Euphoria: 'Aynadan içeri'
Genç kuşak arasında en popüler yapımlardan belki de birincisi olan Euphoria geçtiğimiz günlerde ikinci sezonunu tamamladı. Hayranları 3. sezonu merakla beklemeye başlamışken, biz de sizi sıra dışı dizinin alt metinlerinde bir yolculuğa çıkaralım.
Serra RodopluSon
zamanların en fazla ses getiren dizilerinden biri Euphoria oldu. Ergenlik ve
büyümenin acımasızlığı, ilişkiler, travmalar, aşk gibi konuların işlendiği
dizi, çekim detaylarından, iddialı makyajlarına, kıyafetlerden, oyunculuklara
kadar kendisine çekmeyi çok iyi başarıyor.
İkinci sezon bölümlerinden birinde lisenin havalı çocuğu olan Nate’in biraz
garip bir rüya sekansı ile karşılaşıyoruz. Nate çarpık bir ayna yansımasında
kendi kafasının arkasına bakarken görülüyor. Bu sahne Rene Magritte'in en çok
kafa karıştıran eseri "kopyalanmamış" tablosunun bir temsili
aslında. Daha önce, 1974 yılında çekilmiş olan Georges Perec'in Paris'te bir
göz odada yaşayan bir üniversite öğrencisinin yaşadığı bunalımları anlatan ‘Uyuyan
Adam’ filminde hikayenin geçtiği odanın duvarında poster olarak yer alan
bu eser, sadece bir kaç saniye karşımıza çıkarak Euphoria’nın Nate gibi
karmaşık karakterinin, ikilemlerini bize kolayca aktarma imkanı sunuyor.
Resme baktığımızda, ayna karşısında ayakta duran bir adam, aynadan onun yüzünü
görmeyi beklerken sırtını yani resme bakarken bulunduğumuz yerdeki görüntüyü
görürüz. Bu beklenmedik, rahatsız edici görüntü, izleyicinin, gerçeklik
dünyasına ait tuhaf, anlaşılması güç sorular sormasını sağlamakta.
Nesnelerin ve imgelerin, gerçek yaşamda ki gibi olup ama aynı zamanda düşsel
sezgileriyle ortaya konduğu resimde, aynanın ters yüz edilmiş işlevine rağmen,
önünde duran kitap yansıması doğrudur. Yansımasını gördüğümüz roman Edgar Alan
Poe’nun tamamlanmış tek romanı, genç Pym’in Güney Kutbuna yolculuğu sırasında
gizemli bir şekilde aniden sona eden hikayesini konu eden, “Arthur Gordon
Pym’in Öyküsü” ‘nün Fransızca kopyasıdır.
Magritte, “Gördüğümüz her şey bir başkasını gizler ve biz her zaman görünenin
gizlediğini merak ederiz.” der ve bu söz sanatçının, gerçeküstücülerin
bilinçdışı, düşler ya da tamamen duygulara bırakılmış, biraz tesadüf barındıran
yaklaşımlarına karşılık, akılcı bir mantıkla hareket ettiğini gösterir.
Magritte resimde bizi rüyalarda değil, gerçeklik labirentinde dolaştırır.
Sanatçı, gerçeküstücülüğe getirdiği farklı bakış açısını, gizem temasıyla
bütünleşerek felsefi bir üslup geliştirir ve insan dünyasının içinden ‘nelerin’
geçtiğini sorgular. Kendimizi sorgularsak, biz kimiz sorusu; gerçekte kim
olduğumuz, dışarıdan nasıl gözüktüğümüz, kendimizi nasıl gördüğümüz ve olmak
istediğimiz kişi olarak çok yönlüdür.
Resim bize, gördüğümüz şeylerin aslında gerçek olmadığını, gerçeğin kusursuz
bir taklidi, bir yansıması olduğunu düşündürür. Dolayısıyla, gerçekliği
sorgulanabilecek bir yansımanın bile olmaması halinde, kişi kendine baksa bile,
tam olarak neye benzediğini kim olduğunu göremez ve kendine yabancı olmaya
başlar, tıpkı dizideki, ideal liseli erkek imajını çizen, yakışıklı, karizmatik,
başarılı sporcu, iyi ilişkisi olan ama başkaları gözünden konumlandığı imajını
etrafına yansıtırken, korkularıyla yüzleşemeyen, kendisini bastırmaya devam
ederek, kendi görüntüsü için benliğimi yitirerek bir yalanı yaşayan Nate
gibi…
Bu eser, ne zaman karşımıza çıksa, sanatçının yarattığı gizem, aracılığıyla
varoluşu, kendimizin gizli yanlarını sorgulatmakta; insanın kendisini gerçekten
“görme” konusundaki yetersizliğini gösterir.