Gerçek, kurgu ve iptal kültürü

Öyküsünü üç farklı zaman çizelgesinde anlatan “Disclaimer” dizisi günümüzde gerçekliğin algılanışına yönelik sorgulamalar içeriyor.

Başak Bıçak

“Anlatı ve forma dikkat edin. Güçleri bizi gerçeğe de yaklaştırabilir, büyük manipülasyon gücüne sahip bir silah da olabilir.”

Disclaimer’ın hemen başında, Christiane Amanpour’un sarf ettiği bu sözler, birazdan anlatı ve formun hakimiyeti altına girecek, “sırf kendi içimize kök salmış inançlarımız ve yargılarımız yüzünden manipüle olabilecek ve hatta suç ortağı gelebilecek” bizlerin Alfonso Cuarón’un anlatıcı gücüyle “büyülenmeden” önce duyduğumuz son cümleler... Zira Amanpour’dan üstün başarı ödülünü aldıktan sonra ihtişamlı evine dönen ve sakince, şarabını yudumlayan televizyon belgeselcisi Catherine Ravenscroft’ın (Cate Blanchett) da büyük bir fırtınayla darmadağın olacak hayatının son mutlu günü... Catherine, kocası Robert’la (Sacha Baron Cohen) geceye dair küçük bir kutlama yaparken, bir dış ses ikinci tekil şahıs ekiyle Catherine’in düşüncelerini bize aktarmaya başlıyor. Bunun bir sebebi var. Öykülemenin, gerçeklikle ve dinleyen/izleyenin algısı yönlendirmekle ilgili kurguladığı tasarının bir parçası bu ve bir bakıma, Catherine ile aramıza mesafe koyma amacı güdüyor.

Fakat açılış, yalnızca Catherine ile sınırlı değil. İlkin bir trende tanıştığımız Jonathan (Louis Partridge) ve kız arkadaşının İtalya’ya varışıyla izlediğimiz görüntülere paralel, zorla emekli olan bir öğretmen Stephen Brigstocke’un (Kevin Kline) birinci tekil şahıs anlatıcısı devreye sokuluyor. Stephen, eşi Nancy’yi (Lesley Manville) yıllar önce kaybetmiş ancak onunla ilgili bu gerçekle yüzleşmesi dokuz yılını alıyor. Eşyalarını toparlarken odasında bulduğu ve Nancy’nin hayatının son günlerini vakfettiği bir el yazması hikâye, hayat amacını yitiren Stephen’ın kurtarıcısı oluyor ve o da kendisini, karısının pembe hırkasını giyerek, Nancy’nin yazdığı bu kitaptaki kişiden intikam almaya adıyor. İşte o gece, Catherine kendisine gönderilen ve hayatını altüst edecek, yıllardır sakladığı bir sırrın ortaya çıkmasına neden olacak kitabı eline okumaya başladığında artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı, yıllarca korumaya çalıştığı itibarının da yerle bir olma ihtimaliyle karşı karşıya kalıyor. Bu andan itibaren bizler, Renée Knight’ın aynı adlı kitabının omurgasını oluşturduğu, farklı anlatıların ve akışların iç içe geçtiği bir labirentte gizem perdesini aralamaya çalışırken, önce hikâyeyi Nancy’nin gözünden izleyip izlemediğimiz şüphesiyle baş başa bırakılıyoruz. Catherine’in, yıllar önce oğlu Nicholas’la (Kodi Smit-McPhee) çıktığı tatilde yaşadığı “küçük bir kaçamağın” kimin gözünden anlatıldığı sorusu zihnimizi kurcalayadursun; Cuarón kasıtlı olarak kullandığı biçemle gerçekliği manipüle etmeye, bakış açılarını birbirine karışmaya, önyargıları su yüzüne çıkarmaya ve bizi de hayatı terörize edilen bir kadının karşı karşıya kaldığı iptal kültürüyle suç ortağı yapmaya başlıyor. Bunu da en çok, oğlu Nicholas’ın annesine duyduğu gizli öfke üzerinden inşa ediyor.

Öyle ki Jonathan’ın ölümünden Catherine’i sorumlu tutan ve bir cam kavanoza hapsettiği hamamböceği gibi yok olması için intikam planları yapmaya başlayan Stephen’ı ondan dinleyebilmemiz nasıl bu gayeye hizmet ediyorsa; başka bir anlatıcının kendisine “ses” olduğu Catherine’in kendisini bir türlü anlatamaması, konuşamadıkça hırçınlaşması, çırpındıkça daha fazla bataklığa saplanması ve en önemlisi, masumiyetini kanıtlayamadıkça daha fazla suçlu haline gelmesi de yine bu niyetin bir uzantısı. “Fotoğraflar gerçek değildir, gerçekliğin bir parçasıdır.” diyen Catherine, sosyal medyanın ve internetin hüküm sürdüğü bu çağda, gerçekliğin ne kadar kolayca manipüle edilebildiğini yeniden hatırlatırken, Cate Blanchett’ın performansıyla yükselen ve yine iptal kültürünün varabileceği noktayı anlatan Tár (2002) filmini de anımsamamıza yol açıyor. 

Yedi bölümlük dizi boyunca Cuarón, Jonathan ve Catherine’i canlandıran genç bir kadının (Leila George) İtalya’da yaşadıkları ile Stephen ve Nancy’nin hayatı ve Catherine-Robert çiftinin Londra’daki öykü akışlarını birbirinden ayırıyor. Bunu yaparken de Emmanuel Lubezki ve Bruno Delbonnel’in ortaklaşa çalıştığı bir görsel doku, geçmiş Venedik’in puslu ve güneşli yapısıyla ve günümüz Londra’sının kasvet içeren renk paletleri sayesinde üç ayrı zaman çizelgesinin hissini ve çerçevelemesini değiştiriyor. Bir yanda, Akdeniz’in güneşi altında erotik bir kaçamak yaşayan genç bir kadın ve genç bir adam, diğer yanda kayıplarının acısıyla ve kederle aklını kaybederek intikam almaya yemin etmiş yaşlı bir çift ve yıllar önce sakladığı bir olayın ifşa olmasıyla başarılı kariyeri, kusursuz görünen evliliği ve sallantıda duran anneliği hızlıca katrana bulanan bir kadın... Her bir hikâye dilimi, roman içinde roman anlatı biçiminin bir parçası şeklinde kurgulanırken, öykünün yedi bölüm dinginliği bazı anlarda tahammülü zorluyor ve gizem duygusunun kolaylıkla korunmasını önlüyor. Ancak yine de bu detaylı ve özenli ilerleyen, neticede sonuna dek sürüklemeyi başaran ve gerçekliğin boşluklarının hayal gücü tarafından nasıl doldurulabileceğini, bunun ne denli hassas bir mesele olduğunu ve dahi tehlikeli olduğunu gösteren bir finalle sonlanıyor. 

Disclaimer, Children of Men (2006) ve Gravity (2023) filmlerinin yönetmeni Alfonso Cuarón’un, erken dönem eseri Y Tu Mamá También’indeki (2001) erotizmi görselleştirme biçimi ve özellikle Roma’da (2018) bizi ele geçiren hikâye anlatıcılığındaki ustalığını buram buram hissedeceğiniz bir dizi. Çok güçlü, kederli, dokunaklı. Ama en çok da sarsıcı. Disclaimer’ı Apple TV’de izleyebilirsiniz. 

PUANIM: 7.5/10