Feridun Düzağaç Cumhuriyet'e konuştu: ‘Kariyerime asla tapmadım’

Feridun Düzağaç’ı bilenler bilir. Lafını esirgemez, düzen onun değerlerine uzaksa vazgeçmenin erdemini bilir... Belki de bu yüzden söyledikleri hemen dikkat çekiyor ve değer buluyor. Beş yıl sonra çıkardığı “Kötü Adam Şarkısı” da yine dinleyenlerinin duygularını yansıtıyor.

Deniz Ülkütekin

Yaklaşık beş yıldır müzikal bir suskunluk içindeydi Feridun Düzağaç. Onu çok seven ve nasıl bir tavrı olduğunu bilen kadim dinleyicileri için bile uzundu bu süre. Şimdi “Kötü Adam” isimli teklisi ile geri döndü. Hep olduğu gibi zamanın ruhuna hakim, bireysel duyguları toplumsal katmanlardaki karşılıklarıyla görerek oluşturduğu dizeleriyle. Sözün geri kalanını ona bırakalım...

"Kötü Adam"da sürekli yanlış kararlar verip yanlış adamlara âşık olan bir kadın anlatılıyor. Aynı zamanda ülkemizdeki kutuplaşmanın etkisiyle giderek büyüyen, semiren ve karakteri belirginleşen bir kötü adam tektipine de işaret ediyor.

Şarkıyı kızıma yazdığımı düşünen ve dinledikten sonra kızlarının gelecekleri için kaygılarını dile getirip tatlı tatlı sitem eden çok mesaj aldım. Sokak köpeklerine uğursuz geldiğime dair orantısız mizahi mesajlar da maalesef. Oysa şarkıdaki “acımasız, saf kötü, taş kalpli” tanımı deprem felaketi sonrası yardım için çırpınan insanlara saldıran bütün kötü kalplilere içten isyanım adına not aldığım duygularımdı. Sonra sonra evrildi dinlediğiniz haline. Bana sorarsanız dünyaya ve insanlığa kötülük üzerinden tuttuğum minik bir ışık bu şarkı. Aynada gözlerimizin dibine kadar tebessüm ederek bakabiliyorsak sorun yok. Sorunuzda andığınız tip hayatın her yerinde. Futbolda, trafikte, siyasetin bile isteye üstünden nemalandığı düşman kardeşlik ya da nefret ekseninde. Elimizde kamerası her daim açık telefonlarımızla durduğumuz sürece dünya daha iyiye gitmeyecek.

Değer yargılarının birbirine girdiği bir çağdayız diye düşünüyorum. Bazı olağan görünen şeyleri söylemek bile yasakken, "Bu kadarı da olmaz artık" denilen pek çok durum da olağan görülüyor. Böyle bir çağda şarkı sözü yazmak zor mu?

Etkileşim, beğeni, takip, teşhir tıklanma vs. ne derseniz diyelim, nice “akıllı telefon kullanıcılığı” öncelikleriyle yaşamaya alışmış hatta doğrudan buna doğmuş genç nesillerin değer yargılarına geç kalmasını yadırgayamayız. Birileri insanlığa “Size sosyal medyadan para kazanma şansı bahşediyoruz, ne kadar cüretkâr ve rahat olursanız o kadar kazanırsınız” dediği gün değer yargılarından geçmiş olduk. Dünya diplomasız yargıç doldu yavaş yavaş ve diplomasız “öğreten”. Maydanozu sapından rendenin deliklerinden geçirerek ayıklıyormuş şahıs, “Bunu öğrendiğinizde kaç yaşındaydınız?” diyor, en çok dinlenen şarkım o kadar tıklanmamış. (Gülüyor) Bahsettiğiniz değer yargılarının ve ahlaki çöküntünün ahlakçılık ile eşzamanlı zirve yaptığı saçma sapan mevsimindeyiz hayatın, garipsediğim de bu. Anlamak mümkün değil veya usta ozanın nefis özetiyle “Anlamak çözmeye yetmez”. Değerli her şey çok hızlı uzaklaşıyor. Kovalamaya mecalim de hevesim de yok. Söz yazmak ise benim için asla zor olmaz ama kendime şunu sorarım, sordum da: “Değer mi?” Misal, “15 günde sahiplenilmeyenleri derhal uyuturuz” diyen bir kötülüğe karşı ağzımı bozmadan şarkı yazabilir miyim? Ağzımı bozmam. Kalp kırmama kaygımı da sağlıklı bulmuyorum. Bu benim otosansürüm sanırım.

