Elif, gıcık ama haklı
Rüya Helin Demirbulut, EGO dizisinde aşk, ahlak ve intikam kavramları arasında gezinen karakterini anlattı.
Deniz Ülkütekinİki kadın ve bir erkek arasındaki aşk öyküsüne odaklanan EGO dizisinde oyunculuğuyla dikkat çeken bir isim Rüya Helin Demirbulut. Nişanlısı Erhan’ı (Alperen Duymaz) Sibel’e (Melisa Aslı Pamuk) kaptırmamak için her yolu deneyen ve izleyicinin gözünde tutkulu bir aşka engel olduğu için tepki çeken Elif’i canlandıran Demirbulut olumsuz eleştirilerden mutlu, rolünün amacına hizmet ettiğini düşünüyor.
- Elif, sosyal medyadaki yorumlarda “gıcık” bulunuyor. Sibel’le arasında bir denge oluşması için bilinçli olarak mı böyle kurgulandı?
Seyirci, Sibel ve Erhan'ın arasındaki ilişkiyi daha fazla görmek istiyor. Elif de sürekli araya giren kişi olarak görülüyor. Aslında amacına hizmet ediyor karakter. Yapılan yorumlar bu yüzden olumlu benim için. Orada başka bir aşk var, birbirine karşı koyamayan iki insanın aşkı.
- İlişkisi bozulan Elif değil mi?
Evet, başa dönsek haklı olan benim. (Gülüyor) Hayalleri yıkılan, sevdiği adamı kaybeden, bir anda hayatı altüst olan kişi Elif.
- Bu geri dönüşler izleyicilerin hiç tasvip etmeyecekleri bir şeyi nasıl onaylar hale geldiklerini ortaya koyması açısından da ilginç. Peki “Elif”i yaratmak için karakterle nasıl bir bağlantı kurdunuz?
Elif, başta masum, iyi kalpli temiz, anaokulu öğretmenliği yapan, sevgilisiyle evlenmeyi hayal eden, hırsları olmayan, mutlu olmanın peşindeki bir kadın. Bir teklifle hayatı değişiyor. Burada bir intikam duygusu var. Elif intikam duygusunun peşinden gittikçe gıcıklığı artıyor ister istemez. Bu arada çok da haklı. Fazladan bir şey yapmıyorum, zaten bir kadın olarak empati kurabiliyorum. Yaşadığı olaylar, onu kendini savunmak için harekete geçiriyor. O zaman da karakterin içinden böyle bir intikam duygusu çıkıyor.
-Burada bir zıtlık ortaya çıkıyor. İzleyici tarafından, ahlaki açıdan onaylanabilecek bir karakter başına gelen olaylardan sonra kendi zıddına dönüşüyor. İntikam için Sibel'in, evli kardeşiyle ilişki yaşamaya başlıyor. Çocuğu üzerinden de bir duygu sömürüsü ilişkisine giriyor...
Sinemada tiyatroda ya da dizilerde, yani oyunculuk gerektiren her hikayede malzememiz insan. Olağan haller dışında insanları salt kötü salt iyi diye ayıramayız. Hikayelerde ki hayatlar refleks olarak yaşamayı hedefler, durumlar oynadığımız karakterleri belirler. Etik, ahlak sanatın koruması altındadır. Aslında biraz da seyircinin alt metinleri algılamasıyla ilgili mesele.
- Siz böyle bir şey yaşadınız mı?
Açıkçası hayatımı altüst edecek bir olay yaşamadım. Elif’in kurduğu düzen, yaşadığı her şey bir anda altüst oluyor. Senaryoda şöyle bir konuşma var: ‘’Ben de inanamıyorum nasıl böyle bir insan olduğumu bilmiyorum. Nasıl bu kadar yalan söylüyorum?’’ Sırf nişanlısını kıskandırmak için, evli adamdan hamile olduğunu söylüyor. Bunlar olacak işler değil ama Elif yaşadıklarının onda yarattığı duyguyla bunları yapıyor. Zannetmiyorum ki hiç kimse böyle bir haksızlığa uğradıktan ya da bu tarz bir durum yaşadıktan sonra iyi bir insan olarak kalsın ya da içerinde intikam ateşi yanmasın.
SAHNEYE ÇIKMADAN 'OLDUM' DENEMEZ
- Baba Sahne’den de söz edebilir misiniz? Nasıl gidiyor?
Geçen şubat ayından beri oynuyoruz Baba Sahne’de. Yaklaşık 85 oyun oynadım. O kadar çok şey kattı ki bana. Her meslekte sahaya inmek cok onemlidir, bunu şu şekilde açıklayabilirim: Tıp okuyan bir öğrenci branşlaşıyor ve cerrah olmak istiyor. Okulda ne kadar kadavrayla çalışırsa çalışsın ameliyathaneye girip gerçekten bir insanı ameliyat edene kadar mesleğiyle ilgili “Oldum” diyemez. Dolayısıyla sahnede uygulama yapa yapa tecrübe kazanarak oyuncu ya da her ne meslek yapıyorsak onun erbabı olabiliyoruz. Her meslekte olduğu gibi oyunculukta da bir şeyleri yapa yapa deneyimlerimizi arttırarak olgunluğa ulaşabiliyoruz.
HEP EN ÖNDEYDİM
-Oyunculuk ateşi ne zaman yandı sizde?
İlkokuldan beri bir gösteri olduğu zaman hep en öndeydim şiir mi okunacak ben okurum şarkı mı söylenecek ben söylerim. Ortaokul son sınıfta bir oyun izledim ve o an dedim ki ben de bu işi yapmalıyım sahnede olmalıyım. Ve kendimce eğitim hedeflerimi de buna yönelttim.
OKULDA TİYATROYA ODAKLANILIYOR
- Günümüzde eskisi kadar konservatuvarlı oyuncu kalmadı. Eğitimi ve mesleğin gereksinimlerini nasıl kıyaslarsınız?
Bize Mimar Sinan’da hiç bir zaman “dizi oyuncusu olacak mısınız?” diye bir soru yöneltilmedi. Orada tamamen tiyatro üzerine odaklanılıyor. Mesela “Sesinizi salonun en sonundakiler bile duyacak” gibi yönelimlerle eğitildik. Dizi oyunculuğuna başladığımda kamera karşısına geçince tiyatrodan olan alışkanlığımla sesim dahil her şeyi daha yüksek oynamaya bir eğilimim vardı. Bu durum çok doğru olmuyordu haliyle çünkü orada size yardım eden başka enstrümanlar var, kamera var ışık var. Oynadığınız şeyi kesip tekrar başa dönme şansınız var. Dolayısıyla teknolojinin sesinizi duyurmakla ilgili bir derdi kalmadı. Üstelik canlı da olmadığı için biraz daha konforlu olduğunu düşünüyorum ama çalışma yorulma ve emek anlamında ikisinin de çok farklı olduğunu sanmıyorum. Bende de zaten böyle bir ayrım yok benim yaptığım iş oyunculuk ve hangi mecrada yaparsam yapayım bunu layığıyla yapmaya çalışıyorum.