Erdal Beşikçioğlu 'Otomatik Portakal'ı anlattı: 'Distopik bir dünya yaratmak istiyorduk, bir lağım yarattık...'
Hem edebiyatta hem de sinemada kültleşen ölümsüz eser Otomatik Portakal sıra dışı bir yorumla tiyatro sahnesine çıkıyor.
Deniz ÜlkütekinAnthony Burgess’in, Stanley Kubrick tarafından sinemaya aktarılan ve içerdiği şiddet, şiddeti giderme yolları, insanın özüne ve toplumu “ehlileştiren” sistemi sorgulatan yapısıyla kült bir öyküsü olan Otomatik Portakal Elvin ve Erdal Beşikçioğlu yönetmenliğinde Tatbikat Sahnesi tarafından sahneye koyuluyor.
Bir rap müzikali olarak tasarlanan ve tanınmış rap müzisyenlerin rol aldığı oyunun baş karakteri Alex’i ise Şanışer ismiyle bilinen Sarp Palaur canlandırıyor.
28 Eylül’de Zorlu PSM’de izleyiciyle buluşacak bu sıra dışı oyunu Erdal Beşikçioğlu ve Palaur’la konuştuk.
- Otomatik Portakal metin olarak sizin için ne ifade ediyor?
Erdal Beşikçioğlu: Ben biraz distopik edebiyat seviyorum. Geçmişin distopik eserlerinin günümüz postmodern gerçekliğine dönüştüğünün altını çizmeye çalışıyorum. Bundan önce yaptığımız “Fahreneit 451” de bu konuya odaklanmıştı. Otomatik Portakal da bir distopik eser ama aynı zamanda ülkenin en önemli unsuru olan gençlerin yaşamsal kaygılarına dertlendiğim için sahneye koymak istediğim de bir eserdi. Ama bunun için dört ana karakter bulmamız gerekiyordu ki bu karakterler de şiddeti kendi içinde neşe, övgü şeklinde anlamlandırmalıydı. Rap müzikle uğraşanların gördüğü şiddete karşı sanatla, neşeyle baş kaldırmalarının bu eser için uygun olabileceğini düşündüm. Bunun üzerine de rap müzikle Otomatik Portakal’ın ana hikayesini müzikal formatta izleyiciyle buluşturmaya karar verdik. Biz Otomatik Portakal’ı neden yaptık? Eğer Alex bulmasak yapmazdık. O da çok tesadüf oldu. Bunu her seferinde dinleyecek maalesef Sarp. Bir ingiltere yolculuğunda bir oyuna gittik. Tiyatronun çok büyük bir kütüphanesi vardı. Bu eser bana göz kırptı, bir aldım baktım ki oyunlaştırılmış Ulusal Tiyatro tarafından. Dedim ki, bu bulunsun, belki işimize yarar. Akabinde bir teklif geldi, genç rapçi arkadaşlar bir karma albüm yapıyormuş, benden de bir tirat okumamı istediler. Kimmiş bu arkadaşlar derken Sarp’la karşılaştım. Akabinde buluştuk. “Ludovico" diye bir albüm yapmışsın, ne iş?” dedim. Dedi ki ”Ben Otomatik Portakal’ı çok seviyorum. Oradan yola çıkarak bir albüm yapmak istedim.” Ludovico da bir insanı sistemin istediği insana çeviren tedavi şeklini anlatıyor. Albümden birkaç şarkı aldık, aldığımız şarkılara parçalar ekleyerek bir “libretto” oluşturduk. Sonra da bunun peşinde koştuk. Başlama hikâyesi bu ama içindeki özü, gencin sistem karşısında nasıl otomatik bir vatandaş haline geldiğinin, seçme ve seçilme hakkı elinden alındığında bunun bir iyilik olup olmadığı sorgusunun yapıldığı bir eser.
- Siz Alex’te kendinize dair ne buldunuz?
Sarp Palaur: Benden veya hiçbirimizden çok farklı değil. Hepimiz o yaşlardayken bir şeyleri dışarı vurmak istedik. Ben şanslıydım müzikle tanıştım, Alex o kadar şanslı olmadığı bir dünyada doğmuş bir karakter. Dolayısıyla isyanını, kinini ve nefretini yumruklarıyla gösteriyor. Aramızdaki fark bu ama temel olarak isyanımızın çıkış noktası aynı.