DÜŞMANCILIK OYUNU

Gezi olaylarının ardından medyanın olayları yansıtmaması veya taraflı yansıtması üzerine bir boykot kararı almıştınız bunu da bugüne kadar sürdürdünüz. Sessizliğinizde bunun etkisi var mıydı?

O boykot kararından da önce en başından beri aslında hiç bir zaman “medya ve pr”a inanmadığım gibi medya için de hiç çok cazip olmadım. Veya her zaman benden cazip birileri oldu. Aramızdan zamansız ayrılan ve yokluğuna alışamadığımız bir dostum benimle koca bir turne geçirdikten sonra şaka yollu “Oğlum ne biçim starsın sen, ‘sex drugs and rock’n roll’ değil ‘et süt yumurta’sın maşallah” demişti. Hakkımdaki en çarpıcı ve doğru tanımlamadır bu. Buyum ben, böyle mutluyum. Boykot kararı ise bugün olsa yine hiç düşünmeden vereceğim bir karardı. Kişisel ve önemsiz tarihimin “aferin”idir o tavrım. Hiçbir zaman “kariyerini yöneten” ve ona tapan biri olmadım. Öyle yaşayanları küçümsedim hatta içimde. İlk zamanlar “Hatırımız için bu kararınızı lütfen delin”ler zamanla “Sen kim oluyorsun da bizi boykot ediyorsun”a dönüp düşmancılık oyununa dönüşmüştü. Bunlara gülüp geçiyorum artık. İyi kötü konser verdiğimiz sürece “gözlerden uzak kaldığım” fikrine katılmıyorum. Basit bir tercih meselesi bu.

O günlerden bugüne uzanan 11 yıllık sürede müzik ve genel olarak sanat camiasının siyaset karşısındaki tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kamu vicdanını acıtan ne olduysa derdimizi kaygımızı fikrimizi yazıp söylemenin vatan haini ilan edilmelere çıktığı bu karanlık sokakta susmaya sığındım. Aklım sadece bana yetiyor olsun. Ne mağdur edebiyatı yapmaya utanma duygum izin verir ne de “Canları sağ olsun” demeye gönlüm razı gelir. Kimseye kırgın ve kızgın değilim. Kimseye de devrim veya cesaret madalyası verecek ne yetkim ne konumum var. Canları veya özgürlükleriyle bedel ödeyen gerçek mağdurun yanında birkaç Instagram postunda yediğim küfürlere ve iptal edilen birkaç düzine konser için ağlıyor değilim. Sadece üzgünüm, başka bir yerden bakmaya ihtiyacımız var. Fark etmeye, anlamaya ve nihayet uyanmaya. Şahane bir uykuya ve bir halkın uyandığına tanık olduğum şahane bir rüyaya ihtiyacım var. Belki hepimizin.

"GERÇEK GÜNDEMİM FARKLI"

"Alev Alev"in aslında yedek bir şarkı olduğunu ve dinleyicileriniz arasında çok sevilmesinin sizi de şaşırttığı anlatmıştınız. Hatta “Şarkı sözü yazarı bazen şarkısıyla kavga eder” demiştiniz. Peki tam tersine o kadar göz önünde olmadığı için üzüldüğünüz, uğruna dinleyicinizle "Bunu nasıl dinlemezsin!" diye kavga edeceğiniz bir şarkınız var mı?

