Ecem Erkek: Oyunculuğun 'faturası' ağır!

Bazıları mesleğiyle doğar. Hayatın yönlendirmesini beklemeden, hayatlarına onlar yön verir. İşte o şanslı kişilerden biri de bugün tüm ülkeyi kahkahaya boğan, oyuncu Ecem Erkek. Minik bir kız çocuğu iken tüm ailesini güldürmekle işe başlayan Erkek, yarınları için “Ben sadece mesleğimi yapmayı hayal ediyordum” diyor.

Simay Gözener

Bazen hüznün tam ortasından doğar mizah. İnce bir sızıyla yanıp tutuşan yüreklere merhem oluverir. Kimi zaman sahnede, kimi zaman beyaz perdede, kimi zaman da dost meclisinde çıkar karşımıza ve kahkahalarla mutluluğu bulaştırır her birimize. Kalpleri onaran, yüzleri gülümseten mizah kimi zamanda küçücük bir evin salonunda koca yürekli çocukların sergilediği performanslarla filizlenir.

İlk seyircileri olan ailesinin kahkahalarından filizlenen, evin “neşelisi” misyonunu üstlenen ve bu işi hayatının tam merkezine yerleştirenlerden biri de Ecem Erkek.

Güldürüde erkek egemenliğinin yok edildiği son yıllarda adından fazlaca söz ettiren, “komik kız” imajını yıkıp sadece “oyuncu” olmak istediğini her fırsatta dile getiren Ecem Erkek ile bir araya geldik ve hayatından başlayarak son projesi “Aşk Kumardır”a kadar pek çok konuyu konuştuk.

İşte keyifli sohbetimizden geriye kalanlar… 

Sivaslı bir ailenin Ankara’da dünyaya gelen iki evladından biri olan Ecem Erkek, nasıl oldu da kendini sahnede düşlemeye başladı? Oyunculuğa başlama hikâyenizi, bu yolculuğa çıkma isteğinizi ya da etkenleri sizden dinleyebilir miyiz?

O Sivaslı ailenin içinde her fırsatta sahne alan, büyük aile buluşmalarını gösteriye çeviren bir çocuktum ben. İlk seyircilerim ise ailemdi. Bazen Yasemin Yalçın’ın hayat verdiği “Sürahi Hanım” oluveriyordum bazen de Ecem yorumuyla “Kakılmışla İtilmiş” çıkageliyordu evimizin salonuna. Bir anda Küçük Emrah, Küçük İbo furyasından birinin şarkısı ile sahne alıyordum. En sevilen ve yapmaktan keyif aldığım ise aile büyüklerinin taklitleriydi, onlar da bu durumdan fazlasıyla nasiplerini aldılar.

Oyuncu olmayı kafama koyduğumda beni yine en çok ailem destekledi. “Yeter artık bize oynadığın, şimdi daha kalabalık izleyici karşısına çıkma zamanı” dediler ve koşulsuz şartsız yanımda olduklarını hissettirerek elimi bıraktılar, ben de koşmaya başladım. Sonra macera başladı. Dört yılın sonunda çok istediğim konservatuar sınavlarını kazandım. Sanırım en büyük etken, takdirlerini esirgemeyen ilk seyircilerim, diyebilirim.

Bazen, aile bireylerinin yüzünü güldürüp, ev içi huzuru sağlayabilmek için küçük de olsanız kendi kendinize misyon edinip ailenin komiği olabiliyorsunuz. Ailede o görevi siz üstlenmişsiniz diyebilir miyiz?

O yaşlarda, “ailem şu an iyi zamanlar geçirmiyor, bir şekilde toparlamalıyız. Komiklik yaparak onların yüzlerini güldürmeliyim, bunu ben yapmalıyım” diye bir misyon edinmemiştim, en azından öyle zannediyordum. Yaşım ilerleyip de kendimi aradığım, sorguladığım bir dönemde, “neden komik olmuştum, neden güldürmeye çalışmıştım” diye yanıtını aradığım soruların içinde buldum kendimi. Ben gerçekten komik bir kız mıydım, yoksa ailemi toparlamak, ortamı yumuşatmak için mi bunu yapıyordum?

