Ethem: Doğru bilinen yanlışlar...

Kendisinden bir kahraman ayratılamya çalışılan Çerkes Ethem’in belgeli hainlikleri.

Prof. Dr. Şaduman Halıcı

Bir önceki yazımızın konusu emperyalistlerle işbirliği yapan Çerkeslerdi. Milli Mücadele günlerinde Çerkes devleti kurma çabalarını anlatmış, bu arada Ethem’den de söz etmiştim. Hani silahını din kardeşlerine doğrulttuğu için hain damgasını hak eden Ethem… Bugün sizlerle onun hakkında doğru bilinen yanlışları paylaşacağım. Çünkü bir hainden kahraman yaratmak isteyenler bitmek tükenmek bilmiyor.

Önce soralım, “kahraman” olduğu bir “an” var mı? Evet var. İç ayaklanmaların pek çoğunu onun komuta ettiği Kuvayı Seyyare bastırıyor. Zaten bu nedenle Mustafa Kemal Paşa’nın takdir ve teşekkürlerine mazhar oluyor. Bilinmeyen ya da görülmek istenmeyen şu: Ethem isyanları bastırırken şiddet kullanıp soygun, mala el koyma da yapıyor. Gücünü de paradan alıyor. Bol ganimet dağıttığı savaşçılarını yanında tutabiliyor, yenilerini ekleyebiliyor.

Güç zehirlenmesi de böyle başlıyor. İsyanı, sürekli dillendirildiği gibi düzenli ordu kuruluşu ile başlamıyor. Mayıs 1920’de padişaha, Damat Ferit’e ve İtilaf Devletleri yüksek komiserlerine mektuplar kaleme alıyor. Dikkatinizi çekerim, İzmit’te işbirlikçilerin İngiliz-Yunan korumasında Çerkes hükümeti kurduğu günler bu günler.

Neyse… Ethem mektupları göndermek üzereyken böbürlenmek için Ali Fuat Paşa’ya okutuyor. Ethem’i azarlayan Ali Fuat Paşa mektupları sümenaltı ediyor. O gün Mustafa Kemal’in ya da TBMM’nin haberi olsaydı Ethem, “vatana ihanet yasası kapsamına girerdi. Çünkü Damat Ferit hükümetiyle her türlü iletişim kesilmiştir, kuranlar vatan hainidir. İkinci sıçrayış Albay Fahrettin (Altay) ve Albay Refet’in (Bele) görevden alınmasını ve Batı cephesinin kendisine bağlanmasını istemesidir. İsmet Paşa’ya kini buradan kaynaklanır. Çünkü Kasım 1920’de cephe komutanı Albay İsmet olacaktır. Üçüncü sıçrayış İsmet Bey’in cephe komutanlığına getiriliş nedenidir aslında. Ethem, Gediz’deki küçük Yunan birliğine baskın verip oradan atmak ister.

Taarruz için Ali Fuat Paşa’yı da ikna eder. Mustafa Kemal Paşa ile İsmet Bey itiraz ederler. Çünkü yeterli cephane yoktur, Konya’da isyan vardır, Uşak’taki Yunanlar Gediz’e kolayca ulaşabilecektir. Ali Fuat Paşa o kadar ısrar eder ki sonunda taarruz başlar ama Ethem ortadan kaybolur. Ali Fuat Paşa onu savaşa dahil edebilmek için değim yerindeyse saçını başını yolar. Ethem görünmez, Gediz alınamaz. Ethem ortaya çıkar, “Düzenli ordu işe yaramıyor, cephe komutanlığını bana verin” der. Sonrası malum…

Ethem’in bir cepheye komuta edecek askeri bilgisi var mıdır? Hayır! Ama iddialar vardır. Evin en küçüğü olduğu için babasının onun asker olmasını istemediği, bunun üzerine Ethem’in İstanbul’a kaçarak Bakırköy Süvari Subay Okulu’na devam ettiği, teğmen olduğu, çavuş olduğu... İddialar, iddialar… Doğru değildir. Yalanlayan Ethem’in kendisidir. Dr. Selâhattin Ali’ye yazdığı mektubunda, “Ben, mektep ve tahsil-i ilim âlemini -çocukluk ve kabadayılık ruhuyla- bir darp ve yaralama olayı yüzünden terk ettikten sonra” der. Ortaokuldan sonra hiçbir okula gitmediğini ama okumayı sürdürdüğünü yazar.

Ethem’le ilgili ikinci iddia Yunanla işbirliği yapmadığı, Yunana sığınmadığı, Yunanlardan geçiş hakkı isteyip tedavi amacıyla Atina’ya gittiğidir. Doğru değildir. Türkiye’nin o gün de çok iyi çalışan bir istihbarat ağı vardır ve tüm hainleri saati saatine izlemiştir. Ethem daha Gediz taarruzu günlerinde Yunanla iletişim kurmuştur. Yunan komutanlar da anılarında bilgiyi doğrular. I. İnönü Muharebesi sırasında Türk ordusuna kurşun sıkınca kaçıp Yunana sığınmıştır. Geçiş hakkı istememiştir, hasta değildir. Atina’ya değil, Midilli’ye gitmiş, Çerkes devleti kurmak isteyenlere katılmış, lider olamayınca İzmir’e dönmüştür.