“Şarkı-toto”yu hep dinleyici kazanır. Bir şarkı, dinleyici sevince şarkı oluyor yani. O şarkının bu kadar sevilmesine şaşkınlıktan çok “100’ler kulübü”nde bir şarkı yazarı yani en az 100 şarkı yazmış bir yorgun olarak sanki tek bir şarkının gölgesinde dinleniyormuşuz duygusu asıl rahatsız olduğum ki üzerine konuşulduğu kadar önemsediğim bir durum da değil. Konserlerimize gelenler bilir, kadim dinleyicilerimizin duymak istedikleri şarkıları bile “Ya bunlar çok efkârlı, boşver” diyerek geçiştirmelerim çoktur. Tersi de oluyor nadiren “Sıkıldık, eğlendir bizi” diyenler de çıkıyor. Çat diye “Losing My Religion söyle” diye bağıran birisi çıkabiliyor, yanıbaşındaki bir başka dinleyici “Bu da amma cover yaptı he” diye hayıflanırken. Bu dipsiz kuyu. Biz sahnede bununla eğlenmeye çalışıyoruz Benim için aslolan birlikte şarkı söylemek, “Kurumuş Ölüyorken”i hep bir ağızdan söylemek enfes olurdu elbette ama bilmiyorum. Hep bir ağızdan söylenen yeterince şarkılarımız var ve bu benim güç aldığım en değerli hazinem. Şarkılarım ne kadar zamansız olsa da bana başka zamanlara aitmiş gibi geliyor. Hem “Onlarca şarkı yazmış biriyim” diye böbürlensem ne olacak? Gerçek, hayatın size nasıl davrandığıdır. Şarkı yarıştırmaktan, kıyaslamaktan vazgeçeli çok oldu. Sahnede görünen beş adam ve hep yanımızda olan arka plan emekçilerim dahil gerçek gündemimiz farklı. Acımasız enflasyona yenik düşmek üzereyiz. Ömürlerinin üç çeyreğini müziğe adayıp direnmeye çalışan ekibime “Yoksulluk sınırının üzerinde” kazandırmak önceliğim. Zorlanıyoruz, başarmayı umuyorum ve “maç ortada” görünüyor.

DİNEYİCİLİKTEN EMEKLİ! 

Daha önce müzikte yeni çıkan isimlerle ilgili açıklamalarınız olmuştu. Genel olarak Türkiye'de müziğin gidişatını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gençler özgürce ve gönüllerinden geldiğince üretmeye devam ediyorlar. Bizler gibi Unkapanı’na veya demode “promosyon kanalları”na mahkum değiller. Ama korkarım tırnak içinde Spotify ne kadar isterse o kadar varlar. Ben ilk iki albümümü Aşık Veysel’i bile analog kaydeden çok değerli Sıtkı Acim ile yapma şansı bulacak kadar eskiyim, bugünün fırsatları ile dünü kıyaslamayı doğru bulmam. Sevdiğim gençler elbette var ama çok hakim olmadığım için isim vermem adil olmaz. Tek kaygım şahane ana dilimizin tüm yetkinliğine rağmen çok hoyrat ve kolaya kaçılarak kullanılıyor olması. Ve argo. Leş, küfür kültürü, Yapay zekâya şarkı yaptırmanın bir “sosyal medya eğlencesi”ne dönüştüğü günlerdeyiz. Yapay zekânın özgün olmakla rekabet edebileceğine inanmak istemem doğrusu. Ergenliğim Turgut Uyar’ı anlamaya çalışmakla geçti, ne kadar başarabildiysem o kadar anladım. Dinleyicilikten emekliyim diyebilirim.

“Kİ”LER VE “DE”LER

Çok sayıda Z kuşağı dinleyiciniz de olduğunu fark ettim. Uzun süredir inziva halinde biri olarak bu durumu nasıl karşılıyorsunuz? Sizce gençler Feridun Düzağaç'ı neden dinliyor?

Z kuşağı ile bağım konusunda sizin kadar güçlü gözlemlerim yok ama teşekkür ederim. Z kuşağına cazip gelecek bir hayat görüşüm olmadığını düşünüyorum. Alın terini kutsuyorum, ideallere sıkı sıkıya bağlıyım. Eğitimi ve birey olmayı önemsemekle kalmayıp kutsal anahtar olduğuna inanıyorum. Model alınacak kadar eğlenceli değilim korkarım. Her kuşak günün sonunda şarkılarımdan birisine sığınacak bir duyguyu yaşayacaktır. Mutlu olsunlar, kendi değerlerinin farkına varmadan hayattan bir jest beklemeye hakları olmadığını bilmeliler, sizin gözlediğiniz kadar seviyorlarsa beni ve hatırım varsa lütfen yer bildiren “ki”leri ve “de”leri bitişik yazsınlar. “Evdeki saat”, “Kalpteki kırık”, “Aklım sende sen neredesin?” gibi. (Gülüyor)