Conan’da yaptığı espriler sırasında; gerçek suç türündeki programları izlemeyi sevdiğini ancak kadınların yalnız bu içerikleri izlemekle kalmadığını, çalıştığını söyledi. Bu esprili ve bir o kadar dürüst paylaşım insanı ‘gerçek suç’ içerikleri hakkında düşündürüyor. 

Benzer bir durum Türkiye için de geçerli, ülkemizde gerçek suç gösterilerinden en bilinenleri Müge Anlı’nın sunduğu Müge Anlı İle Tatlı Sert, Serap Paköz’ün sunduğu Gerçeğin Peşinde isimli programlar ve bu programlar kadınlar tarafından en çok izlenen sabah kuşağı içerikleri arasında. İlginç olan, bu içeriklerde, kadınların genellikle suçun failleri değil mağdurları olması. Wesleyan Üniversitesi Psikoloji Bölümü’nden Amanda Vicary’nin araştırmasına göre, kadınlar mağduriyetin ve tanıklığın psikolojik ve duygusal hallerini gözler önüne sermesinden dolayı bu programları izlemekte. Vicary, bu içeriği tüketirken kadınların bilinçaltında korkunç durumlarla başa çıkma ve şiddete yol açabilecek işaretlerini anlamak için ipuçlarını özümsediğini öne sürüyor.

Kültürel dünyaya genel olarak baktığımızda da kadınlara zarar vermenin sanat ve kültürün yaratılmasının bir parçası olduğunu fark ederiz. Kuşlar ve Sapık gibi filmlerinin yönetmeni Hichock; Fransız oyun yazarı Victorien Sardou’nun “Kadınlara işkence edin!” öğüdünü her zaman dinlediğini söylerdi. Bu söz bile coğrafya ve zaman fark etmeksizin ortak anlamda, acı çeken kadın görmekten zevk aldığımızı gösteriyor. ABD’li feminist yazar Rebecca Solnit de, “sanatta, bir kadının işkence görmesi ve ölümü, özellikle genç ve güzel bir kadın için her zaman erotik, heyecan verici, tatmin edici olarak temsil edilmiştir.” diyerek bu düşünceye katkı veriyor. Hichock;’un ‘Sapık’ ve Carpenter’ın “Cadılar Bayramı” gibi kült filmlerinde kadınların vahşice öldürüldüğünü görürüz ve bu da gösterinin, eğlencenin bir öğesi olarak; kültürün bir parçası olmuştur.

PİCASSO’NUN PSİKOLOJİK ŞİDDETİ

Bu durumun çok benzeriyle görsel sanatlarda da karşılaşabiliyoruz. Picasso'nun resimlerinde kadınları (geometrik olarak klasdad) paramparça edilmiş halde görürüz, Picasso’nun sevgililerinin tanımlarına göre de kendisi; yaşamındaki kadınları, hem psikolojik hem de fiziksel olarak kırmaktadır. Picasso’nun çok sayıda sevgilisi arasında olasılıkla en çok acı çekeni Dora Maar olmuştur. Picasso ona “Ağlayan Kadın” derdi ve onu düzenli olarak kötü ruh hallerinde resmederdi. Oysaki Dora, fotoğrafçılık alanındaki umut verici kariyeri varken, Picasso'nun yönlendirmesiyle bundan vazgeçerek resimle ilgilenmeye başlamış; Picasso’nun resimlerini yapmasına yardım etmiş ve onun esin perisi olarak yaşamına devam etmiştir. 

Picasso eser üretebilmek için Dora’ya zarar veriyor, onu yıkmaya çalışıyor gibidir… Hatta, Dora ve Minotor tablosu bu açıdan dikkat çekicidir. Picasso’nun kendisinin bir metaforu olarak sıklıkla kullandığı bir minotor imajında resmettiği resimdeki güç dinamikleri son derece eşitsiz. Picasso güçlü iken Dora itaatkârdır. Resme baktığımızda, çok kötü bir şey olmadan önceki o anı yakalıyormuşuz gibi hissederiz. Gerçek yaşamda da, Picasso 10 yıllık birlikteliğin ardından, Dora’yı yalnız bırakarak ve bunalıma sokarak terk eder. Picasso’nun kariyeri gelişmeye devam ederken, Dora bir psikiyatri hastanesine kaldırılır. Bu vahşete şu anda Picasso üzerinden tanıklık edebiliyor olsak da, Picasso kesinlikle sanat için kadınların bedenlerini ve ruh sağlığını bozan tek sanatçı değildir. 

Günümüzde, gerçek suç türündeki programların işleyiş ve aktarım biçimleri ve mecralarını, çeşitliliğinden yola çıkarak bu vakaları işleyen programlar görmekteyiz. Bu programlar; mağdur ve mağduriyet ekseninde şekillendiği zaman bilgilendirici olabildiği kadar; bu alanda farkındalık ve duyarlılık da yaratmakta.