Evet, benim derdim kimse mutsuz olmasın, sinirler gerilmesin diye ailenin neşelisini oynamaktı. Büyüdükçe bunun aslında ne kadar zor olduğunu da anladım. Ailemin yaşadığı sorunların, sıkıntıların yanında kendi dertlerimi nasıl da ötelediğimi, önemsizleştirdiğimi fark ettim. Sonra bir baktım ki o önemsemediğim dertlerin hepsi benimle büyümüş ve bu yolculukta bana eşlik etmiş ve hiç yalnız bırakmamışlar.

FATURA MI, TİYATRO MU?

Bir yandan sahneye çıkmak için alınan eğitimler, öte yandan da hayatın zorlukları… Pek çok eğitimli oyuncunun sektörün dışında kalıp, hayatını farklı alanlardan kazandığı günümüzde oyunculuk, aynı zamanda gelecek kaygısını da beraberinde getiriyor. Peki, bu açıdan baktığınızda korku ya da kaygı duyduğunuz anlar oldu mu?

Benim tek kaygım mesleğimi yapamamak. O da benim dışımda gelişen koşullar nedeniyle… Örneğin söylediğiniz bir sözle sektör dışına itilebilirsiniz ya da maddi kaygılardan ötürü mesleğinizi icra edemez hale gelebilirsiniz. Ben her zaman önce işimi yapmak istedim, istiyorum. Çünkü zaman geçiyor... İçimde kocaman bir ateş varken, sadece mesleğimi yapmak istiyorum. Ben oyunumu oynarken, bu ayki kirayı düşünmek istemiyorum. Faturamı mı ödeyeyim, yoksa akşam tiyatroya mı gideyim ikilemine girdiğinizde elbette faturayı seçmek zorundasınız, ama “tiyatroya gitmesen de olur” zihniyeti de bizim çok canımızı acıtıyor.

Bu, benim gibi mesleğini aşkla yapmak isteyenler için ellerinden hayatlarının alınması anlamına geliyor. Ama bir yandan da “Aç susuz kalırım, yine de oynarım” diyemiyorsunuz ne yazık ki. Burası öyle bir yer ki en fazla bir yılda içindeki aşkı öldürür. Sen de o faturayı ödemek için girer bir kafede çalışırsın. Bundan utanacak olan da biz değiliz, yanlış anlaşılmasın.

Hayatın her alanında olduğu gibi sanatta da cinsiyet eşitsizliğinin yaşandığı bir ülkede, erkeklerin tekelinde olduğu algısı yaratılan mizah konusunda, kısa zamanda ses getiren performansınızla aranan oyuncular arasına girmeyi başardınız. Bundan birkaç yıl önce, bugün olduğunuz yeri, hayat verdiğiniz karakterlerle gönüllere girmeyi hayal eder miydiniz?

Ben sadece mesleğimi yapmayı hayal ediyordum. Bunlar ise mesleğimin getirileri oldu. Önce bunların hayal edilmemesi gerektiğini çok iyi biliyordum, çünkü önce bunları hayal etmek iyi bir oyuncu değil şöhret olmak istediğinizi gösteriyor. En önce mesleğimi yapmayı hayal ettim. Bu saydıklarınız beraberinde geldi. Öptüm koydum başıma. (Gülüyor)

Canlandırdığınız karakterleri yaratma sürecinde nasıl bir yol izliyorsunuz? Komedide oynamak için komik mi olmak gerekiyor?

“Güldür Güldür” özelinde konuşursak, sanırım o tipleri çıkarırken eğlenmekten başka bir şey düşünmedim. Fakat dramatik bir metinde karakter çıkarma yolum başka ve daha uzun. O da genelde yönetmenle beraber yürüdüğümüz bir yol oluyor.

