Düzenden kurtuluş yok
Meksikalı sinemacı Michel Franco’nun bu hafta vizyona giren filmi “Yeni Düzen” hazmı zor ama bir o kadar da unutulmaz bir yapım. Filmden çıkınca her türlü düzene karşı olduğunuzu düşünmek serbest elbette.
Emrah KolukısaMeksikalı sinemacı Michel Franco’nun 77. Venedik Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü’nün alan son filmi “Yeni Düzen” (Nuevo Orden) yakın bir gelecekte distoptik bir Meksika panoraması çizse de her anlamda çekildiği çağın evrensel izdüşümü olarak hatırlanacak. Bir yandan gitgide büyüyen eşitsiz gelir dağılımının kaçınılmaz bir kıyamete sürüklediği toplumsal yapı bir yandan da “Yeni Düzen”de doğrudan karşımıza çıkmasa da her türlü krizi ve bunalımı daha da keskinleştiren pandeminin boğucu atmosferi hiç şüphesiz filmi çok daha derinden hissetmemize yol açıyor. Anlamak ve kabullenmek istiyor muyuz derseniz, işin o kısmı çok tartışmalı elbette.
Michel Franco filmin hemen başındaki kısacık prologda hiç söz kullanmaksızın önümüze getirdiği imgelerde bir anlamda tüm hikayenin soyut bir özetini yapıyor ve aslında bir kabus gibi kurguladığı bu bölüme Meksikalı sanatçı Omar Rodriguez-Graham’ın “Guernica”yı çağrıştıran “Yalnızca Ölüler Savaşın Sonunu Görür” adlı tablosunu da dahil ederek belki de söyleyeceği her şeyi baştan söylemiş oluyor. Aslına bakarsanız iyi de yapıyor, zira kimi açılardan Bong Joon-ho’nun benzersiz başyapıtı “Parasite”ı hatırlatan filminde izleyiciye nefes alacak o denli az alan tanıyor ki, iletmek istediği ince ya da kaba mesajların herhangi bir şekilde algılanacağından şüpheliyim doğrusu.
KAPİTALİZM ÇÜRÜTÜR; HERKESİ
Özetlemek gerekirse, film bir hastanenin acil servisinde başlıyor ve içeri hızla giren bir takım insanlar serviste yatan hastaları zorla yerlerinden kaldırarak yerlerine kanlar içindeki yaralıları yerleştiriyorlar. Bu kaotik girişin hemen ardından kendimizi şık bir düğünde buluyoruz. Kentin ileri gelenlerinin toplandığı bu zengin evi (“Parasite”deki evi andırıyor biraz) az önce tanık olduğumuz korkunç kaosla tam bir tezat oluşturuyor ama evin hanımı musluğu açtığında akan yeşil sıvıyı görür görmez bir terslik olduğunu hissediyoruz. Çok kısa bir süre içinde kentte bir devrimin meydana geldiğini ve yeşil sıvının da bu devrimi gerçekleştiren protestocuların (ya da aktivist, devrimci, milis… artık nasıl isterseniz) sembolü olduğunu anlıyoruz. Evlenmekte olan (nikahı kıyacak yargıç trafik yüzünden gecikmiştir) genç Marianne’ın kıyafetinin kırmızısıyla devrimin sembolü olan yeşilin aslında Meksika bayrağının baskın iki rengi olduğunu söylemeye gerek yok herhalde. Film boyunca şiddet dozu gitgide artan hikayenin, her türlü sınıfsal analizi anlamsız kılacak denli sertleşen kavgayla birlikte uyanmayı bir türlü beceremeyeceğiniz bir karabasana dönüştüğünü kabullendiğinizde filmin sonuna da geleceksiniz zaten, merak etmeyin. Ama şurası bir gerçek, “Yeni Düzen” bir zombi felaket filmi ya da her şeyin merkezindeki genç kadınla özdeşleceğiniz kanlı bir korku filmi değil, aksine adaletsizliğin, gelir eşitsizliğinin, sınıf sömürüsünün tam anlamıyla gündelik hayatımızı belirlediği 2020 dünyasını yüzümüze çarpan fena halde gerçekçi bir film. Üstelik -çoğu filmde tercih edilenin aksine- belli karakterleri izleyiciye sığınak yapmadığı gibi kapitalist düzenin (ya da yeni kapitalist düzenin) her sınıfa mensup bireyleri çürüttüğünü ileri sürecek denli de tavizsiz bir söylemi var.
IRKÇILIK SUÇLAMASI
Filme dair şunu da belirtmek gerek öte yandan. Michel Franco’nun devrimcileri daha koyu tenli, zengin sınıftakileri ise görece açık tenli oyunculara oynatması Meksika’da yönetmenin ciddi anlamda ırkçılıkla suçlanmasına sebep olmuştu. Sosyal medyada alabildiğine topa tutulan Franco bir özür açıklaması yaptı ve bir basın toplantısında kullandığı “Whitexican” (beyaz Meksikalı diye tercüme edilebilir herhalde) teriminin yanlış bir tınısı olduğunu kabul ettiğini söyledi.
Michel Franco’nun bundan önceki filmlerinde tutturduğu mesafeli ve dingin üslup yerine olayları yakından izleyen hareketli kamera kullanımıyla farklı bir sinemasal anlatımı tercih ettiği “Yeni Düzen" belki de onun kariyerinde de yeni bir düzenin habercisi… Son olarak, oyunculuklara fazla alan açmasa da belli başlı bazı anlarda oyuncuları çok etkili bir şekilde kullanan Franco’nun filminde başrol sıfatına yaklaşan tek oyuncu Marianne rolünü canlandıran Naian González Norvind’e de değinelim… Doğrusu, genç (ve bir hayli de güzel) oyuncunun bir hayli zor bir deneyimden alnının akıyla çıktığını söylemek gerek. Fiziksel zorlukları kadar oynadığı karakterin yaşadığı sert duygusal travmaların da üstesinden gelmeyi başaran Norvind'in bundan sonra doğru kariyer hamleleri yaptığı taktirde uluslararası bir yıldız olma yolunda ilerlemesi işten bile değil.