Dünyanın en güzel adamı: Brad Pitt
90’lardan günümüze her zaman gözde bir isim Brad Pitt. Şimdi Bullet Train’le geri döndü ve bakışlarındaki şeytan tüyü hala yerli yerinde.
Başak BıçakAslında bu başlığın ilham kaynağı farklı biri. 1971 tarihli “Venedik’te Ölüm”ün, ‘bir Yunan heykeli kadar güzel’ oyuncusu Björn Andrésen’e, Luchino Visconti’nin ‘Dünyanın En Güzel Oğlanı’ deyişinden esinleniyor. Hatta aynı isimle, geçtiğimiz yıla ait bir belgesel bile var.
Brad Pitt’in, yeni filmi “Bullet Train”den hareketle GQ’ya verdiği röportajı ve sıra dışı fotoğraflarını gördüğümde aklımda aniden Visconti’nin sözleri belirdi. 60’ına merdiven dayadığı yalnızca kimliğinden ve sansasyonel evliliklerin donuklaştırdığı mavi gözlerinden anlaşılabilen, biraz gerçek üstü, savruk, çokça mistik ama hala bir Yunan heykeli kadar kusursuz bir adam var karşımızda...
Verdiği fotoğraflarda Bullet Train’deki alaycı tavrını sezinlemek mümkün. Fakat daha da ilgi çekici olan, Missouri’de sanat yönetmeni olma hayalleri kuran bir gazetecilik öğrencisiyken, dünyanın en etkili aktörlerinden birine dönüşmekle kalmayıp, olaylı evlilikler ve boşanmalar arasında, “kendisini anlamak için rüyalarından notlar alan”, Mevlana’dan alıntı yapan birine evrilebilmesi...
Neticede yıldızlar dünyası, sönen ve sonsuza dek kaybolan pek çok isimle dolu... Ancak Brad Pitt, 80’lerin başında bir düşle adım attığı kariyerini başarılı bir planlamasıyla önce TV dizilerinde, The Dark Side of The Sun ile ilk başrolünde ve ardından gelen sayısız büyük projeyle pek çok ödüle uzanan bir düşe dönüştürmeyi bildi. Onu, başlığa da katkı sunacak şekilde “dünyanın yaşayan en seksi erkeği” yapan Thelma&Louise’deki kısacık rolüyle tanıdık fakat asıl çıkışı, “Interview with the Vampire”da yaşam verdiği vampir Louis’le oldu.
Peşi sıra gelen “Se7en” ve yine aynı yıl çektiği “Twelve Monkeys” Pitt’e ilk Altın Küre’sini ve Oscar adaylığını kazandırırken, “Seven Years in Tibet”, “Meet Joe Black” ve nihayetinde zirveye ulaştığı “Fight Club”, onu 90’lı yılların en önemli aktörlerinden birine çevirdi.
BRANGELINA DÖNEMİ
Hal böyle olunca, konuk oyuncu olarak katıldığı Friends’te, Phoebe’nin “Well Done!” demesi gibi, herkesin gözünün üzerinde olduğu bir adamın ‘sakin’ bir aşk hayatı sürdürmesi mümkün olmadı:
Uzun yıllar birlikte olan Jennifer Aniston ve Brad Pitt çiftinin ilişkisi, “Mr. & Mrs. Smith” filminde başrol oynadıkları Angelina Jolie’yle çıkan dedikodular yüzünden sona erdi. Sonra iddiaları doğrulayarak “Brangelina’nın diğer yarısı olan Pitt’i”, 2000’li yıllar boyunca “Ocean’s” serisinde, “Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford”da, “Snatch”te ve “Troy”da izledik. Bu süreçte Pitt’e yeni bir Oscar adaylığı getiren “The Curious Case of Benjamin Button” filmiydi ancak kariyerine yeni bir soluk getiren “Inglourious Basterds”ın Aldo Raine’i olacaktı.
2010’larda gelen “The Tree of Life”, “Moneyball”, “Killing Them Softly” ve yapımcı Oscar’ını kazandığı “12 Years a Slave”... Her geçen gün kendisine daha güçlü ve saygın bir kariyer inşa ederken, Angeline Jolie’yle ayrılıklarının habercisi “By The Sea”den bir yıl sonra olaylı bir biçimde ayrılan çift, Pitt’in yalnızca aşk hayatını değil, karakterini de büyük ölçüde şekillendiren olaydı. O günden sonra Yardımcı Oyuncu olarak ilk Oscar’ını kazandığı “Once Upon a Time in... Hollywood”da izlediğimiz aktör, son olarak “Ad Astra” ile en nefes kesici performanslarından birine imza attı.
22 yaşında geldiği Hollywood’da, 30 yılı aşkın sürede pek çok türde ‘maske takan’, oyuncu, yapımcı, aktivist Brad Pitt’in, muhtemelen en gerçek maskelerinden biri şimdiki halini hatırlatan “Bullet Train”deki... Şaşkın, beceriksiz, hala göz alıcı ve hep şansı yaver giden bir Uğur Böceği...