İzmir’de Yunan fevkalade komiseri Stergiadis’in dayayıp döşediği eve yerleşmiş, Türk ordusuna hitaben beyannameler kaleme almış, atlı birlikleri ile Yunan’ın yanında savaşını sürdürmüş, İzmir’den Yunanla birlikte kaçmıştır. Önce yine Midilli’ye gitmiş, burada Kuşçubaşı Eşref’le Atina üzerinden Berlin’e geçmiştir. Sanatoryuma da yatar ama hasta değildir. Türk istihbaratı yine ensesindedir. Kuşçubaşı ile Lozan’a gittikleri, İsmet Paşa’ya suikast düzenleyecekleri bilgisi geçilir. Lozan’dan ayrılınca Ethem bir süre Avrupa’da dolaşır, Atina’ya gelir. Mevlanzade Rıfat’la “Kürt kardeşlerine destek vermek üzere” Ortadoğu’ya geçerler. Bu sırada Şeyh Sait ayaklanmıştır!

Üçüncü iddia Ethem’in yaşamı boyunca Türkiye’den af dilemediği, sürgünde yaşamayı kendisinin tercih ettiğidir. Doğru değildir. O ve ağabeyleri, 19 Ocak 1921’de affedilmeleri için Refet Bele’ye haber göndermişlerdir. Refet Bey de yüzbaşı Derviş Bey’i onlara yönlendirmiş ama kardeşler vazgeçmiştir. İkinci girişimleri bir yıl sonradır.

22 Ocak’ta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında istek görüşülür, “İyi niyetli değil, Yunanlarla ortak bir girişim olabilir” kanısıyla, izin verilmez. Tevfik Bey 1938 Affı ile ülkeye dönerken Ethem ve Reşit gelmez. 1942’de üçüncü kez af dilerler. II. Dünya Savaşı’nın sürdüğü günlerde Türk istihbaratı Ortadoğu’da felsefesi “para” olan Kürt-Ermeni-Çerkes işbirliğine dikkat çekince izin verilmez. Son girişim 1947 yılındadır yine affedilip ülkeye dönemeyeceklerdir. Ethem bir yıl sonra yaşamdan ayrılır. Reşit, Bayar’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde dönebilecektir.

HATIRALARI İSTİHBARAT İMHA ETTİ

Son iddia Ethem’in “hatıraları”yla ilgilidir. İlk kez Cemal Kutay, “Çerkes Ethem Hadisesi/Kendi Hatıralarıyla” ismiyle 1955’de yayımlar. 1962’de Dünya gazetesi “Çerkes Ethem hatıralarını Atina’da yazmıştır. Bu hatıraların bir kopyası, sonradan affedilerek memlekete dönen bir arkadaşında kalmıştı. İşte ondan aldığımız hatıraları yayımlıyoruz” diyerek önce gazetede yayınlar sonra basılır. 1973’te Cemal Kutay “Çerkez Ethem Dosyası” diye kitapçığını “genişletir”, 1977’de ilave baskı yapar, 2004’te yayınlanan “Çerkez Ethem Tamamlanmış Dosya” binlerce sayfayı bulur.

Hiçbiri Ethem’in hatıraları değildir. Ethem hatıralarını yazmış mıdır? Evet yazmıştır? Atina’da değil, Ürdün’de yazmıştır. Bir bütün halinde yayınlanmış mıdır? Hayır! Çünkü Milli Âmale Hizmet yani MİT, Ethem’in yayınlansın diye dostlarına teslim ettiği hatıraları alıp yok etmiştir. Ethem yine Dr. Selahattin Ali’ye yazdığı mektuplarında önce Mevlanzâde Rıfat’a, ardından Yeşilizâde Aziz Nuri’ye teslim ettiği bu anıların yayınlanmasının “Yılan hikâyesine dönüştüğünden” yakınır. İstihbaratın ele geçirdiğinden haberi yoktur ama “satmış olabilecekleri” kuşkusunu da dile getirir. Haklıdır, satmışlardır. Bu arada Mevlanzâde Rıfat 1930’da ölmüştür yani Türkiye’ye dönüp Dünya gazetesine verme olasılığı yoktur. Af 1938’de çıkmıştır. Aziz Nuri ise 1941’de Pire’de ölmüştür. Türkiye’ye hiç dönmemiştir. Pire Türk Mezarlığı’nda gömülüdür.

Nietzsche sormuştu: “Gerçeğin ne kadarına dayanabilirsin?” Soruyu yineliyorum… Beş gün sonra değil her an yâd ettiğimiz gerçek kahramana ve tüm şehitlerimize saygıyla…