Düşünme sınırlarını aşmak…

Milyonlara esin olan Carl Sagan’ın düşünce biçimi eşliğinde “kutunun dışında düşünebilme” becerisini inceleyelim.

Ömür Tanyel

Evrende başka yaşam biçimlerinin izlerini sürmek insanlığın en eski tutku ve meraklarından biridir. Ancak bunun nasıl yapılabileceği konusu her zaman soru işaretlerini barındırmıştır. Bildiğimiz yollar ve var olan teknolojimizin bu araştırmalarda bize ne derece yarar sağlayacağı kuşkuludur.

Çünkü daha önce tecrübe edilmiş ve “Bu işin yöntemi bu olmalıdır” denen bir usül yoktur. Belki de öğrenilmiş bilgiler yerine kalıpları kırarak düşünmeye çalışmak daha yol gösterici olabilir. Tıpkı Carl Sagan’ın yaptığı gibi…

Gökbilimci, astrobiyolog ve ufuk açıcı “Cosmos” belgeseli ve kitabının yaratıcısı Carl Sagan uzaya, içinde Türkçe dahil pek çok dilden ses kayıtları olan plağı göndermekten, SETI adlı evrenden gelen radyo frekanslarını analiz eden programın fikir babası olmaya değin pek çok farklı tasarının öncülüğünü yaptı. Görünen o ki bu fikirlerin temelinde kalıpların dışında düşünebilme becerisi vardı.

KURAL DEĞİL KUTU!

“Kalıpların dışında düşünme“ kavramı günümüzde özellikle kişisel gelişim amaçlı mecralarda ve iş dünyasında sevilerek kullanılmaktadır. Ecnebilerin “thinking outside the box” (kutunun dışında düşünebilmek) olarak tanımladıkları durum ne yazık ki bizde zaman zaman “kurallar olmadan düşün” ifadesiyle karıştırılmaktadır. Anglosakson tarifinde olay mevcut duruma faklı açılardan bakarak bir çözüm ya da bakış açısı getirmeyi amaçlayan sözcük yapısına sahipken doğu toplumlarına yöneldikçe bu iş belki de sosyolojik yapıya uygun olarak “Tüm kalıpları kır dök bakalım bir şey çıkaracak mıyız” biçimine evrilmiştir.

Sagan’ın yer aldığı uzay araştırmaları 80’li yıllarda hız kazanmıştı. Ancak Ocak 1986'da Challenger uzay mekiği havalandıktan kısa bir süre sonra patlamış ve yedi kişilik mürettebat can vermişti. Felaket nedeniyle ABD’nin uzay programları da gözden geçirilmeye başlandı. Bu olaydan, dört yıl sonra Jüpiter’in yörüngesine gönderilerek inceleme yapacak, orada yaşam izlerini sürecek ilk uzay aracı olan Galileo de etkilenmişti.

Planlamaya göre Galileo artık onu doğrudan hedefine gönderecek ağır yakıt tanklarını kullanmayacaktı. Bunun yerine dünya yörüngesinde hız kazanarak sapanla atılan bir taş gibi hedefe doğru yola koyulacaktı. Sagan, dünya dışı yaşam izlerinin nasıl aranabileceğini düşünürken bu durumu bir fırsata çevirebileceği aklına geldi. Ona göre Galileo’nun tüm analiz cihazları Jüpiter öncesinde dünyayı yabancı bir gezegen gibi inceleyebilirdi. Nitekim dünyamız yeni keşfedilen gezegen gibi incelenmeye başlandı.

DÜNYADA YAŞAM ARAYIŞI!

Galileo’nun çektiği Avustralya ve Antarktika'nın yüksek çözünürlüklü görüntüleri sanki dünyada bir yaşam formu yokmuş gibi gösteriyordu. Yine atmosferdeki gaz dağılımı bitki örtüsünü çok anlamlandıramıyordu. Yalnızca dünyadan gelen bazı titreşim aralığındaki sesler dünyamızda bir yaşam olasılığını akla getiriyordu.

Sagan çıkan verileri Nature dergisinde 1993 yılında “Galileo uzay aracından dünyada yaşam arayışı” başlığıyla yayımladı ve makalenin sonuç cümlesinde bunu şakacı bir dille ifade etti; “Sinyallerin dünyadaki akıllı bir yaşam biçimi tarafından üretildiğine ilişkin güçlü bir iddia ortaya atılabilir." Galileo’nun verdiği bilgiler dünya dışı yaşam biçimlerinin araştırılmasında ezberlerin bozulmasına yol açtı. Pek çok şey atlanabilir, pek çok şey yanlış değerlendirilebilirdi.

UÇAKTAKİ KURŞUN DELİKLERİ

Kalıpların dışına çıkarak düşünmeye çarpıcı diğer bir örnek ise Sagan’ın makalesinin yayınlanmasından yarım asır kadar önce Macar kökenli bir matematikçi tarafından gösterilmişti. İkinci Dünya Savaşı'nın en ateşli dönemlerinde önemli projelerinden biri savaşta vurulan uçak sayısının nasıl azaltabileceğini bulmaktı. Uçaklara fazla zırh konması uçağı yavaşlatmakta ve fazla yakıt tüketmesine yol açmaktaydı. Hava kuvvetleri adına çalışan bir analizci olan Abraham Wald çatışmadan dönen uçaklardaki kurşun deliklerinin sayısı ve yeri hakkında veriler topladı. Amaç zırhın konacağı ideal yerleri belirlemekti.

Doğal olarak en fazla hasar alan yerlerin daha fazla zırha gereksinim duyulan yerler olduğu düşünüldü. Wald bunun tam tersinin savundu. Uçakların bu yerlerde kurşun delikleriyle geri gelebilmesi, vurulsa da uçağın düşmeyeceğini gösteriyordu. Ona göre geri dönen uçaklarda kurşun deliklerinin görünmediği yerler daha fazla zırh gerektiren alanlardı. Wald, hem kalıpların dışında düşününmüş hem de “survival bias” (hayatta kalma önyargısı) olarak tanımlanan mantık hatasını göstermişti. Bu önyargı bir olayda tüm nüfusu göz önüne almadan sırf hayatta kalanların değerlendirilmesi durumudur. Bu, yanlış kararları da beraberinde getiren bir yargıydı.

Khaled Hosseini'nin “Uçurtma Avcısı” isimli romanında Emir'in Hasan'a anlattığı bir hikâye ile yazıyı sonlandıralım. Sihirli bir kupa bulan ve bunun içine ağlayarak gözyaşlarını döktüğünde incilere dönüştüğünü öğrenen bir adamın öyküsüdür bu.

Fakir ama mutlu olan bu adam nadiren gözyaşı dökebiliyordu. Bu yüzden gözyaşları ile zengin olmak için kendini üzmenin yollarını buldu. İnciler biriktikçe açgözlülüğü de arttı. En sonunda adam elinde kanlı bir bıçakla bir inci tepeciğinin üzerinde oturmuş ve çok sevdiği ama öldürdüğü karısının cesedini kollarında tutarak çaresizce bardağın içine ağlıyordu. Hikâye bitince Hasan düşündü ve Emir'e sordu: "Adam neden bir soğan kesip onun kokusuyla gözyaşı dökmeyi tercih etmemiş?"

Hasan'ın sorusu basit bir kalıpların dışında düşünme örneğidir. “Kutunun dışında düşünebilmek” kavramı son yıllarda cilalanıp sunulsa da beşeriyetin temelinden beri vardır. Zor olan bunu teknik olarak bilmek değil çanak çömleği kırmadan uygulayabilmektir.