Dünyanın ilk turisti
Heredot’un Mısır ve Mezopotamya topraklarına yaptığı geziler tarihte kültürel anlamda bilinen ilk turistik eylem olabilir.
Ömür TanyelGeride bıraktığımız bayram tatili ile birlikte yine insanların coğrafik hareketlerine tanık olduk. Bir yandan da başlayan yaz tatili kimileri için gezip görme, kimileri için yatıp dinlenme, kimileri içinse memleketteki eş, dost ve akrabasıyla buluşma fırsatı doğurdu. Yaşadığımız dönemler için artık bu durumlar sıradan kabul edilse de turizm kapsamında değerlendirilen bu gezilerin geçmişi çok da eskiye dayanmıyor.
MÖ 484 civarında Halikarnassos'ta (Bodrum) doğan Herodot, ülkesindeki siyasi çalkantıların etkisiyle doğduğu topraklardan ayrılarak Mısır, Mezopotomaya, İran ve çeşitli Yunan kent devletlerine sık sık geziler yaptı ve bu geziler hakkında kapsamlı bir biçimde yazdı. Çalışmaları, gezi edebiyatının en eski örneklerinden biri olarak kabul edildi. Farklı kültürlerle buluşması tarihsel araştırmalarını da büyük ölçüde etkiledi. Bir yandan “tarihin babası” olarak kabul edilirken bir yandan da dünyanın ilk turisti olarak anılmasını sağladı. Ancak gerek ulaşım zorlukları gerekse gidilecek yerlerde neyle karşılaşılacağının bilinmezliği turistik amaçlı gezi kavramının başlangıcını yüzyıllar sonraya öteledi.
Çoğunluğun tarım toplumunda yer aldığı süreçte doğal olarak tatil kavramı da yoktu. Ekinlerin ne zaman ekileceği, ne zaman biçilip toplanacağı, süt ve et kaynağı hayvanların yaşam döngüsü insan yaşamının ritmini belirleyen ana olaylardı. Sanayi Devrim ile beraber günlük yaşamın içine mesai ve dinlenme süresi kavramları girdi. Dinlenme süresi bir süre sonra da yalnızca yatıp yuvarlanmak değil insanın kendini mutlu etmek için ayıracağı zaman olarak biçimlendi. Tüccarların başka diyarlara ilişkin öyküleri ve gelişmeye başlayan yazılı basın kişilerin düş güçlerinde geliştirdi ve görebilecekleri, gidebilecekleri şeyler ve yerler olduğunu gösterdi.
FİLİSTİN VE MISIR
Dinsel geçmiş nedeniyle bilinen Filistin yöresi ve piramitleri ile Avrupa’da tanınmaya başlayan Mısır, 19. yüzyılın sonlarına doğru özellikle Büyük Britanya için önemli bir turizm rotası oldu. Bölgenin yerel halkı için iyi bir gelir kaynağı anlamına gelen bu durum dönemin yönetimi olan Osmanlı İmparatorluğu’nda çok da önemsenmiyordu. Ancak İngiliz “Cook Company” gezi firması buradan öyle gelir elde etmeye başladı ki sonraki yıllarda kuracağı “turizm imparatorluğu”nun altyapısını oluşturdu. Hatta Mısırlı tercümanlar, “Times of London’a” bir mektup yazarak kendilerinin yoğun çabalarla kurdukları bu işe “Cook Company”nin günümüz tabiriyle “çöktüğünü” ve önlem alınması gerektiğini ileri sürdüler.
Bir zamanların hayalet hikâyeleri, korsanlar ve haydutlarla özdeşleşen deniz kıyıları da turizmden 18. yüzyıl sonrasında nasibini almaya başladı. Hatta Batı edebiyatında sahil şeridi bilinmezlikle olan sınır olarak konumlandırılmıştır. Dante’nin cehenneminin üçüncü çemberinin kumlarla kaplı olması da bunun bir tezahürüdür.
Ancak son yüzyılda özellikle turizm amaçlı insan hareketleri bireye, ticarete, tarihi ve turistik eserlerin korunması kavramına iyi gelmekle beraber bazı noktalar da ne yazık ki gözden kaçmakta. Deniz seviyelerindeki değişimler, fırtınaları artması ve en önemlisi insan hareketlerinin yaptığı büyük erozyon nedeniyle dünyanın doğal kumlu plajlarının yüzde 75-90 kadarının yok olmak üzere olduğu düşünülmektedir.
HERKES TATİL İSTİYOR AMA
Yalnızca ülkemizde değil dünyada da insanlarının en az yarısı bir denizin 60 kilometre yakınında yaşıyor. Kıyı nüfusları son 30 yılda dünyada yüzde 30 artmış ve artmaya da devam ediyor. Ülkemizin insanına “Nerede yaşamak istersin” diye sorulduğunda çoğunluğun “Ege’de bir sahil kasabasında” yanıtını vermesi dünyanın fikriyatına benzerdir. Sahil mülkleri dünyanın en değerli varlıkları arasındadır. Kıyılar yaşamak için en çok arzu edilen yerler olurken oldukça savunmasız habitatlar oldukları unutuluyor.
Güncel araştırmalara göre turizm kaynaklı karbon ayak izi önceki tahminlerden üç ila dört kat daha yüksektir ve küresel karbon emisyonlarının yaklaşık yüzde 8'ini oluşturmaktadır. Çalışmalar, turizm endüstrisinin her yıl 4.5 gigaton eşdeğer karbondioksit yaydığını göstermekte. Ancak çevre konusundan en duyarlı bilinen kişilerin bile tatil geldiğinde karbon emisyonundan en çok sorumlu tutulan uçağa binerken bütün hassasiyetlerini arkasında bırakması belki riyakârlık değil beşer psikolojisinin getirdiği bir savunma mekanizmasıdır. Sonuçta işin içinde tatil heyecanı olunca iç ses de heyecanla fısıldamaktadır: “Amaaan, boşver bi daha mı geleceğiz dünyaya…”
Kaynakça;
- Zhao X. Scientific Reports olüme 14, Article number: 7463 (2024)
- Erdogan S. Technological Forecasting and Social Change, Volume 180, July 2022, 121705