Doğanın sessiz çığlığı
Fırtına Vadisi’nde doğayla ve tarihle iç içe unutulmaz bir yolculuk...
Güven BaykanFırtına Vadisi’nin huzurlu doğasında, tarihin sessiz
tanıkları arasında bir yolculuğa çıkmaya ne dersiniz? Bu hikâye, 1910’da
Çinçiva ve civar köylerin insanlarının eğitim için attıkları adımlarla başlar.
Hem bu köylerde oturanların hem de gurbette bulunan köylülerin destekleriyle
inşa edilen okul, Rus işgaline karşın ayakta kalır ve 1920’de yeniden eğitime
başlar. Fransız bir eğitmenin öğrencilere bilgi aşıladığı, tiyatro günleri ve
münazaraların düzenlendiği okul, civar köylerde yaşayan birçok kişinin eğitim
aldığı bir mekân olur.
Zamanla nüfus azalır ve okul, 1970’lerin “tek tip”
anlayışıyla yıkılır, yerine yeni bir bina inşa edilir. Ancak asıl hikâye,
binanın Fırtına Pansiyon’a dönüşümüyle başlar. Selçuk Güney’in liderliğinde
okulun doğal yapısını koruyarak yapılan onarımla pansiyon 2000 yılında
kapılarını açar.
Ayder Yaylası’ndaki yoğunluğu Fırtına Vadisi’ne taşıma
planlarına karşı çıkan Güney ve arkadaşları mahkeme kararı ve tahliye
taleplerine karşın Çamlıhemşin’i ve köylerini terk etmeme kararlılığını
korurlar.
Bu, yalnızca bir pansiyonun değil bir topluluğun, kültürün
ve doğal yaşamı savunmanın hikâyesidir. Geçmişin, Fırtına Vadisi’nde yankılanan
seslerini dinlemeye hazır mısınız?
Kapitalizmin egemenliğine boyun eğen Fırtına Pansiyon’un
(Çinçiva Rüştiyesi) öğretmenler için yapılan lojmanında uyku tulumlarımızın
içinde, huzurlu bir uyku çektikten sonra yola çıkıyoruz.
Fırtına Vadisi’ne ilerlediğimizde öncelikle Zil Kale’yi
selamlıyoruz... Tarih öncesinden kalma bir bekçi gibi yükselen Zil Kale, 14.
veya 15. yüzyılda inşa edilmiş ve 1800’lerin sonuna kadar kullanılmış. Sarp
kaya kütlesinde yükselen bu gizemli yapı, denizden 750 metre, Fırtına Deresi’nin
yatağından ise yaklaşık 100 metre yükseklikte. Zil Kale, sekiz burç ve bir
gözetleme kulesinden oluşur. Kuzeybatı yönündeki patika ile dış surların
kapısına ulaşılır ve buradan ikinci bir kapı yardımıyla kale içerisine girilir.
Orta kale içerisinde muhafız binası, şapel ve baş kule gibi yapılar bulunur.
Dört katlı olduğu anlaşılan baş kulenin zamanla iç konstrüksiyonu çürüyüp yok
olmuş, şimdilerde yalnızca duvarlarıyla ayakta duruyor.
KEÇİLERE DİKKAT
Fırtına Deresi’ni bir sağımıza bir solumuza alarak Çat Yaylası’na
ulaşıyoruz. Toşi Pansiyon’da muhlama ve çay keyfinden sonra, Elevit Yaylası’na
doğru yol alıyoruz. Elevit Yaylası’nda “Yok Yok Bakkalı”ndan son alışverişimizi
yapıp yola devam ediyoruz. Yükseklerde ilerledikçe, doğanın sesleri daha
belirgin oluyor ve stresimiz yerini huzura bırakıyor. Trovit Yaylası’na
yaklaştıkça, güneşin sıcaklığını ve rüzgârın serinliğini duyumsuyoruz. Yayla
evleri, bizi doğanın kucaklayıcı atmosferiyle karşılıyor. Araçlarımızı uygun
bir yere park ettikten sonra yürüyüş için hazırlıklarımızı yapıyoruz. Yayla
kahvesinde taze çay kokusu bizi bizden alıyor. Araçlarımızı park ederken
keçilerin geçiş yollarına dikkat etmemiz gerektiğini unutmuyoruz çünkü
keçilerin araçların üzerinden geçmeyi sevdiklerini biliyoruz.
Yüklerimizi sırt çantalarımıza yerleştirip yola koyuluyoruz.
Derin vadide 2.5 saat yürüdükten sonra vadi bitiminde dik bir yamaçtan iki
saatlik yürüyüşle dereyi takip edip Çofk Gölü’ne ulaşıyoruz. Gölde serinleyerek
ve eğlenerek günün yorgunluğunu atıyoruz. Akşam yemeğimizi yerken, göldeki ve
tepelerdeki manzaranın kaybolan güne inat nasıl değiştiğine hayran oluyoruz.
Ayışığının altında yıldızların parıltısını izlerken geçmişin
izleriyle dolu bu topraklarda, doğanın bize sunduğu huzurun ve tarihin sessiz
tanıklığının büyüsüne kapılıyoruz. Her adımda hissettiğimiz o derin bağ,
Fırtına Vadisi’nin bizim için anlamını daha da büyütüyor. Geçmişin yankıları
arasında tarihle iç içe geçmiş bu coğrafyanın sessiz çığlıklarını duyuyoruz.
Selçuk Güney’in cesareti ve kararlılığı, bu toprakların değerini ve önemini bir
kez daha anımsatıyor bize. Doğanın kucaklayıcı güzelliğiyle buluştuğumuz bu
anlarda geçmişin izlerini takip etmek bize iç huzuru veriyor.
Fırtına Vadisi’nin topraklarında yaşanan her an bir öykünün
parçası gibi. Ve biz, bu öykünün içinde yer alarak unutulmaz bir deneyim
yaşadık. Gelecek nesillere aktarılacak bu anıları içimizde sonsuza kadar
taşıyacağız.
“Aklına hiç gelir miydi, Fırtına Vadisi’nin hiç aklına
gelmeyeceği?...”
Selçuk Güney’e ve yaşanmışlıkları unutturan bu hastalıkla mücadele eden tüm insanlara saygıyla...