Komedide oynamak için bence açık olmak ve eğlenmeyi bilmek gerekiyor. Kendi açımdan söylemem gerekirse biraz da sahne sempatisinin olması şart diye düşünüyorum.

Komedi genellikle oyuncuların üstüne yapışan ve kolay kolay da çıkmayan bir tür iken, siz beyazperde de ‘Gülseren’ karakteri ile çıkıp seyirciyi de bir anlamda şaşırttınız. Peki, “Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?” nasıl bir deneyimdi?

“Sen Hiç Ateş Böceği Gördün Mü?” her anlamda büyük bir deneyimdi benim için. Filmde, her fırsatta söylediğim ve söylemeye de devam edeceğim “komik kız” kalıbının dışında, oyuncu olduğumu hissettirmeye çalıştım. Bu açıdan seyirciyi şaşırtmayı hedeflemiştim, bunu başarabildiysem ne mutlu bana.

BİN BİR SURAT ECEM

“Aşk Kumardır” adlı komedi türündeki diziniz seyirciyle buluştu. Kadın erkek ilişkileri üzerine kurulu olan diziden, canlandırdığınız karakterlerden biraz bahseder misiniz?

Üç kadın ve üç erkekten oluşan oyuncu kadrosuyla çekimlerini tamamladığımız sekiz bölümlük dizimiz “Aşk Kumardır” yüz skeçten oluşuyor. Bizler de her bir skeçte farklı bir karakteri canlandırıyoruz. Birbirinden farklı, yaklaşık 25-30 karaktere hayat verdiğimiz “Aşk Kumardır”da ben, günlük hayatta konuşmaya cesaret edemediğimiz her konuyu karşısındakiyle rahatlıkla konuşabilen; yapmak isteyip de kibarlıktan yapamadığımız “büyük” hareketleri yapabilen kişileri canlandırıyorum.  Onları çok cesur ve aşırı eğlenceli buluyorum.

Skeçlerde canlandırdığınız kentli ve orta sınıf bireylerin yaşadığı hangi duyguyu ya da durumu kendinize yakın hissedersiniz?

İşlenen tüm durumlar ne kadar absürt olursa olsun günlük hayatta başımıza gelen şeyler. Burada absürt olan aslında bunlara verilen tepki... “Hep yapmak istemişimdir” diye izlenecek çok skeç var. Hatta ben de hep yapmak istemişimdir hissiyle oynadım. (Gülüyor)

HAYAT BİR FİLM…

Geçmişten bugüne, bugünden de yarına baktığınızda sizinle hayalleriniz de büyüyor mu? Yarınlar için neler düşlüyorsunuz?

Henüz gerçekleştiremediğim zamanını beklediğim hayallerim var. Heyecanları büyüyor, diyeyim. Ne kadar farklı yönetmenle ya da oyuncuyla çalışırsam, gelişimim açısından o kadar iyi diye düşünüyorum. Üçüncü bir gözün beni izleyip yönlendirmesini de bu açıdan çok önemli diye düşünüyorum. Mesela Nuri Bilge Ceylan ile çalışmayı çok isterim.

Genel konuşacak olursam da yarınlar için herkesin sevdiği işi yapacağı ya da yaptığı işi seveceği, maddi kaygının yaptığımız şeylerin önüne geçmeyeceği bir yarın düşlüyorum. Maalesef çoğu insanın ay sonuna kadar mutluluğu o ayın kirasını ödeyebilmesi, sonra yine aynı stres. Ben, insanların hayalini kurdukları okullarda okumasını, sevdiği, keyif aldığı işleri yapmasını istiyorum. Ama maalesef bu hayatta birileri hep mutlu birileri hep onlara seyirci… Keşke şu hayat filminde hep beraber oynasak.