Düşünmenin ağırlığı

Yoğun düşünme eylemlerinin zihinsel sonuçları yanında fiziksel etkileri de oldukça ilgi çekici...

Ömür Tanyel

İtalyan bilim insanı Angelo Mosso, beyin ameliyatı nedeniyle kafatasının bir bölümü çıkarılmış hastanın dışarıdan hissedilen nabzını takip ettiğinde önce şaşırdı sonra da bunu daha derinlemesine araştırmaya karar verdi. Çünkü kişinin beyne giden kan akışı bilişsel aktiviteleri arttığı zaman belirgin bir şekilde değişmekteydi. Ona göre derin düşüncelere girildiğinde beyne daha fazla kan gitmekteydi.  1800’lü yıllarda ilgi gören ama sonrasında unutulmaya yüz tutan bir çalışmaya imza attı. 

Mosso’nun yaptığı terazi benzeri cihaz insan bedeninin hangi bölgesine kan fazla giderse onu ölçümlemeye dayanıyordu. “İnsan dolaşımının dengesi” ismi verdiği bu durum günümüzde işlevsel MR ve pozitron emisyon tomografisi denilen sinir sistemi görüntüleme tekniklerinin öncüsü kabul edildi. Bugün devam eden nörofizyoloji çalışmaları ise düşünme eyleminin sırf kan akımı artışını değil tüm sistemleri nasıl etkileyebileceği üzerine araştırmalarını sürdürüyor.

Mosso’nun izinden giden İngiliz araştırmacılar da benzer bir terazi sistemini çağdaş ölçüm araçları ile izlediler. Yıllar sonra bulunan özgün deney notlarında Mosso, daha fazla zihinsel enerji gerektiren görevlerin beyni daha ağır duruma getirdiğini not etmişti. Bir matematik kitabından sayfa okumak dengeyi bir gazeteden sayfa okumaktan daha fazla bozuyor gibi görünüyordu. Güçlü duygular da terazinin dengesini bozuyordu. Mosso bir deneğin öfkeli üslupla yazılmış bir mektubu okuduğunda dengenin aniden bozulduğunu yazmıştı. İngiliz araştırmacıların sonuçları da dinlenen bir beyinle karşılaştırıldığında müzik dinleyen ve video izleyen bir beynin daha ağır olduğunu gösterdi.

Kan akımı çalışmaları bir yana bırakılsa da yıllardır efsane olmuş “Beynimizin ancak yüzde 10’unu kullanıyoruz” söyleminin de bilimsel açıdan bir kanıta dayanmadığı açıktır. Ancak kesin olan şudur ki beynimiz bedenin en çok enerji tüketen kısmıdır. Ağırlığımızın yaklaşık yüzde 2’sini oluşturmasına karşın dinlenme sırasında yaktığımız enerjinin yaklaşık yüzde 20’sini kullanır. Kaslarımızın fiziksel etkinliği sonrası oluşan yorgunlukla ilgili ölçütler ortaya konmuş olmasına karşın zihnimizde oluşan yorgunlukla ilgili pek çok aydınlanmayı bekleyen nokta vardır.

Zihnin aşırı kullanıldığı bir günün sonrasında tükenmişlik duygusu ile beraber daha basit işlere yönelmek veya rahatlatıcı bir şeyler dinleme ve izleme isteği olduğu açıktır. Beynin yoğun düşünme kaynaklı bu yorgunluğuna zaman içinde değişik teoriler getirildi. Uzun süreli yorucu zihinsel çabadan kaynaklı yorgunluğun beyne enerji sağlayan glikoz ve diğer önemli kaynakların tükenmesi kaynaklı olabileceği varsayıldı. Şekerli bir şeyler almakla beynin tekrar harekete geçirilebileceği öngörüldü. O nedenle bu coğrafyada sınava giren gençlerin yanına okunmuş pirinçten önce şeker verildi. Ancak son zamanlardaki veriler durumun sadece “Azalan yakıtı geri koyalım” temelinde çalışmadığını gösterdi.

ANINDA TATMİN İSTEĞİ

Farklı çıkarımlar olaya bakış açısını değiştirdi. Yapılan bir çalışmada uzun süreli bilişsel olarak çaba sarf eden görevlerin insanları ileri tarihte daha büyük bir ödül beklemek yerine anında tatmin olmayı seçmeye daha yatkın duruma getirdiğini gösterdi. İki haftada 50 bin lira yerine hemen şimdi 40 bin lira kazanç daha tercih edilebilirdi. Bu tercihi yaparken de beynin bazı bölgelerinde aktivite artışı vardı. Benzer amaçlı yapılan başka çalışmalarda yoğun düşünme içinde olanlarda bu bölgelerde glutamat denilen aminoasitte aşırı artış gözlendi. Bedenimiz bir an önce bu artışı sonlandırmak istiyordu. Bu da ancak dinlenme gibi eylemlerle olmaktaydı. Yoğun düşünme ile olan beyin yorgunluğu bir şekerle giderilemeyecek kadar karmaşık mekanizmalara sahipti ve istenmeyen birikimler belki de sürmenaj denilen durumun temelini oluşturuyordu.

Dostoyevski “Çok fazla düşünmek bir hastalıktır” sözünü söylerken kafasından neler geçtiğini bilemiyoruz. Kendisinden yüzyıllar sonra bile hasta eden düşünme ya da aşırı düşünmenin yarattığı hastalığın izleri araştırılmaktadır. Belçikalı sanatçı Thomas Lerooy da Rus edebiyatçı ile belki de aynı görüşleri taşıyordu. “Hayatta kalmak için yeterli beyin yok” ve “Koca Kafa” tanımlamalarıyla yaptığı ikonik heykellere bakarken insanı bedeni ile ilgili olarak düşünmeye davet ediyor.

Sonuçta gerçek olan şudur ki zihin, fiziksel veya hayatta kalma problemlerini çözmemize yardımcı olmak için çalışmaktadır. Ancak duygusal ve ruhsal sorunlarımızı çözmek için işlevleri yok denecek kadar azdır. O yüzden her ihaleyi ona gönderip yormamak en iyisi.