- Eserle ilk karşılaştığınızdaki duygularınızla Alex’i canlandırırken ki duygularınız arasında ne gibi farklar veya benzerlikler var?
S. Palaur: İzlerken ve okurken sadece bir esere bakıyorsunuz. Eşleştirmeniz gerekmiyor. Alex de çok sempatik bir karakter değil. Özellikle işin ilk yarısında. Dolayısıyla izlerken “Ne güzel bir estetiği varmış filmin, aman ne kadar şairane anlatmış şiddeti Anthony Burgess” diye izledim ve okudum. Fakat oynamaya gelince kendi içinde meşrulaştırman gerekiyor her şeyi. Pasifist bir insan sayılırım günlük hayatımda. Birini öldüren bir karakter canlandırma fikri çok korkunçtu. Allah’tan oyuncu koçum Erdal abiydi. Çok yardımcı oldu.
- Bana sorarsanız Otomatik Portakal’ın en güçlü yanı insanı kendi içinde bir çelişkide bırakabilmesi. Çünkü filmin ilk yarısında nefret duyduğunuz bir karakterle ikinci yarıda bir şekilde empati kurmaya başlıyorsunuz. Bu iki duyguyu birden yansıtmak da zor olmuştur.
E. Beşikçioğlu: Oyunu seyretmeye geldiğinizde sinemadan hiç bir kareyle karşılaşmayacaksınız. Akış aynı şekilde olmayacak. Eserdeki dünyayla buradaki dünya bambaşka olacak. Çünkü biz eseri yaparken bizim toplumumuzla ilgili derdimizi ortaya çıkarmaya çalıştık. Bir genç eğitim hayatına Anadolu lisesinde başlarken eğitim hayatının sonunda imam hatip lisesinden mezun oluyor. Bu çok ciddi bir çatışma ve o dönemin genci bugün seçme ve seçilme hakkını kullanıyor. Bunların altını çizmeye çalıştık. Filmi seyretmek yönetmenin estetik algısı içinde bir şey ifade edebilir, öyküyü okuyan başka bir dünya hayal edebilir. Biz Alex’in iç dünyasındaki buhranlarla çevre etkilerinin onu ne hale getirdiğini bizden bir dille anlatmaya çalıştık. Dili çok zor zaten. Dört kanki kendi aralarında bir altkültür dili oluşturmuşlar. Bu dil de İngilizce ve Rusça kelimelerin birbirine girerek oluşturduğu bir cümle yapısında. Bunun tercümesi çok zor. Biz dili, bu tercüme yerine, rap müziğin kendi içindeki provokatif algoritması üzerine kurduk.
"BİR LAĞIM YARATTIK"
- Bir de oyunun müzikal yönü var.
E. Beşikçioğlu: Distopik bir dünya yaratmak istiyorduk, bir lağım yarattık. Bütün hikâye bu pisliğin içinde geçiyor. Pisliğin içinde eğlenen, toplumun dışladığı, kendi özgürlüklerini kendileri var etmeye çalışan bir sınıf oluştu bu lağımın içinde. Fakat lağımda yaşayan insanlar daha da fena batmaya başladılar, sistemin kendi içindeki etkileri yüzünden. Sonuçta da sistemin arzu ettiği seçme seçilme hakkından mahrum bırakılmış vatandaşlar ortaya çıktı. Sonra bireysel olarak Alex’in tepkisini görüyoruz oyunun bütününde. Müzikal tarafı çok zor. Her şeyden öte bir şiir var orada. Onun kendi içinde ölçülendirilmesi sonra “beat”lerle birleştirilmesi ve Alex’in dünyasındaki klasik müziğin, rap müziğe oranlı bir şekilde oluşturulması, Sarp ve arkasındaki çok büyük bir takımın eseri.
S. Palaur: Senfonik yaptık. Eserlerin hepsini senfonik rap haline getirdik. Bir kısmı benim eski eserlerimden oluşuyor. Bir kısmı bu iş için yazıldı. Farklı yıllarda yazılmış her şeyi toplayıp Beethoven’ı referans alarak senfonik bir hale getirdik.